Vazife mes’uliyet ve ihtilaf ahlakının önemi
Adliyye” isimli kanun kitabında: “Hukuk-u Nâs’da tahkim Cemiyet halinde yaşayan insanoğlu; hayatının korunmasını, inandığı gibi yaşama imkânının sağlanmasını, neslinin ve malının muhafaza edilmesini arzu eden mükerrem bir varlıktır. Mütefekkir İbn-i Haldun’a göre cemiyet hayatı, insanların birbirlerine olan ihtiyaçları (teavün/dayanışma) sebebiyle ortaya çıkan bir hayattır. Cemiyet halinde yaşayan insanların itikadi, siyasi, hukuki, iktisadi ve ahlâki hükümlere ihtiyaçları vardır. Kaynağı farklı da olsa, bu hükümlerin insanlara belirli vazifeleri ve mes’ûliyetleri yüklediğini söylemek mümkündür. Münzel kitaba dayanan bütün dinlerin hükümlerini tebdil ve tağyir eden aydınlanma felsefesi (modernizm) insanın ilâhlığını, bir anlamda kula kulluğu ön plâna çıkarmışve ahlâki değerleri izafi hale getirmiştir.
İslâm fıkhı’nda vazife ahlâkı; hem Allah’ın (cc) hukukunun korunmasını, hem de insan haklarının muhafazasını içine alan bir keyfiyete haizdir. Kur’an-ı Kerim’de “İnsan kendisinin başı-boş bırakılıvereceğini mi zannediyor?” (El Kıyame Sûresi: 36) suali sorulmuş ve bunun mümkün olamıyacağı haber verilmiştir. Bu ayette geçen “Es-Südâ kelimesi, emirsiz ve yasaksız anlamına gelir.”(1) Vazife ve mes’ûliyet ahlâkı, irade sahibi her mükellefin en önemli meselesidir. İradeden mahrum olan kimselerin, dünyevi ihtiraslarını ön plâna çıkarmaları ve gayr-i meşrû şehvetlerine teslim olmaları mümkündür. Peygamberimiz Efendimiz’in (s.a.v.); “Ümmetim hakkında endişe ettiğim hususların en tehlikelisi, hevâya uymak ve tûl-î emeldir. Hevâya uymak insanı hak yoldan saptırır, Tûl-i emel ise ahireti unutturur”(2) buyurduğu malûmdur.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan ve gayr-i meşrû şehvetlerini tatmin için her yola başvuran zalim politikacıların, yeryüzünde fesadın yayılması için bütün imkânlarını seferber ettikleri görülmektedir. İdeolojik anlamda şüphelere, islâmi değerlerin istismarına ve çirkin fiillere dayanan zalim politika, bir anlamda batıl din hükmündedir. İmam Fahrüddin-i Razi ‘ Hak din; birincisi ilim, ikincisi salih amel olan iki unsurdan meydana geldiği gibi, batıl din de birincisi şüpheler, ikincisi de çirkin fiiller olmak üzere iki şeyden meydana gelir”(3) diyerek bir inceliğe işaret etmiştir.
Vazife ve mes’ûliyet ahlâkına sahip olan müslümanların; adalete riayet etmeleri, sözlerinde ve amellerinde mûtedil olmaları, ifrâd ve tefritin getirebileceği felâketlerden sakınmaları zaruridir. İmam Seyyid Şerif Cürcani, ifrad ve tefrit terimlerinin keyfiyetini izah ederken şu tesbitte bulunmuştur: ”İfrâd, ziyâde ve kemâl yönünden haddi aşmaktır. Tefrit ise, eksiltme ve kısaltma yönünden haddi aşmaktır.”(4) Tarih boyunca ifrat ve tefrit hastalığına tutulan insanlar/cemaatler; hem kendi kardeşlerinin, hem diğer insanların haklarına tecavüz etmişlerdir. Son yarım asır içerisinde İslâm ülkelerinde yaşanan ve Müslümanları birbirinin kurdu haline getiren ihtilâfları hatırlayalım. Ülkelerini işgal eden Kızıl Ordu’ya karşı yıllarca savaşan ve zafere ulaşan Afganistanlı Müslümanlar; Hizb-i İslâmi’nin Lideri Gulbeddin Hikmetyâr ile Cemaat-i İslâmi’nin lideri Burhaneddin Rabbani arasında yaşanan ihtilâfa şahit olmuşlardır. Bu ihtilâf, yıllarca süren herc-ü mercin belirleyici unsuru olmuştur. Cezayir’de FİS, GİA ve En Nahda arasında yaşanan siyasi çekişmeler, binlerce mazlûmun ölümüne sebeb olmuştur. Mısır’da Hüsnü Mübarek rejimine son veren Müslüman Kardeşler Hareketi ile Selefi Nur Partisi mensupları arasındaki ihtilâfının nelere vesile olduğunu malûmdur.
Kur’ân-ı Kerîm’de insanların ihtilâflarını beyan için; çekişme (tenâzeû), tartışma (şicâr) ve fikrî mücadele (cidâl) terimleri kullanılmıştır. İslâm fıkhına göre teşekkül eden bir cemaatin veya devletin zaruri unsuru da insandır. Dolayısıyla Müslümanların arasında da çekişme, tartışma ve fikri ihtilâfların (zaman içerisinde ve değişik sebeblerle) yaşanması mümkündür. Günümüzde, “Allah’ın (cc) indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir” (El Mâide Sûresi: 44) âyetini slogan gibi kullanan ve muhataplarına bu hakikati tebliğ eden Müslümanların varlığı malûmdur. Bu Müslümanların Allah’ın (cc) rızasını kazanma hususundaki hassasiyetlerinden şüphe edemeyiz. Ancak kendi aralarında Allah’ın indirdiği hükümler ile hükmedip-hükmetmedikleri meselesini iyi düşünmeleri gerekir.
Vahdetin zaruri şartı, müslümanların ihtilâf ahlâkının hükümlerine riayet etmeleridir. Müsteşriklerin hazırladığı “İslâm Ansiklopedisi” isimli eserde: “İslâm’da doğrulukla/adaletle hüküm vermek Allah’a imandan sonra farîzaların en kuvvetlisi ve ibadetlerin en iyisidir”(5) şeklinde ifade edilen kaza meseleyi uzun yıllar ihmal edildiği için, Müslümanlar problemlerini çözemez hale gelmişlerdir.
Hesap gününe hazırlanan Müslümanların, her türlü proplemlerini tahkim usûlüne riayet ederek çözmeleri de mümkündür. İmam-ı Münzir: “Kadı olmayan bir kimse tarafından verilen karar da geçerlidir. Eğer bu, onun hüküm vermesi caiz olan hususlardan ise!”(6) hükmünde, icma-i ümmetin hâsıl olduğunu belirtmektedir. Osmanlı’nın son yıllarında uygulanan “Mecelle-i Ahkâm-ı caizdir”(7) hükmü kayıtlıdır. Dolayısıyla İslâm fıkhı’nın her asırda ve farklı siyasi rejimlerle yönetilen ülkelerde uygulanması mümkündür. Vazife, mes”ûliyet ve ihtilâf ahlâkına sahip olmayan Müslümanların imtihanı kazanmaları mümkün müdür?
___________________
(1) İmam-ı Şafii- Er Risale-Kahire: 1979 (2 bsm) Sh: 25 Madde: 49
(2) İsmail El Aclûni-Keşfû’l Hafa-Beyrut: 1351 C: 1 Sh: 68,
(3) İmam Fahrüddin-i Razi- Mefatihûl Gayb-Ank: 1989 C:5 Sh:13
(4) İmam Seyyid Şerif Cürcani-Kitabû’t Ta’rifat-İst: ty Kaynak Yay. Sh: 32
(5) İslâm Ansiklopedisi-İst: 1977, C: 6, Sh: 42 vd (Kadı-Kaza Maddesi).
(6) İmam İbn-i Münzir-Kitabû’l İcma-Ankara: 1983, Sh: 43
(7) Ali Himmet Berki - Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye- İst: 1979, Sh: 420, Madde: 1841
NOT: Günlük bir gazete çıkarmaya karar veren ve görüşlerimi almak için ziyarete gelen Yener Dönmez kardeşime, tecrübeye dayanan bazı endişelerimi ifade ettim. Bu arada, içinde bulunduğum hal sebebiyle ’günlük bir gazete de köşe yazarlığı yapmamın mümkün olmadığını,bu sebeble Yeni Akit ve Milli Gazete’den gelen tekliflere de olumlu cevap veremediğimi’ söyledim. Aylık olarak çıkardığımız ‘Misak Mecmuası’nda yer alan makalelerimi, ihtiyaç halinde iktibas edebileceklerini ifade ettim. Yayın hayatına başlayan günlük gazetenin isminin ’Vahdet’ olduğunu verilen ilânlardan öğrendim. Hayırlara vesile olmasını dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.