Cumhuriyeti meşru zemine oturtmak
Cumhuriyet Millî Mücadele’nin düşünce zemini üzerinde kurulsa idi, günümüze kadar süren meşruiyet krizi yaşanmazdı. Millî Mücadele kadrosunda tasfiyeye gerek kalmaz, tek parti devleti değil, demokratik cumhuriyet vücut bulurdu. Böyle yapılmadı, zamanında Millî Mücadele’nin “cihad” olduğunu söyleyenler, “Mücahede-i Milliye”den bahsedenler, Cumhuriyet’ten sonra mukaddesatı bir kenara bıraktılar. Mücadeleye güç veren, toplumu ayakta tutan kurumları ortadan kaldırdılar.
Tevhid-i tedrisat “öğretim tekeli”ne dönüştürüldü. Bu tekelin, din öğretimine kapalı olduğu devrimler sürecinde anlaşıldı. Cumhuriyet yönetimi kendi kurduğu ilahiyat fakültesini ve imam hatip mekteplerini 1930’da kapattı. Gerekçesi muhteşemdi: Talebe bulunamıyor!
Millî Mücadele’nin meşruiyet zemini dinî muhteva üzerine oturtulmuştu. Cumhuriyetle din dışı bir meşruiyet zemini oluşturulmaya çalışıldı. Bu değişmenin Lozan’la ilişkili olduğu Millî Mücadele’nin büyük kumandanlarından Kâzım Karabekir Paşa tarafından ortaya konulmuştur. Yeni devleti oluşturacak kadro, Ankara’daki istasyon binasında toplanmış, batının düşmanı İslâmı ne yapacaklarını konuşmaktadır! Bunun bir ev ödevi olduğu bellidir. İşte “inkılâp” denilen uygulamalar bu ev ödevinin ifası mahiyetindedir.
Din karşıtı inkılâplar ülkede derin bir meşruiyet buhranına ve halk arasında güvensizliğe yol açmıştır. Meşruiyet meselesi güç kullanılarak, şiddete başvurularak çözülmeye çalışılmıştır. Dinin yerine ideoloji ikame edilmek istenmiştir. Cumhuriyet’in, tek parti yönetimi, istiklâl mahkemeleri, örfî idare (sıkıyönetim) kavramları ile birlikte anılması boşuna değildir.
Türkiye laiklik kararını kendi vermediği gibi, demokrasiye geçiş kararını da kendi başına vermemiştir. 1940’larda demokrasiye geçiş kararını kendimiz vermiş olsa idik, laiklik kavramı etrafında kümelenen bütün demokrasi dışı kurumlar ve uygulamaları gözden geçirirdik. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti Meclis çoğunluğunu elde etmiş, siyasî iktidar olmuştur. Demokrat Parti iktidarını, resmî ideoloji odakları ve devletin tek partisiyle paylaşmak zorunda kalmıştır. Bu paylaşma dahi yeterli görülmeyerek 1960 darbesi ilk cumhuriyet yıllarına, devrimlere dönüş iddiasıyla gerçekleştirilmiştir.
Darbecilerin anayasa düzenlemeleri meşruiyet krizini örtememiş, 1971’de bir müdahale ve 1980’de ikinci bir darbe gelmiştir. Meşruiyet krizinin 1990’larda dinî atıflı bir partinin en çok reyi alması ile daha rahatsız edici boyutlara ulaşması üzerine 28 Şubat post modern darbesine başvurulmuştur.
1990’larda Türkiye’nin kendini yeniden tanımlaması halk iradesi konusu haline geldi. Ya demokratik sistemden vazgeçilecek, ya da halkın iradesi belirleyici olacak. Bu ikilem Türkiye’nin dış ve iç nigâhbanlarını (gözcülerini) harekete geçirmiş, “devlet mi ideoloji mi?” sorusunu ideoloji yönünde cevaplayanlar harekete geçmiştir.
28 Şubat darbesi her bakımdan başarısız olmuş, bu da demokrasiye dönüş arzusunu güçlendirmiştir. Türkiye 28 Şubat sonrası süreçte ideolojiyi değil devleti seçmiştir. Devleti sürdürmek, daha güçlü olarak var kılmak bugün semboller seviyesinde de dikkati çekmektedir.
Böyle zamanlarda köklerle irtibat aranması kaçınılmazdır. Bugüne ulaşan kimlik yapıcı birçok uygulamanın modern dönemde Abdülhamid devrinde ihdas edildiği söylenebilir. Bunların bir kısmını tek parti cumhuriyeti arkaplana itmiştir. Devlet’in Türk köklerini barizleştirmesi Abdülhamid’in devrindedir. Onun bütün İslâm dünyasına yönelik bir siyaset dakip ederken, aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin kimlik tanımlamalarını yenilediğini de söyleyebiliriz. Bu tarihe doğru gidiş ve türkçenin resmi dil olarak ilân edilmesi ile gerçekçi bir zemine oturtulmuştur.
Böyle değişim dönemlerinde mekân tebdilinin de kaçınılmaz olduğu söylenebilir. Osmanlı Devleti 19. Yüzyılın ortalarına kadar Topkapı Sarayı’ndan yönetildi. Tanzimat döneminde bugün de ihtişamı ile görenleri etkileyen Dolmabahçe Sarayı inşa edildi. Abdülhamid, Dolmabahçe Sarayı’nı değil, Yıldız’ı tercih etti...
Sögüt’ü devletin beşiği olarak gören Abdülhamid, hem Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi’nin kabrini onarttı, hem de o kasabada cami, mektep, yetimler yurdu vb. yapılar inşa ettirdi. Osmanlı Devleti’nin kurucu aşireti olarak bilinen Karakeçililerden Söğüt alayını teşkil etti ve Yıldız’a yerleştirdi. Abdülhamid’in ayrıca Araplardan ve Anavutlardan da muhafız birlikleri oluşturduğu biliniyor.
(Yarın: 16 Türk cengaveri mi, Tarihî merasim kıt’ası mı?)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.