‘Vahdet dükkanı’
Her yıl aralık ayı gelip çattığında, gönüller sultanı Mevlana gündeme gelir, anılır. 17 Aralık onun için refik-i a’laya göç ve vuslat gecesidir. Elbette Mevlana istismarcılarıyla inkarcıları arasında akim tartışmaların sonu gelmez. Seveni de sevmeyeni de boldur. Sevmeyenleri anlamadıklarından dolayı sevmezler. Sevenleri arasında da anladığından sevenleri olduğu gibi meşrep tutkusuyla sevenleri de mebzuldür. Meşrep tutkunları her zaman anlayarak sevmez. Meşrep zamanla asabiyet haline gelir ve tutku düzeyine erişir. Yolun serdengeçtileri türer.
Hazreti Mevlana da itminan düzeyinde ölümü istiyor ve refik-i a’laya vuslatın yollarını gözlüyordu. Onun için ölüm günü, düğün bayram günüdür. Dünya sürgünü bitmiştir. Onun meşhur sözlerinden birisi ise ‘er rahil’ yani göç, göç ifadesidir. Dünyada göçmeniz; istesek de istemesek de ecel gelip çatınca bir dakika dahi fazladan tutmazlar. Bu nedenle dünyayı gölgelik bellemeli ve onun ötesinde ehemmiyet vermemeli. İbni Ömer’den rivayet edilen bir hadiste sufilerin mesleğine işaret vardır. Peygamberimiz elini İbni Ömer’in omzuna dokunarak (bu vucut diliyle konuştuğunu da gösterir) ona şöyle seslenir: Ey Abdullah! Dünyanın yabancısı ol. Sanki yolcu, misafir gibi yaşa. Kendini ölülerden say! Burada sufilerin tul-u emelden ari mesleklerine doğrudan ve dolaylı bir atıf vardır. Sözgelimi hadisteki ‘udde nefseke mine’l mevta/kendini ölülerden say’ ibare ve ifadesi sufilerin yaptığı sistematik rabıta-i mevti akla getirmektedir. Demek ki, sufilerin hareketleri temelsiz değil. Baba Molla Ramazan el Buti’nin ifadesiyle, her mesleğin bidatı bulunabilir, bu çerçevede bazı tarikatlara da bidat bulaşabilir. Ona göre Nakşibendilik en az bidatın barındığı tarikatlardan biridir. Bununla birlikte tek başına kusuru sufilere yüklemek ve yollarına kara çalmak haksızlık olur. Hatasızlık arayan hatadadır. Tasavvuf estetik ve zevk mesleğidir. Bu zevk, ten zevki değil, ruhun cevelanıdır.
Mevlana ölümü gözlemektedir. Bundan dolayı ölümü vuslat makamı, kavuşma anı saymıştır. Dünyada gözü yoktur. Kulağı ötelerden gelen sesi beklemektedir. Bundan dolayı uzun ömür dileyenleri paylar. Kendisinin firavun, şeddat ve nemrutlarla karşılaştırılmamasını ister. Günümüzde de öyle değil midir? Günümüzün firavunları, şeddatları olan isimlerin de Kur’an buyruğuyla ahretten nasipleri yoktur (lâ halaka lehum fîl âhırati). Bir başka ayette dünyada uzun ömür verilen mücrimlere şöyle seslenilmektedir: Yiyin için, biraz zevklenin bakalım, doğrusu sizler suçlusunuz/kabahatlisiniz (77/46). Bugünün muammerleri (uzun ömürlüleri), dinazorları mesabesinde olan George Soros, Şimon Peres, Henri Kissinger ve Bernard Lewis gibi Yahudi ileri gelenleri ve ak saçlıları geçmişin firavunlarını, şeddatlarını hatırlatmaktadır. Ümmeti Muhammed 60 ile 70 arasında dünyaya veda ederken onlar ya 80’lerine merdiven dayamış ya da aşmış bulunuyorlar. Sanki dest-i kader dünya kısmetlerini ve paylarını almalarını ve tamam etmelerini diliyor.
Mevlana bütün ulular gibi gelecekle ilgili müjdeler veriyor. Verdiği müjdeler tarih içinde ete kemiğe bürünmüştür. İşaret ve beşaretleri şöyledir: “Allah"a tekrar tekrar yemin ederim ki, Bu mânâ [Mesnevî], Güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar bütün dünyayı kaplayacak. Ve bütün ülkelere ulaşacaktır. Hiçbir mahfil ve meclis olmayacak ki orada Mesnevî okunmuş olmasın. Hattâ o dereceye varacak ki, Mâbetlerde, safa yerlerinde okunacak; Bütün milletler bu sözlerle bezenecek ve onlardan faydalanacaktır.” Sanki sözleri Zebur’dan İncil’den ve Furkan’dan devşirilmiş, onların akis ve yansıması gibidir. Kaynaktan damlamış, tereşşuh etmiş ve şebnem haline gelmiştir. Mesnevi ruhları dirilten iksirdir. Mesnevi tezgahı tevhit dokur. Bu anlamda Mesnevi üzerinden ve Mevlana’nın sözleri üzerinden Vahdet’e bir tefeül tuttum:
Bizim mesnevîmiz vahdet dükkânıdır.
Onda vahdetten başka ne görürsen o puttur.
İnşaallah Vahdet ocağı, Mesnevi gibi bir vahdet dükkanı olur, tezgahında tevhit dokunur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.