Hilton demenin faturası, 50 milyar mı?
Her zaman söylüyorum, yine söyleyeceğim... Bizim en büyük problemimiz nedir, bilir misiniz?.. En büyük problemimiz; “Perşembe’nin geleceğini, Çarşamba’dan haber vermek”tir... İşte bu yüzdendir ki; başımızdan “dert” eksik olmaz!.. İşte bu yüzdendir ki; bizi “susturmak” için, hakkımızda sürekli “dâvâ”lar açılır ve biz, sürekli “mahkeme”lere gider-gideriz...
Kimin “kovan”ına çomak soktuysak, kimin “teker”ine taş koyduysak, hep “mahkeme”de bulduk kendimizi...
Bugün, “basın özgürlüğü”nden dem vuran, “hür basının susturulması teşebbüsleri”nden yakınan Aydın Doğan’ın şikâyeti üzerine de, kendimizi mahkemede bulduğumuz gibi!..
KAVGA 2 YIL ÖNCE BAŞLADI
Efendim; bugünlerde “Doğan-Erdoğan kavgası” olarak bilinen kavganın kökleri, taa “2 yıl öncesi”ne dayanıyor... Bugün olduğu gibi, dün de bu kavganın temelinde “Hilton Oteli” vardı...
Ve ben, bu konuyu 30 Mart 2006 tarihli Ayna’da; “Kavganın sebebi Hilton Oteli mi?” başlıklı bir yazıyla gündeme getirmiştim... Hem de, “Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir sözü”nden hareketle!..
Çünkü Sayın Başbakan, 25 Mart 2006 günü, “AK Parti Güngören İlçe Kongresi”nde şöyle bir söz sarfetmişti:
“Yalan-yanlış haberlerle bana, bakanlarıma ve bürokratıma saldıran medya, cevabını alır. Benim de arşivlerim var!.. Yani bir şey istediler de, alamadıkları için mi böyle yazıyorlar?.. Biz de kalkıp, medya patronları için dolaşan dedikoduları mı açıklayalım?”
İşte bu söz üzerine; her zaman olduğu gibi, bazı kişiler ve kuruluşlar, “nasır”larına basılmışcasına bağırmaya başlamıştı:
“Kim onlar, açıkla!”
CHP Antalya Milletvekili Feridun Baloğlu, 27 Mart günü bir “önerge” vererek, şu soruları yöneltmişti Tayyip Bey’e:
¥ ‘Zamanı geldiğinde açıklarız’ dediğiniz arşivde, medya kuruluşlarının yasal olmadığına inandığınız ne gibi faaliyetleri yer almaktadır? Yasal olmayan işler hakkında gereğini yapmamak, görevi ihmal değil midir? Arşivlediğiniz medya kuruluşları hangileridir?
¥ Hükümetinizden ya da müsteşarınızdan ‘bir şey isteyip de alamadığını’ iddia ettiğiniz gazeteleri açıklar mısınız? Talep ettikleri ve alamadıkları nelerdir? Talepler, hangi tarihte, ne tür bir yöntemle size ya da müsteşarınıza ulaştırılmıştır?”
Belli ki, Tayyip Bey’in; “dilinin altında sakladığı bir bakla” vardı... Ama, bekliyordu... “Son radde”ye gelindiğinde; herhalde, ağzındaki “bakla”yı çıkarıp, “kimin ne yaptığını, kimin ne istediğini” açıklayacaktı!..
YILMAZ’DAN TECAHÜL-İ ÂRİF
Çünkü, “baskı”lar, hayli yoğundu... Meselâ; Aydın Doğan’ın gazetesi Hürriyet’in yazarlarından Mehmet Yakup Yılmaz, 27 Mart tarihli köşesinde, şöyle sesleniyordu sayın Başbakan’a:
“Kendisinden rica ediyorum... Bu, bir şeyler isteyen basın mensupları kimler?.. Bunu açıklasın!.. Hangi gazete patronu ne istemiş, hangi gazeteci nasıl bir avanta bekliyor, açıklasın ve herkes öğrensin!”
Bildiğim kadarıyla; bu “yazı ve davranış biçimi”ne; edebiyatta, “tecahül-i ârif” deniyor!..
Yani, “bilip de, bilmezlikten gelme”nin sanatsal ifadesi!..
Evet, “tecahül-i ârif”
Mehmet Yakup Yılmaz da, “bilmezleri” oynuyor olmalıydı... Yoksa, “bilmemesi” mümkün değildi... En azından; “Ertuğrul Özkök-Güneş Taner konuşması”nı hatırlamaması imkânsızdı... Çünkü, gazetelerde; 18 Aralık 1998’de “deşifreleri” yayınlanan o “kaset”lerde; Özkök ile Taner arasında “karton fabrikası için 130 milyon dolarlık bir teşvik pazarlığı” yapıldığı görülüyordu!..
Bu pazarlığı, “Mısır’daki sağır sultanlar” bile duyduğuna göre, Mehmet Yakup’un duymaması mümkün değildi...
Kaldı ki; o “kaset”leri açıkladı diye, zavallı Meral Akşener’in başına gelmedik kalmamıştı!..
“Haberleşme hürriyetini ihlâl ettiği” iddiasıyla hakkında birçok “tazminat dâvâları” açılmış ve sonunda; kadıncağızın “evine haciz” konulmuştu...
Sizin anlayacağınız; Başbakan’a efelenip, “kimin ne istediğini açıkla” diyenler, o zamanlar Meral Hanım’ı “linç” etmişlerdi!..
Oysa, Meral Akşener’in açıkladığı kasetlerde; Ertuğrul Özkök, dönemin Devlet Bakanı Güneş Taner’le görüşüyor ve ona dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’dan yakınıp, şöyle diyordu:
“Verin artık şu teşviki!.. Satış filan, verin bunu ya!.. (...) Ulan, yine ben koruyorum onu!.. Hâlâ da ben koruyorum!.. (...) Röportaj gibi gideceksin, ana-avrat iyice bir kavga edeceksin!.. Ondan sonra, tekrar iyi adam olacaksın!”
Dedim ya;
Hele de bir “Hürriyet yazarı” olan Mehmet Yakup Yılmaz’ın, bu “telefon görüşmesi”ni bilmemesi, hatırlamaması mümkün değildi!..
Demek ki, “tecaül-i ârif” yapıyordu!..
“Biliyor”, ama “bilmezlikten” geliyordu!..
Eee, ne de olsa “sanatçı” adamlardı!..
Aynı zamanda “işini bilen” adamlardı!..
AYDIN DOĞAN “HESAP” ADAMIDIR!
Zaten, “iş bilmeseler”, ne işleri vardı Aydın Doğan’ın yanında!.. Çünkü, Aydın Doğan; 45 yıllık gazeteci Akgün Tekin’in kitabında yazdığına göre, “önce patron”du... Yani, “her şeyin hesabını-kitabını yapan, etrafında olan-biteni gören biri”ydi!..
Aynı zamanda; “Gazete kaç paraya çıktı, ne oldu?.. Şu manşetin yararı, bu manşetin zararı ne olur?”
Bunların hesabını iyi yapar!..
Doğrusu, Akgün Tekin, çok iyi bir “Aydın Doğan portresi” çizmişti!..
“Önce patron!.. Her şeyin hesabını-kitabını yapan!.. Etrafında olup-biteni gören!.. Manşetlerin yararı ve zararını hesaplayan bir patron!..
POAŞ’TA VE DIŞBANK’TA NELER OLDU?
Eğer öyle olmasa, meselâ şu “POAŞ’taki kâr kokusu”nu alabilir miydi?..
Sadece POAŞ mı; şimdiki adı Fortis olan Dışbank’ta da; nasıl “kaz gelecek” yeri gören bir “patron” olduğunu ortaya koymuştu zaten!..
Olayın özü ve özeti şu:
İş Bankası; Dışbank’ı, önce Lapis’e satmıştı.
Ancak Lapis; taksitlerini ödeyemeyince İş Bankası, bankayı geri almıştı...
Sonra Doğan Grubu’na; 20 Kasım 1994’te, Frankfurt şubesi kanalıyla libor artı 2 faizli; biri 6 yıl, diğeri 7 yıl olmak üzere 7’şer milyon dolarlık iki kredi vermişti.
Hatırlarsınız... Doğan Grubu Dışbank’ı “90 milyon dolar”a satın almıştı!..
Bugün, 1 milyar 280 milyon dolara satılan işte bu bankadır!..
Görüyor musunuz hesabı-kitabı;
“90 milyon dolar” yatır, “1 milyar 280 milyon dolar”a sat!..
Doğrusu var ya; sihirbazların, “şapkadan tavşan çıkarması”, Aydın Bey’inkinin yanında hiç de büyük bir marifet değildi!.. “90 milyon dolardan, 1 milyar 280 milyon dolar çıkaran” Aydın Bey’e ancak ve ancak şapka çıkarılırdı!..
HERKESİN “GÖREV”İ FARKLI
Hele düşünün;
Eminönü’nde, “Koç’un yedek parça bayiliği”ni yaparken, taa buralara gelmek her babayiğidin başarabileceği bir iş olmasa gerekti!..
Önce Milliyet’i al, sonra Hürriyet’e sahip ol!.. Ardından Dışbank, POAŞ derken, Star TV’yi al!..
Bu “çark”ı herkes döndüremezdi!.. Tabiî, tek başına Aydın Bey de döndüremezdi!.. Bu, bir “ekip” ve “kadro” işiydi!.. Bunlar, “organize işler”di!..
Bu “organizasyon”da, herkesin “ayrı bir görev”i vardı!..
Meselâ, Ertuğrul; açacak telefonu, soracaktı Güneş Taner’e;
“N’ooldu bizim patronun teşvik işi?”
Meselâ, Mehmet Yakup, tecahüt-i ârif yapıp, “taarruz”ları püskürtecekti;
“Açıklayın sayın Başbakan!.. Sizden kim ne istedi, bunları açıklayın!”
Milliyet’in görevi ayrı, Radikal’in görevi ayrı!.. Oktay Ekşi’nin hedefi başka, AH-C’nin hedefi başka!..
Ama “ortak” bir görevleri vardı:
“İmparator’un nüfuz ve servetini daha da büyütmek ve bu arada gelebilecek muhtemel saldırıları geri püskürtmek!”
“İş”leri ve “görev”leri buydu!..
HİLTON’A, REZİDANS YAPMA PLÂNI
İşte, tam da o günlerde... Yani, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “Bir şey istediniz de, alamadınız mı?” diye sorduğu günlerde, ben de şu soruyu sormuştum:
“Alamadıkları şey, Hilton’da tadilat izni mi?”
Çünkü, o günlerde “Hilton’la ilgili söylentiler” dolaşıyordu ortalıkta... Ve ben, o söylentileri şöyle yansıtmıştım Ayna’da:
Mehmet Emin Karamehmet’in Tercüman gazetesinde, “Aydın Doğan, 255 milyon dolara satın aldığı Hilton Oteli’nin arsası üzerinde alışveriş merkezi kuracak” şeklinde bir iddia atılmıştı ortaya!..
Bazı kaynaklar ise;
“Hayır” diyordu; “Alışveriş merkezi değil, o yere her tuğlası altın değerinde yüzlerce lüks konut (rezidans) inşa edecekler!”
Yalnız; o “rezidans”ların, yani “lüks konut”ların inşa edilebilmesi için, Hilton Oteli’nin bulunduğu yerde “imar değişikliği” yapılması gerekiyormuş!..
Eğer “imar değişikliği” yapılır da; orada “alışveriş merkezi” veya “lüks konut” inşaatına onay alınabilirse, ne olacakmış biliyor musunuz?..
“255 milyon dolar”a alınan Hilton Oteli’nin değeri, bir anda “3 milyar 500 milyon dolar”a fırlayıverecekmiş!..
İşte bu da; “yatırım”a harcanacak para hariç, “kemiksiz 2 milyar dolar kâr” demekmiş!..
Dile kolay; “255 milyon dolar” yatır, biraz masraf yap, “2.5 milyar dolar” kazan!..
Söyleyin Allah aşkına; “şapkadan tavşan çıkaran” sihirbazlarınki de “marifet” mi, bunun yanında?..
Böyle bir beceriyi, “Para Sihirbazı” dedikleri George Soros bile gösteremez!..
BANA 50 MİLYARLIK DÂVÂ AÇTILAR
Evet, 30 Mart 2006 tarihli Ayna’da bunları yazmıştım... Sadece “iddia”ları değil, “savunma”ları da eklemiştim...
Demiştim ki; iddialar böyle, ama “Aydın Doğan adına” konuşanlar, bu iddiayı reddediyormuş!.. “Bizim” diyorlarmış; “Ne rezidans, ne alışveriş merkezi projemiz var!.. Biz; Hilton’u, otel olarak korumaya kararlıyız!.. Dolayısıyla imar değişikliği gibi bir talebimiz yok!”
Gördüğünüz gibi; “objektif gazetecilik” yapıp, hem “iddia”ları, hem de “karşı tarafın görüşü”nü aktarmışım!..
Ama, buna rağmen...
Aydın Doğan’ın avukatları, doğruca “mahkeme”ye koşmuşlar ve benim “iftira” attığımı öne sürerek, hakkımda “tam 50 milyar liralık tazminat dâvâsı” açmışlar, iyi mi?..
Evet, evet; sırf “kavganın sebebi Hilton mu?” diye sorduğum için “50 milyarlık dâvâ” açmışlar!..
Dâvâ hâlâ devam ediyor!..
Peki, “dâvâ açmaktaki amaç”ları ne?..
Elbette, “susturmak!”
O günlerde beni “susturmak” için “50 milyarlık dâvâ” açan Aydın Bey; bugün kalkmış Tayyip Bey’e soruyor:
“Haberi gizleyelim mi?..
Biz, habercilik yapıyoruz!”
Peki, bizim yaptığımız neydi Aydın Bey?..
“Hilton’da plân tadilatı yapılmasını talep ettiğinizi” yazmak, yani “gazetecilik” yapmak değil miydi?.. O halde, beni niye “susturmaya” kalktınız?..
Bu “tazminat dâvâsı”nı açmanızın bir tek haklı sebebi olabilirdi, o da Hilton Oteli’ni olduğu gibi bırakmanız!.. Yani, “otelcilik” yapmanız!..
Eğer böyle olsaydı, “Yanlış yazmışım” der, sizden “özür” dilerdim...
Ama, şimdi ortaya çıkıyor ki;
Siz... Evet, “çevreci” geçinen siz; Hilton Oteli’nin önündeki “devasa yeşil alan”a, aynen 30 Mart 2006’da yazdığım gibi “rezidans”lar yapmak için, Başbakan’a “rica”larda bulunmuşsunuz!..
Başbakan’dan “mümkün değil, olmaz” cevabını alınca da gitmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ile görüşmüşsünüz!..
O da olmayıncaaaa!..
Adeta çıldırmışsınız!.. Çılgınca saldırıyorsunuz!..
SİZ, BİR DİKTATÖR MÜSÜNÜZ?
Uzun lâfın kısası;
Deniz Feneri Derneği ve RTÜK Başkanı Zahid Akman üzerinden Hükümet’e saldırının perde arkasında, işte bu “Hilton olayı” varmış efendim...
Zaten, bunu kendisi de itiraf ediyor:
“Hilton konusunda yasalara aykırı bir talebim varsa, bunu reddetmek kamu otoritesinin görevidir. Ama vatandaş olarak haklı bir talepte bulunuyorsam ve Başbakan bunu yerine getirmiyorsa, bu da suçtur.”
Şimdi sormak istiyorum:
“Kavga”nın temelinde madem “Hilton olayı” vardı, o halde benim hakkımda o “50 milyarlık tazminat dâvâsı”nı niye açtınız Aydın Bey?.. Başbakan da “Hilton” dediğine göre, ona da dâvâ açmayı düşünüyor musunuz?..
Yoksa, yine “Taksim Meydanı’nda kendimi asarım” mı diyeceksiniz?!?..
Size, “sizin sözünüz”le cevap vereceğim:
“Hür basını susturmaya tam teşebbüs eden bir gazete patronunu, tarih; demokrasi defterine değil, diktatörler sayfasına yazar!”
Açık ve net soruyorum Aydın Bey;
“Siz bir diktatör müsünüz?”
Eğer değilseniz, şu “50 milyarlık tazminat dâvâsı”nın sebebini bir izah edin bana!..
Çünkü, eleştiriye tahammül edemeyenler, sadece “despot”lar ve “diktatör”lerdir!..
Yeni bir dâvâ açmayacağını bilsem, sorardım;
Bu panik, korku ve endişenin sebebi, ufukta görünen “kaçakçılık dosyası” mı?!?.
Ama neme lâzım, daha sonra sorarım!..
------------------------
Sırnaşık!
“En sırnaşık hayvan hangisidir?” diye sorulsa, herhalde “kedi”ler bir numaraya oturur... Çünkü kediler, ne kadar kovarsanız kovun, gelip “sırnaşır”lar!..
Peki, “En sırnaşık kuruluş hangisidir?” diye sorulsa ne cevap verirsiniz?.. Sizi bilmem ama; benim nazarımda “en sırnaşık kuruluş”, yasalar önünde hiçbir hükmî şahsiyeti olmadığı için “illegal” konumda olan, “Oktay Ekşi ve avanesi”nin bir nevi “mastürbasyon” yapmak için oluşturdukları “Basın Konseyi”dir!..
Neden derseniz, hemen izah edelim:
Efendim, “yasaların muhatap kabul etmediği” bu kuruluşu, biz de muhatap kabul etmiyor ve hemen her seferinde “Sizi tanımıyoruz” diyoruz...
Ama onlar ne yapıyor?.. “İş yapmış olmak için” olsa gerek; toplanıp Vakit hakkında “kınama” ve “uyarma” kararı alıyorlar!.. Karar alıp, “tatmin” oluyorlar!..
Almazlarsa hatırım kalır... Ama birader, defalarca söyledik; “Sizi tanımıyoruz, düşün yakamızdan” diye!.. Ama onlar, “kedi”ler gibi “sırnaşmak”tan bir türlü vazgeçmiyorlar!..
Olmaz ki... Bu kadar da “sırnaşık” olunmaz ki!..