Modern insanın “ilâhî komedya oyunu”
Türkiye’de, -özellikle de sözümona entelijansiya katında- en yanlış anlaşılan ve en fazla horlanan kavramlardan biri “ümmet”, diğeri de “kul” kavramıdır.
İnsanın insanca bir hayat “kurabilmesinin” biri münferit, diğeri müşterek düzlemde yegâne teminatı bu iki kavramdır oysa.
İnsan, kulluk fikrini yitirdiği andan itibaren kula kulluğa mahkûm oldu. Bu kaçınılmaz/dı.
Kula kulluk, önce insanın, insan-yapımı araçlara boyun eğmesiyle sonuçlandı. Sonra da, insanın tenine ve benine, bedenine ve bencilliğine boyun eğmesiyle…
MODERN İNSANIN “TANRILAŞMA” OYUNU!
Modernlik, insana özgürlük vaadiyle yola koyuldu: İnsanı, özgür iradesini yok eden bütün bağlardan ve ağlardan koparmak istiyordu modernlik.
Bu nedenle, modernlik, insanı özgürlüğüne kavuşturacağı düşüncesiyle Tanrı’dan uzaklaştırdı.
Ama insan Tanrı’dan ne kadar uzaklaştıysa, o kadar kendinden de, tabiattan da uzaklaştı.
Ve sonuçta, kelimenin tam anlamıyla, tarihin komediye dönüşen en trajik “ilâhî komedya oyunu”nu sahneye koydu modern insan.
Tanrı rolünü oynamaya soyundu!
Tanrı’dan özgürleşme düşüncesiyle yola çıktı modern insan; ama sonuçta insanlıktan çıktı, azmanlaştı: Bütün medeniyetlerin kökünü kazıdı ve tabiata vahşice saldırdı.
Önce, neredeyse herkesi ve her şeyi köleleştirdi kendisine… Sonra da, kendisi köleleşmekten kurtulamadı… Araçların, güç üreten teknolojik oyuncakların, silahların kölesine...
Tabiata, kıtalara, denizlere ve dünyaya hükmetti: İlkin tabiatı teslim aldı; sonra da tabiatı “tepe tepe kullanarak” geliştirdi bilim, felsefe ve sanat gibi “araçları”.
Ama nihayetinde modern insan, “bu ilâhî komedya oyunu”nda, teslim aldığı araçlar tarafından teslim alınmaktan kurtulamadı.
TABİAT, FELSEFE VE SANATIN BAŞKALDIRISI…
Modern insanın sahneye koyduğu “ilâhî komedya oyunu”na, tabiat isyan etti, felsefe isyan etti, sanat isyan etti...
Bu “ilâhî komedya oyunu”nda gelinen nokta, insanı insanlığından etti ve ürpertici bir trajediye mahkûm etti…
Hayat çölleşti…
Felsefe bitti…
Sanat, bütün câzibesini, bütün gücünü ve bütün ruhunu yitirdi…
Modern insanın “ilâhî komedya oyunu” öylesine trajik boyutlar kazandı ki, sonuçta, insana, tabiata ve hayata yapılan büyük saldırının ve yıkımın başaktörü kapital/izm tanrısına başkaldırı için geliştirilen bütün sanat türleri, kapital/izm tanrısının en gözü kara ve ruhsuz hizmetkârlarına dönüştü!
Meselâ sürrealist sanat, meselâ absürd tiyatro, meselâ minimalist mimarî, önce başkaldırının bayraktarlığını yaptı ama sonra, sonunda, kapital/izm tanrısının hırslarının ve hükümranlığının sınırlarını alabildiğine genişletmeye, insanı felâket dolu bir nihilizm cehenneminin ortasına fırlatmaya yaradı yalnızca.
Sonuçta, insan, kulluk fikrini yitirince, Tanrı’yı da, hakikati de, kendini de yitirmekten, hayatı çölleştirmekten ve ruhsuzlaştırmaktan, dünyayı ise cehenneme çevirmekten kurtulamadı.
KULLUK: ÖZGÜRLEŞME UFKU
Oysa “kulluk”, en yüce biliş, oluş ve varoluş mertebesidir. İnsan, kul olduğunun şuuruna vardıkça, duyma, düşünme ve hayatın sırlarını keşfetme, sınırlarını farketme, aşkın yolculuklara çıkmaya hüküm giyme melekeleri gelişir…
İnsan, kul olma şuuruna erdikçe, meleksileşir; varlığa, tabiata ve bütün insanlara karşı rahmetle, şefkatle, adaletle, hikmet nazarıyla bakma imkânlarına erişir.
O yüzden, Efendimizin (sav) kulluğu, elçiliğinden önce gelir ve önceliklidir. Efendimiz, en ekmel kul’dur.
Kişi, Rabbine kul olduğu andan itibaren gerçek özgürlüğüne kavuşabilir. Ve kula kul olmaktan da, araçlara, beşerî arzularına ve hırslarına, ben’ine ve ten’ine, beden’ine ve bencilliğine kul-köle olmaktan da ancak Yaratıcı’ya bihakkın kul olduğu zaman kurtulabilir.
Bu gerçeği bütün büyük sanatçılar ve düşünürler teslim ederler.
Meselâ Dostoyevski, “Tanrı yoksa her şey mubahtır” derken, Freud’dan sonraki en büyük psikanalist Lacan, “Tanrı inancını yitiren insan, artık her şeyi tanrılaştırmaya başlayan bir varlığa dönüşmekten kurtulamaz” demiştir.
Kişi, Yaratıcı fikrine ulaştıktan sonra, kendi olabilir, kendini bulabilir ve ancak o zaman hilâfet yükümlülüğünü yüklenebilir, beşerî ve dünyevî engelleri aşarak ötelere uzanan sonsuz bir yolculuğa çıkabilir.
Ancak o zaman, dünyayı insanca yaşanacak bir yer hâline, “selâm yurdu”na dönüştürebilir: Osmanlı, bunun -aşılamamış, aşılamadığı için de anlaşılamamış- en zirve örneğidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.