Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Çerkez Edhem Bey

Çerkez Edhem Bey

Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç, bir süre önce, Çerkez Edhem Beyiçin “Hain değildir” deyince, öteden beri Atatürk’ün her sözünü “senet”sayan camiada bir feryad-u figândır başladı: “Vay! Bunu nasıl söyler?”

Bal gibi de söyler, çünkü doğrudur.

Bir zamanlar, başta Sultan Vahideddin olmak üzere, Ankara heyetinin aşmakta zorlanacağı pek çok isme “hain” damgası vurulmuş, biraz mırın-kırın edenler susturulmuş, hatta “kafaları koparılmak”la tehdit edilmiş,“…hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır, fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir” sözü, Saltanatın kaldırılmasına muhalif kalan milletvekillerine gözdağı babında, Meclis çatısı altında söylenmiştir.

Bu durumdaki bir Meclis’in ne kadar “özgür iradesi”yle hareket ettiği her türlü tartışmaya açıktır. Kaldı ki, Meclis’in “özgür iradesi”yle hareket ettiğini varsaysak bile zamanın şartlarını dikkate almak lâzımdır…

Bugünkü şartlar ise çok farklıdır. Konuyu daha derin, daha geniş, daha soğukkanlı düşünmenin zemini çoktan oluşmuştur. Ankara heyetine (bazı kaynaklara göre, “Kongre Hükümeti”) ters düştüğü için “hain” damgası yiyen kahramanların, ders kitaplarında hâlâ bu şekilde yer alması, hem onlara hem de çocuklarımıza haksızlıktır.

Sayın Arınç’ın teklifi doğrultusunda, konunun, Meclis’te bir komisyon kurularak araştırılması bu tür yanlışlıkların düzeltilmesi açısından elzemdir. Zaten konu tarihi değil, siyasidir. “Hain” hükmünü verenler de“tarihçiler” değil, siyasetçilerdir.

Okullarda okutulan tarih kitapları, bildiğiniz üzere,tek kaynaktan ve tek kanaldan beslenir. Tek kaynaktan, tek kanaldan beslendiği için de tümüyle “resmî” kimliklidir. Resmiyet olan yere bilim giremeyeceğine göre, yakın tarih, belgelerden ziyade duygulara bağlı olarak gelişir.

Meselâ, Mustafa Kemal, sonradan kitaplaştırılan nutkunda, saltanatın kaldırılmasının ilmi, tarihi, siyasi sebeplerine hiç değinmeden, Sultan Vahideddin’i ve ekibini “hain” ilan etmekle kalmaz, “Bütün menfaatlerini mülevves bir tahtın, çürümüş, çökmüş ayaklarına sarılmakta gören”… “idrakten mahrum, vicdandan mahrum, ahmak, sefil, âdi, alçak, âciz, his ve idrakten mahrum bir mahlûk” diyerek hakaretler yağdırır (Nutuk, Devlet Basımevi 1938, s. 490-498). Benzer ifadeler maalesef ders kitaplarına geçirilip çocuklarımıza hakaret ezberletilir.

Bir millet için son derece önemli tarihsel olgular tek kaynağa mahkûm edilmişse ve o kaynak yakın tarihin “önder”inin anılarından (Nutuk) ibaretse, tarafsızlıktan ve ilmilikten söz etmek zorlaşır. Hele bir de, aynı dönemden süzülmüş kişilere ait başka anılar yasaklanmış (Lâtife Hanım’ın anıları gibi) yahut sansürlenmiş de, karşılaştırma imkânlarınız elinizden alınmışsa…

Zaten hatıra belge sayılmaz. Çünkü savunma refleksinin ürünüdür. Herkesin kendi hatıralarında “haklı” görünmesi bundandır.

Yakın tarih araştırmacılarının en büyük talihsizliği budur! Yakın tarihe ilişkin her kanaat “Nutuk”taki görüşler istikametinde olmak zorundadır. Aksi halde “mürtecii”likten, “vatana ihanet”e kadar, bir dizi damga ile damgalanırsınız.

Bu durumda ister istemez, yakın tarihe ilişkin tüm olaylar ve yakın tarihi yapan tüm isimler bir “Alaca Karanlık Kuşağı” içinde kalır. 

Çerkez Edhem Bey ve “Çerkez Edhem Olayı” bunlardan biridir! 

Ama önce şunu belirteyim ki, Milli Mücadele’nin en zor dönemi aşılır aşılmaz, ‘Ankara ekibi’ olarak isimlendirebileceğimiz ekip, zaferden sonra kendilerine alternatif olabilecek ya da kafalarındaki “Türkiye modeli”ni engelleyebilecek dirayette gördükleri isimleri çeşitli bahanelerle tasfiye etmişlerdir.

Soru şu: Resmi tarihi yapanların ve yazanların müştereken “vatana ihanet”le suçladıkları Çerkez Edhem de acaba tasfiyeye mi uğramıştır?

Önce “şecere”sine bakalım: Bakalım ki, ailede başka “hain” var mı? Yok, aile tertemiz. Hatta bağrından kahramanlar, şehitler çıkarmış, Edhem Bey’in iki ağabeyi İlyas ve Nuri Beyler, Rum eşkıyalarıyla çarpışırken şehit olmuşlar. Diğer ağabeyleri Reşit ve Tevfik beyler ise 1901-1902 yıllarında Harbiye’yi bitirerek subay çıkmışlar. Reşit Bey çeşitli cephelerde çarpışmış, canıyla, malıyla Türkiye’ye hizmet etmiş, hizmetleri dikkate alındığı için 1919’da Meclis-i Mebusan’a Saruhan Milletvekili olarak girmiş, Meclis-i Mebusan İngiliz işgalcilerinin baskısı sonucu kapatılınca da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geçmiştir. 

Konuya devam edeceğiz inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi