Dünya ve Ahiret işleri beraber yürümeli
Hz. İbrahim Aleyhisselam’a şunların vahiy edildiği naklediliyor bazı kaynaklarda: “Akıllı kişiye ne gerekir? Zamanını bilecek, dilini fuzuliyattan koruyacak, işine bakacak; dünya ve ahiret…”
Müslümanın dünya, ahiret işleri birbirinden ayrılmaz!
Tarikattan maksut sen herkesin içindeyken Mevla’yı unutmaman, O’nunla beraber olabilmendir. İmam’ı Rabbani (K.S) hazretleri, tarikat yolunda Fenafillah makamını ‘kesrette vahdet’ olarak bildiriyor. Tarikat zaten onun için lazım. Mevla’yı unutmamak; O’nda yok olmak, O’nda kaybolmak için…
Bu tabi burada bir yerine bir şey battığı zaman duymamak anlamında değil. Sen senden geçtin de seni kesseler, doğrasalar morfinlemiş değiller. O zaman “Sen nasıl kendinden geçtin de her şeyden haberin var?” derler. Öbür taraftan da akıllı kişi zamanını bilecek deniyor. Şimdi diyeceksiniz ki Carlie Hebdo olmuş. Şimdi bunu sordukları zaman, “Ben fenafillahım, Allah’ta fani olmuşum, orası neymiş, neresiymiş?” denir mi? İslamiyet sana demiyor ki dünyanın havadisinden uzak ol.
ALLAH’LA iRTiBATIMIZ IRMAK GiBi OLMALI
Allah ile nispetimiz, bağlantımız devamlı akan ırmağa benzemeli. Devamlı akan ırmağa yaprak düşse, düştü sayılır mı sayılır. Peki suyun akışını durdurur mu durdurmaz. Su durmuyorsa, maksat onun cereyanı ise, o süreklilik hali devam ettiği sürece o yaprak o suya düşmedi sayılır, sorun yok demektir.
Bizim de aklımıza fikrimize Allah’tan gayrı düşünceler gelir mi gelir. Ama yer etmemeli! Yerleşmemeli! Bir şey bir yere yerleşince başka bir şeyin yerini alır ki tehlike burada. Suya bir kaya düşünce suyu durdurur akıntıyı keser, sıkıntı başlar.
Dünya hayatı bize rabbimizi unutturmasın. İnsan tabi hanımıyla ilgilenecek, çocuğuyla şakalaşacak, ama Allah’ı da unutmamak kaydı şartıyla. Tabi bu yolun zorlukları, dereceleri var. İşte tasavvuf bir bakıma da bunun için var.
AKILLI KİŞİYE NE GEREKİR?
Hz. İbrahim Aleyhisselam’a şunların vahiy edildiği naklediliyor bazı kaynaklarda: “Akıllı kişiye ne gerekir? Zamanını bilecek, dilini fuzuliyattan koruyacak, işine bakacak; dünya ve ahiret…”
İnsan baktığından, duyduğundan, konuştuğundan, düşündüğünden, etkileniyor. Ekranları seyrederken tabi aldığımız akisler kalp havuzuna yansıyor. Ama herkes bundan etkilenmeyebilir. Makam meselesi burada devreye giriyor. Makam meselesi nedir? Fenafillah makamına geldin ise o şey seni etkilemedi demiyoruz. Toprak düşmedi, yaprak düşmedi demiyoruz. Gördün de anlamadın, vurdun da duymadı değil ki. Vurdun, duydu. Ama burada kalbin Allah ile irtibatı kesildi mi, kesilmedi. İşte başarı budur.
NiMETiN KAPKAÇÇISI OLMAMAK GEREK
Sen ne yapıyorsun? Sen bir şeyi seyrederken, o anda da yemek yerken Allah’ı zikredemiyorsun. Yani “Bunu bana kim verdi, suyu nerden geldi, bu toprakta bu tat neredeydi, bu karpuz bu hurma bu kuru daldan nasıl bal gibi oldu” diyemiyor, yerken bu tefekkürleri yapamıyorsun.
Neden çünkü yemek seni meşgul ediyor.
Halbuki fenafillah olduğun zaman yememek yok. Yiyorsun ama yerken sahibini unutmadan yiyorsun. Yani hırsız olmuyorsun. Yani teşbih gerekirse kapkaççı pozisyonuna düşmüyorsun. İşte tarikat sana bunu da öğretiyor…
Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı bekleniyor. Kahve Allah’ın, su Allah’ın senin yaptığın bir şey de yok, sadece vesile olmanın hatırı. Şekerli olsa belki seksen yıl bekleyeceksin.
