Neden ma’kes bulmuyor?
Elbette gazete gazeteden başka bir şeydir, televizyon da sadece televizyon değildir; bilhassa Türkiye’de, hassaten de “camia” nezdinde. Bu itibarla kendi deyimleriyle “camia”nın gazetesine ve televizyonuna yönelik “operasyon” doğrudan bir basını susturma hareketi olarak görülemez. Buna rağmen, gazetecilerin, yayın alanına mensup şahsiyetlerin bir takım şedit iddialarla gözaltına alınmaları, aleyhlerinde kamuoyu oluşturacak isnadların yayılması hoş bir hâl addedilemez.
Devlet’in itidali, adaletin hilmi içinde bir soruşturma yürütülmesi tercih edilmeliydi. Bütün yayın dışı arkaplana ve operasyonel kurumlaşmalara rağmen Türkiye’de bir gazetenin ve televizyonunun yöneticilerinin ve mensuplarının bu şekilde gözaltına alınması şu anda görülen tepkilerin çok üstünde bir karşılık bulmalıydı...
“Bu operasyon neden ma’kes bulmadı?” sorusunu camianın ve kurumlarının sorup samimiyetle cevap vermesi gerekiyor.
Türkiye’nin adli hayatında camia uzantılarının son yıllarda oynadığı rol dikkatten kaçırılabilir değildi. Ergenekon operasyonlarıyla zirveye çıkan bu baskın rol, arada bazı doğrudan camia operasyonlarına da dönüşüyordu. Her halde bunlardan biri “Tahşiyeciler” olmalı...
Güce ulaşmak, güce ulaşınca onu tabiatı icabı kendi-teşkilat çıkarları için kullanmak, çok sık görülen bir haldir. Türkiye’de de bu oldu. Güce ulaşanlar bu gücün gereğini yerine getirdiler ve bir çok mağdur yarattılar.
Bu mağdurların mahkûm edildiği dil erbablarınca başarı ile kullanıldı. Şimdi âdeta bumerang tersine dönüyor ve ayni dilin muhatabı camia mensupları oluyor.
Camianın bilinen stratejisi belli bir dönemden sonra karşıdakileri, zıt kutuptakileri ve güç merkezlerini memnun etmek odaklı oluşturuldu. Onların eskiden ihtiyaç duydukları yakın fikir kesimi artık ihmal edilebilirdi. Yakınları uzaklaştırmak, uzaklara yakınlaşmanın da şartı olduğundan bu strateji başarıya ulaştı. Camiaya ciddi güç kazandırdı, tesir alanını genişletti.
Camianın işleyişinin kendi çapında bir devlet hiyerarşisi içinde yürütüldüğü sır değil. Bu devlet, kendi dışındaki unsurlarla ilişkilerini tanzim ederken yararlanılacaklar, etkisizleştirilecekler ve düşmanlar tasnifini ister istemez yapmış olmalıdır.
Bu çerçeveden bakılırsa, 17 Aralık hamlesi tersine çevrildikten sonra camia hakkında resmî makamların uygulamalarının neden ma’kes bulmadığı, gereken yankıyı uyandırmadığı kolaylıkla anlaşılabilir.
Camianın camia olması, cemaatin cemaat olarak rolünü oynaması, eğitim öğretimle, irşadla uğraşması, bunu yeni kitle haberleşme araçlarını kullanarak yapsa bile güce dönüştürüp başka emeller peşinde koşmaması gerekirdi.
Düzenli eğitim seviyesi yükseldikçe, insan unsurumuzun batıda olduğu gibi yalnızlaştığı, ülkesiyle, milletinin değerleriyle alâkasının zayıfladığı kolaylıkla görülebiliyor. Ahlak erozyonu bütün toplum kesimlerini aşındırıyor. Bu aşınmadan dini grupların da payını aldığını düşünmemizi gereketiren ipuçları var. Bir toplumu helake götürecek zaaflar yaygınlaşırken her kesim bundan payını alır, ancak bazı kesimlerde bu daha kolay görünür hale gelir. “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler” mısralarında olduğu gibi, en kirli görülen kesimler en temiz olması, en beyaz olmasa gereken kesimlerdir.
Camia basınına karşı yapılan operasyonu elbette doğru bulmayabiliriz. Sonuçta, çok fazla bir şey çıkmayacağını da tahmin edebiliriz. Bu süreç tersine çevrilen bir şemsiyeye dönüşebilir. İşte bu anda dahi camia basını külahlarını önlerine koyup düşünmeli ve aslına rücu etme konusunda daha fazla geç kalmamalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.