Altın hesabının caizliği şarta bağlı
Sarf akdinin gerçekleşmesi için altının teslim ve tesellümünün yapıldığı yerde biri satıcı, diğeri alıcı olmak üzere mutlaka en az iki kişi olmalıdır.
Yaşadığımız bu dönemde hızla gelişen piyasa sürekli olarak yeni ticari uygulamaları gündeme getirmektedir.
Dini duyarlılığı olan Müslüman kardeşlerimiz doğal olarak bu uygulamaların dinlerine uygun olup olmadığı noktasında araştırma yapmakta ve yetkili kişilere müracaat etmektedirler.
Bu ticarî işlemlerden biri de finans kurumlarının yakın zamanda devreye soktukları altın hesabı diye tabir edilen uygulamadır. Bu uygulamanın içeriğinin ne olduğu ve dinimizde beyan edilen akit türlerinden hangisiyle örtüşüp örtüşmediği açık bir şekilde ortaya konulmalıdır. Aslında uygulamaya konulacak olan yeni ticari işlemlerin her birinin öncelikle dinimize uygunluğu araştırılmalıdır. Araştırma yapacak olan ilim adamlarının hedefi ise mutlaka bir yol bulup işlemin cevazına gitmek değil, dini kurallara uygun olup olmadığını tespit yönünde olmalıdır.
SARF AKDİ FARKLIDIR
“Altın hesabı” diye tabir edilen mesele kısaca şöyle uygulanmaktadır; bankanın kasasında belli bir miktar altın bulunur. Bu kasa ister merkezde olsun ister şubede olsun fark etmez.
Banka, kişiye yatırdığı paraya denk düşen miktardaki altını ya hemen teslim eder yahut onun
adına açılan hesaba kaydeder.
Kişi istediği zaman gidip bizzat altını ya da mukabili Türk lirasını veya başka para birimini bozdurarak alır. Fıkıh kitaplarımızda alışveriş konusu, muhtelif açılardan ele alınarak farklı kısımlar ortaya konulmuştur. Bu kısımlardan biri de para, altın veya gümüşten herhangi birini diğeriyle takas etme anlamına gelen sarf akdidir.
Başta sünnet olmak üzere tüm kaynaklarımızda sarf akdi diğer alışveriş akitlerinden farklı tutulmuştur. Buna binaen sarf akdinde, diğer akitler için gerekli görülmeyen bazı şartlardan bahsedilmiştir.
Zira Kur’ân-ı Kerîm’in açık nassıyla haram kılınan faiz, insanlar arasında en çok, sarf akdiyle vaki olmuş ve olmaktadır.
Bu aynı zamanda sarf akdine ait akitlerin her hangi bir fesada ve mahzura yol açmayacak şekilde düzenlendiği anlamına gelmektedir.
AKDİN İKİ ŞARTI
Sarf akdinin en temel kaidelerinden biri de nebevî tâlimin “Yeden-bi-yed” şeklinde ifade ettiği tekabuz şartıdır. Karşılıklı ivaz içeren alışveriş akitlerinde akde konu iki şey vardır: Birincisi; satıcı tarafından satılmak, müşteri tarafından satın alınmak istenen nesne ki buna fıkıh diliyle mebî‛ diyoruz.
İkincisi; bu mebî‛in mukabilinde verilecek olan şey ki bu da para, altın, gümüş veya yerine göre sair mislî mallardır.
Buna da fıkıh ifadesiyle semen diyoruz. Burhânüddîn Ali ibni Ebî Bekr el-Mer- ğînânî (Rahimehullâh) “el-Hidâye” isimli eserinde şöyle ifade etmiştir:
“Tüm alışveriş türlerinde, mebî‛in (satılan nesnenin) tâyin edilmiş (belirlenmiş) olması yeterli görülmüş, akdin sıhhati için ayrıca kabz şartı aranmamıştır.”
Mebî‛in tâyini yani belirlenmesi -sarf akdinin dışında- işaret etmek sûretiyle olabileceği gibi vasıflarını beyan etmekle de gerçekleşir. Bu durumda mebîi kabzetmek, satışa mahal olan nesnede tasarruf edebilmek için şart koşulmuştur.
Mebîde gerçekleşmesi gereken kabz ise hakiki olabileceği gibi hükmî de olabilir.
Hükmî kabz; mebîi kabzetmeye mâni tüm engellerin bertaraf edilmesidir ki fıkıh diliyle buna tahliye denir.
TEKABUZ ŞART
Sarf akdinde ise akde konu olan şey bir itibarla mebî, diğer bir itibarla semendir. Yani satılan şey diğer eşyayı satın almada kullanılan bedelin ta kendisidir.
Mebîde tâyin (satılan şeyin belirli olması) akdin sıhhati için şart olduğundan bu akitte de tâyin gerekli görülmüştür.
Şu kadar var ki; burada yani sarf akdinde bir yönüyle mebî olarak değerlendirilen şey işaret etmekle veya vasıflarını beyan etmekle tâyin edilmiş olamayacağından tekabuz şart koşulmuştur.
Aynı zamanda bunun hükmî değil hakiki kabz olması da ayrı bir şarttır. Bundan dolayı da tarafların birbirlerinden bedenen ayrılmadan tekabuz işlemini gerçekleştirmeleri sarf akdinin sıhhati için şart koşulmuştur. Buraya kadar olan bölümde âlimlerimiz arasında ihtilaf olmadığı gibi muâsır ilim adamları arasında da ihtilaf söz konusu değildir.
