Ümmeti bölüp birbirine düşürmeyelim
Siyasi ve sosyal bir terim olarak ümmet, Hz. Peygamber (s.a.) zamanında ve Medine döneminde “bir anayasaya bağlı farklı inanç ve etnisitelere mensup vatandaşlar topluluğu” olarak gerçekleşmiştir. Meşhur Medine Vesikası'nda (Sahîfede, Anayasada), bu anayasaya bağlı olan muhacir ve ensardan oluşan Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler “başkalarından ayrı bir ümmet” olarak tanımlanmıştır.
Dinî terim olarak ümmet, yurtları, soyları, mezhepleri ve tarikatları farklı da olsa aynı dine bağlı olan insanlar topluluğudur.
Dinî manada ümmet kavramını daha geniş tutanlar, “Peygamberimizin son peygamber ve davetinin de bütün insanlığa yönelik olduğunu” göz önüne almışlar ve bu davetten sonra bütün insanlar; bir kısmı icabet etmiş, diğer kısmı da davet edilmekte olan “Muhammed ümmetidir” demişlerdir.
Bir önceki yazımda, İslam’ı yorumlamada cumhurdan ayrılan, meşru yönetime isyan eden grupların hak ve sorumluluklarını açıklamıştım. Buna göre:
Cumhurun (mesela bugün için Ehl-i sünnetin diyelim) İslam anlayışından ayrılan, birçok inanç ve amel konularında farklı açıklamalar ve uygulamalar yapan Müslümanları cumhurun, kendi mezhebine zorla sokma hakları yoktur.
Onlara düşünce ve inanç hürriyeti tanınacak, meşru yönetim ile yurt savunmasına katılmaları halinde sonuçlar eşit paylaşılacak, camilere ve mescitlere girip ibadete katılmaları engellenmeyecek, silahlı isyana başvurmadıkları sürece onlara dokunulmayacaktı.
Ve şüphesiz olarak onlar da “Müslüman ve Muhammed ümmetine dahil” kabul ediliyorlardı.
Durum ve hüküm bu ise, bu konularda ittifak varsa soru şudur:
Ümmet ve ülke içinde her bir mezheb kendi inanç ve değerlerini muhafaza edebilecek, hatta –aksine görüşler varsa da- propagandasını yapabilecek, şiddete ve silaha başvurmadıkça kimsenin din ve mezheb hürriyeti kısıtlanmayacak ise İslam toplumunda “sosyo-kültürel manada bir çoğulculuk” vardır denemez mi?
Ben bu soruya müspet cevap veriyorum. Aslında bu manada bir çoğulculuk, aynı ülkenin vatandaşlığını paylaşan farklı din mensupları için de mevcuttur. İslam tarihi boyunca İslam ülkesinde gayr-i müslimler de bulunmuş, onlara temel insan hakları tanınmış, Müslümanlar ile aralarında komşuluk, ortaklık, arkadaşlık, tek yönlü de olsa evlilik ve hısımlık… ilişkileri olmuştur.
İkinci soru şudur:
Müslümanlar, din ve mezheb bakımından farklı olanlarla sosyal ve kısmen kültürel hayatı paylaşırken din, mezheb ve ortak olmayan çıkarlarını nasıl koruyacaklardır?
İşte bu sorunun cevabı aranırken; yani korumak için tedbirler alınırken aşırılıklara kaçıldığında birlik ve dirlik bozulmakta, farklıların arasındaki ilişki kin ve nefretle kirlenmekte, bağlar kopmakta, ümmet paramparça olmakta, ümmetin farklı grupları düşmanı bırakıp birbiri ile savaşmakta, bu da düşmanın ekmeğine yağ olmaktadır.
Ben çoğunluğun mezhebi olan ehl-i Sünnet mensubu bir Müslümanım; ama farklı din ve mezheb mensuplarına hakaret etmeden, onlara atıp tutmadan, ortak bağlarımıza zarar vermeden de dinimi ve mezhebimi koruyabileceğimi düşünüyorum, düşünmenin ötesinde uyguluyorum. Koruma ve usulünce hakka davet başkadır, dışlama, nefret ettirme ve düşman etme başkadır; bu ikincisinin meşru olmadığı kanaatindeyim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.