Tesbih taşımak Allah'ı hatırlatır
“Tespih taşımanın faydası var mı?” diye sorulmuş. Tespih çekmek takriri manada sünnettir. Tespih sayıyı muhafaza için kolaylık sağlar, insanı zikre teşvik eder.
Tespih muska gibi bir şey değil. Mahmud Efendi Hazretleri “Tespih taşıyın elinizde dursun. Tespih seni zikre teşvik eder” derdi. Arada birkaç dakika boşluk bulursun. ‘Ya bu tespih niye elimde duruyor?” dersin, aklına Allah gelir. Teşvik olur. 2 Allah dersin, 2 Sübhanallah dersin. “Bir Sübhanallah mizanı doldurur.” Mizan ki bir kefesi gökle yer arası kadar geniş. “Ben tespihsiz Sübhanallah diyorum zaten” tamam diyebilirsin biz sana bir şey demedik. Tespih şart değil. Ama tespih teşvik eder, hatırlatır. Bir de tespihin en önemli hususiyeti sayıyı karıştırmamak. Mesela tarikat 5000 derse bu sayıyı parmakla nasıl sayacaksın. Kafan karışır. “495 mi oldu, 498 mi oldu?” diye düşünürken Allah’ı unutursun. Bu gibi durumlarda tespihin önemi ortaya çıkıyor.
BİD’AT OLMAZ
Tespih sünnet midir? Bid’at mıdır? diye tartışılmış. Benim âlimlerden öğrenip verdiğim bir kaide var. “Bir şeyin aslı sünnette var ise şeklinin değişmesi onu bid’at yapmaz.” Misal, Kâbe’de camide namaz bitince sağına soluna musafaha yaparlar. Bizim Türkiye’de yok bu adet. Mekke, Medine’de selam verince elini uzatıyor adam hemen sana. Bu musafahadır. Musafahanın aslının sünnet olduğuna dair dolu sahih hadis var. Sünnettir ve günahlar dökülmeden ayrılmazlar vesaire… “Peki bu sünneti namazın peşine yapsak bid’at olur mu?” İmam Masum Hazretleri “Aslı sünnet ise namazın peşine yapsan niye bid’at olsun” diyor. “Camide yapmak bid’at mıdır? Millet kuyruk gibi caminin önüne diziliyor.” Yahu bak arkadaş şekilden gidiyorsun. Ben sana kaide veriyorum; “Bir şeyin aslı sünnette var ise şeklinin değişmesi onu bid’at yapmaz.” Musafahın aslı sünnet ise namazdan sonra da yapılsa sünneti bozmaz, caminin içinde yapılsa bid’at olmaz. Kapının dışında da yapılsa bid’at olmaz.
ÇEKİRDEKLE ZİKİR
Şimdi tespihe gelirsek… Cüveyriye validemiz Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in eşlerindendir. Rasulullah onun yanından sabah namazı vaktinde çıktı. Efendimiz mescitte rüyaları tabir eder, fetvalara cevap verir, hastaları okur, dolu işleri vardır. Sonra işrak oldu, kuşluk oldu. Efendimiz eve döndü. Bir de baktı ki annemiz aynı bıraktığı yerde kıpırdamadan oturuyor. Bu dediğim en az 3-4 saatlik bir zaman. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona buyurdu “Ben seni bıraktığımdan beri sen hiç kıpırdamadan aynı yerde mi duruyorsun?” Cüveyriye validemiz “Evet Ya Resulallah” dedi. “Ne yapıyorsun” deyince “Zikir yapıyorum” dedi.
REDDETMEDİ SÜNNET OLDU
Şimdi burada iki mesele anlayacağız. Birincisi orda önünde hurma çekirdekleri vardı. Bir zikir yapınca hurma çekirdeklerinden bir tanesini kenara koyuyordu. Burada eğer bid’atlık olsaydı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Sen niye hurma çekirdeğiyle falan sayı yapıyorsun?” buyururdu. Reddetmesi nedeniyle sünnet oldu. Sünnet 3 çeşittir: Kavli, fiili, takriri. Kavli buyurdukları, fiili yaptıkları, takriri sükût ettikleri. Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bid’ata sessiz kalmaz.
Harama, günaha hiç sessiz kalamaz. Vazifesi o. O halde sessiz kalmasından anladık ki bunun aslı sünnet de var.
GAVURA BiLE FAYDASI VAR!
Ben Fransa’da tespihin faydasını gördüm. Beni cemaatten arkadaşlar yemek yemek için bir eve götürdü. Sohbet öncesi veya sonrası. Bir mahalleye girdik baktım ki bütün arabaların camlarında tespih asılı. “Allah Allah bu Fransa ne kadar Müslüman dolmuş” dedim. Arkadaşlara “Burası özel bir Müslüman mahallesi falan mı?” diye sordum. “Hayır, genel herkes var. Müslümanlar da var” dediler.