"Kur’ân-ı Kerîm’in açık nassıyla haram kılınan faiz, insanlar arasında en çok, sarf akdiyle vaki olmuş ve olmaktadır."
YENi BiR MESELE
İhtilaf edilen mesele ise fıkıh kitaplarımızın sarf bahislerinde mezkûr olan kabzın bir diğer ifadeyle hakik-i kabzın günümüz şartlarında farklı olup-olamayacağıdır. Yani “Banka hesabına paranın nakledilmesi hakiki kabz olarak değerlendirilebilir mi, değerlendirilemez mi?” meselesidir.
Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki, bu konu klasik fıkıh kaynaklarımızda beyan edilmiş olmadığından, ilim adamları meselenin hükmünü istinbat edebilmek için farklı bakışlar neticesinde farklı sonuçlara varmışlardır.
Şurası muhakkak ki bu mesele günümüz ihtiyaçlarının doğurduğu yeni bir meseledir. Bu yüzden muâsır âlimler bu hususta kaynaklara dayanmaktan öte, kaynakları yorumlama sûretiyle hükmü elde etmeye çalışmışlardır.
Kaynakların yorumlanması neticesinde farklı görüşlerin ortaya çıkması ise son derece doğaldır.
KABLE’L-KABZ TASARRUF CAİZDİR
Banka hesabına paranın naklini kabz olarak değerlendirenlerin gerekçelerinden biri şudur; kabz, kişiye kabzettiği şeyde tasarruf yetkisi vermektedir.
Buna binaen müşteri banka hesabında bulunan parasını dilediği zaman çekebilmekte ya da nakledebilmektedir.
Şu halde hesaba kayıt, kişiye tasarruf yetkisi sağladığına göre kabz kabul edilmelidir.
Biz, kabzın kişiye tasarruf yetkisi verdiğini kabul ediyoruz. Ancak kişinin tasarrufa yetkili olmasının, kabz anlamına geleceğini kabul etmiyoruz. Zira ehlince de malum olduğu üzere sarf babının dışında semende kable’l-kabz (kabızdan önce) tasarruf caizdir.
Hâlbuki bu tasarruf yetkisi, kişi için semeni kabzetmek olarak kabul edilmemiştir.
Bunu temellendirme adına başta hadîs-i şerifler olmak üzere fıkıh kaynaklarımız da buna şehadet etmektedir.
İKİ ŞEKİLDE İNCELENMELİ
Ancak bizler burada, aykırı fikir sahiplerinin görüşlerine reddiye yapmaktan öte toplumda ihtiyaç halini almış olan bu meselenin kanaatimizce sahih bir mahmile oturtulmasına çalışmaktayız. Buna göre altın hesabını iki ayrı şekilde ele alıp incelemek durumundayız:
1) Yüklü olmayan altın alımlarında müşteri altını bizatihi eline almalıdır. Daha sonra yapmak istediği meşrû tasarrufu dilediği şekilde yapar.
2) Müşterinin bulunmuş olduğu mecliste bizatihi altını kabzetmesinin mümkün olamayacağı derecedeki yüklü alımlarda ise vekâlet işlemi devreye sokulmalıdır. Ancak bu öyle bir şekilde yapılmalıdır ki müvekkil vereceği vekâletten haberdar olmalıdır. Söz gelimi yüklü miktarda altın alacak kişi, kendisini akitte mübaşir zannederek sözleşme kâğıdını imzalayan değil, imzaladığı kâğıtla adına altını satın alacak olan kişiye vekâlet verdiğinin bilincinde olan kişi olmalıdır. Dolayısıyla kendisine vekâlet verilen vekil, altını satın almadan önce iletişim vasıtalarından herhangi biriyle mutlaka haberdar edilmelidir.
Akdin gerçekleşmesi için altının teslim ve tesellümünün yapıldığı yerde biri satıcı, diğeri alıcı olmak üzere mutlaka en az iki kişi olmalıdır. Bu yüzden finans kurumunun, altın borsasında satış elamanının dışında müşteri adına altını alıp belli yerlere yatıracak bir vekili akit meclisinde bulundurması gerekmektedir.
VEKALET VERİLİR
Finans kurumuna altın almak için gelen müşteri, bu iş için özel bölümlerde bulunan altın borsasındaki yani fiziki altınların bulunduğu mahaldeki kişiye haberleşme vasıtalarından biriyle: “Birazdan havâle yoluyla göndereceğim meblağ ile benim adıma şu kadar altını alıp kabzedersin ve alacağın altını şu numaralı hesaba yatırırsın” diye vekâlet verir.
Bunun akabinde bulunduğu şubeden, kurum tarafından satışa yetkili olan kişiye parayı havâle eder. Müşterinin vekili olan kişi, alacaklı olduğu meblağ ile kendisinden istenilen altını satın alır ve kabzeder.
İŞLEM CAİZ OLUR
Bu şekilde finans kurumunun vekili ile müşterinin vekili fiziki altınların bulunmuş olduğu mahal (yer)de alışveriş işlemini icra etmiş olurlar.
Finans kurumu ve müşteri anlattığımız şekilde alışverişlerini icra edecek olurlarsa bu işlem yani kurumdan altın alma işlemi caiz olur.
Ancak caiz görülen bu işlem, kurumun diğer işlemlerinin de caiz olduğu anlamına gelmemektedir.
Diğer işlemlerin her biri müstakil birer mesele olduğundan ayrıca ele alınmalıdır. Biz burada, sorulan tek bir mesele ile ilgili işlemin caiz olabileceği bir yolu göstermiş olduk.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.