Peki hiçbir servetle ölçülemeyen bir nefesinin, nefes nimetinin hatırı hiç mi önemli değil? Rabbimiz cümlemizi kulluk nimetinin şuuruna erenlerden eylesin.
ALTINLAR KOLTUGUMUN ALTINDA DiKiLi
Bir gün Abdülkādir Geylânî’ye “Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?” diye sordular. Şöyle anlattı: “Temeli sıdk (doğruluk) üzerine attım. Aslâ yalan söylemedim. Yalanı kâğıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim. İçimi ve dışımı bir yaptım. Bunun için işlerim hep rast gitti.
HAYVAN DİLE GELDİ
Çocukken maksadım ve niyetim; ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı. Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim, bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve dönüp bana: ‘Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın’ dedi. Korktum, geri döndüm.
ANNEM SÖZ ALDI
Evimizin damına çıktım. Gözüme hacılar gözüktü. Arafat’ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip: ‘Beni Allâh-u Te‘âlâ’nın yolunda bulundur. İzin ver de Bağdat’a gidip ilim öğreneyim.
Sâlih zâtları ve evliyâyı bulup ziyâret edeyim’ dedim. Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım.
Bunun üzerine annem ağladı ve kalkıp babamdan mîrâs kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı. Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı. ‘Haydi, Allâh selâmet versin oğlum. Allâh-u Te‘âlâ için ayrıldım. Artık kıyâmete kadar bir daha yüzünü göremem’ dedi.
ALAYCI ZANNETTİLER
Küçük bir kâfile ile Bağdat’a gitmek üzere yola çıktım. Hemedan’ı geçince, altmış atlı eşkiyâ çıka geldi. Kâfilemizi bastılar, kervanı soydular. İçlerinden biri benim yanıma geldi. ‘Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?’ diye sordu. ‘Kırk altınım var’ dedim. ‘Nerededir?’ dedi. ‘Koltuğumun altında dikili’ dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni bırakıp gitti. Bir başkası geldi, o da sordu, fakat o da bırakıp gitti. İkisi birden reislerine gidip, bu durumu söylediler.
SÖZÜMDE DURDUM
Reisleri beni çağırttı. Bir yerde, kâfileden aldıkları malları taksim ediyorlardı. Yanına gittim. ‘Altının var mı?’ dedi. ‘Kırk altınım var’ dedim. Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi. Söküp altınları çıkardılar. ‘Neden bunu söyledin?’ dediler. ‘Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tenbih etti.
Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. Verdiğim sözde durmam lazım’ dedim.
TÖVBEDE REİSİMİZ OL
Eşkıyâ reisi, ağlamaya başladı ve: ‘Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum’ dedi. Bu pişmanlığından sonra tövbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi.
Yanındakiler de: ‘İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tövbe etmekte de reisimiz ol’ dediler.
Sonra hepsi tövbe ettiler. Kâfileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler. İlk defa benim vesîlemle tövbe edenler bu altmış kişidir.”
ÖMÜR UZUNLUĞU iÇiN iSM- ŞERiF
“Ey hiçbir diri mevcut değilken mülkünün ve bek sının devamlılığı içerisinde diri olan! Yâ Hayy!” Bu ism-i şerîfi çok zikreden kişinin Allâh-u Teâlâ ömrünü uzatır, dünyada kalış süresini artırır ve ömrüne bereket verir. Bu ism-i şerîf Hızır (Aleyhisselâm)ın virdidir, bundan dolayı Allâh-u Teâlâ onun ömrünü uzatmıştır ve onu hayat ırmağına vâkıf kılmıştır. O da ondan içince Allâh-u Teâlâ kendisine ömr-ü tavîl (uzun hayat) ihsan etmiştir.
(Şihâbüddîn es-Sühreverdî, Şerhu’l-esmâi’l-erbaʽîn, Yazma Nüsha, Ayasofya, no:377, verak:112; Ayasofya, no:3358, verak:142; Yazma Bağışlar, no:2773, verak:3; Beyazıd Devlet, no:1256, verak:10-11; Ahmet Mahmut Ünlü, Erba‘în-i İdrîsiyye, sh:70)
ÇÖREK OTUNUN BÂSURA FAYDASI
Çörek otu yakıldıktan sonra elde edilen kül içilerek ve bâsura sürülerek kullanılırsa bâsurları keser.
Anzarot, bir suyla eritilip makat halkasının içine sürülür, sonra da üzerine çörek otu serpilirse, bu muâmele bâsurların giderilmesi için çok şaşırılacak faydalar temin eder. (Ahmet Mahmut Ünlü, Çörek otu mûcizesi ve şifâ duâları, sh:40)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.