KUL HAKKIDIR
Tabi orada Araplar, Faslılar, Tunuslular, Cezayirliler çok. Arkadaşlar “Burada gâvurlar da cama tespih asıyor. Çünkü tespih asılı olmayan arabaları Müslümanlardan bazı eşkıyalar patlatıyorlar” dedi. Tabi ki caiz değil bu. Gâvurun arabası da olsa kul hakkıdır. Hep anlatıyoruz bunları ama neyse…
Eşkıya tipli Müslümanlar camında tespih olan arabaların sahiplerini Müslüman kabul edip, o arabalara dokunmuyorlarmış.
Tespih taşımanın faydası var işte! Oradaki adam gâvur da olsa tespih taşıyarak arabayı kurtarıyor mesela.
YATACAK YERiMiZ YOK
Hilyetu’l-Evliya isimli eserde geçer. Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) günde 12 bin istiğfar ederdi. Bunun içinde iplere düğümler yapmış. O düğümleri çeke çeke zikir yapmış. Buradan da ne anlıyoruz? Koca Ebu Hureyre 12 bin kere istiğfar ederse bizim yatacak yerimiz yok. Bizim kaç defa etmemiz lazım? O ayrı bir konu.
3-4 SAATLiK ZiKiRDEN ÜSTÜN
Bir de Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Cüveyriye annemize “Ben senden sonra 4 kelimeyi 3 kere söyledim. Senin saatlerdir yaptığın zikirden üstün zikir etmiş oldum” buyurdu. Bu “5-10 bin zikir etme” demek değil.
Bunlardan “Dualarım” kitabında dolu var.
Mesela “Sübhânellâhi ve bihamdihi, adede halkihi, ve rızâ nefsihi, vezinete arşihi, ve midâde kelimâtihi” , Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “Bu 4 kelimeyi ben 3 kere söyledim, senin 3-4 saatlik zikrinden üstün oldu” buyurdu.
Çünkü bir Sübhanallah diyor ama Allah’ın yarattıkları sayısınca olsun diyor. Yarattıklarının sayısını ancak Allah bilir.
Kattrilyonlarca Sübhanllah yazılıyor deftere. “Ee o zaman biz niye hep böyle yapmıyoruz?” Yap, ben sana bir şey mi dedim?
TAKRiRi MANADA SÜNNET
Tespih taşımaya bid’at denemez. Mademki sahabeyi kiram düğümler atmış, hurma çekirdekleriyle sayıları korumuştur. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bunları görmüştür ve bir şey dememiştir. Sayıyı muhafaza için takriri manada sünnet olduğu sabit olmuştur. Faydası da söylediğim gibi zikri hatırlatır. İnsana zorla da olsa zikrettirir. İkincisi sayıyı muhafazada kolaylık sağlar.
İnsanın kafasını “3 mü oldu, 5 mi oldu” düşüncesiyle meşgul etmekten kurtarır. Sen de gözünü kapatıp, kalbini Mevla’ya bağlayıp huzur ve huşu içinde zikrini yaparsın.
HADİS-İ ŞERİF
"Allah'ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur. Allah ona heybet nazarıyla baktığı anda, o ikiye bölünmüş, onun yarısından iki cihanı yaratmıştır."
AYET-İ KERİME
Şüphe yok ki, bu Kur’ân, (kendisine uyanları) en doğru olan (yol) a hidayet eder (kavuşturur). Ve salih amellerde bulunan müminlere çok müjde verir ki, onlar için muhakkak büyük bir mükâfat vardır."
(İsra Suresi: 9)
MEDRESENiN OTU VE SUYU
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri zamanında, Bağdat’ta tâûn (veba) hastalığı vâki oldu. Her gün binlerce erkek ve kadın ölüyordu. Bağdat ahâlisi Ğavs-ı A‘zam’a, bu öldürücü hastalıktan şikâyet ettiklerinde onlara: “Medresemizin avlusundaki otlardan döğünüz ve yiyiniz, Allâh-u Te‘âlâ hastalara bununla şifâ verir ve tâûnu kaldırır” buyurdu. Hastalar onun buyurduğu gibi yaptılar, hastalar iyileşti ve Allâh-u Te‘âlâ onlardan tâûnu kaldırdı. Hastalar çok olduğu ve izdiham had safhaya eriştiği için, Ğavs-ı A‘zam: “Medresemizin suyundan bir damla içene, Allâh-u Te‘âlâ şifâ verir” buyurdu.
İnsanlar o mübârek medresenin suyundan içtiler ve tam sıhhate kavuştular. Böylece onun zamanında Bağdat’ta bir daha tâûn hastalığı görülmedi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.