Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Çivili ev

Çivili ev

Türkiye’nin Süleyman Şah ve silah arkadaşlarının naaşlarını Karakozak köyü civarından sınıra yakın bölgeye veya Eşme köyüne kaydırma işlemi içeride ve dışarıda yankılandı. Lehte ve aleyhte değerlendirmeler oldu. Bazı muhalif partiler ile Oda TV  ilk defa Türkiye’nin yayılmacı irredentist bir yönetiminin altında toprak kaybettiğini ileri sürdüler. Bunlar elbette zorlama yorumlar. Onlar bundan önce Türkiye’nin reddi mirasla birlikte en fazla toprağı hangi dönemde kaybettiğinin hesabını yapsınlar ve ötesinde sahiplendikleri ve savundukları asrı saadetlerinin kayıplarının hesabını versinler.  ‘Bize Çankaya yeter, Kabe Arabın olsun’ diyen zihniyetin kaybetme veya kazanma hesabı mı olur?   O döneme Enver Hoca gibi Türkiye’yi dışarıya ve İslam alemine kapattılar. Bütün değerleri altüst eden zihniyet veya kafa yapısı  Süleyman Şah Türbesinin hesabını soruyor! Halbuki Çerkes Ethem gibi isimlerin de görevleri gereği tanıklık ettikleri gibi Nablus bölgesinden yani Filistin ve Suriye cephesinden çekilen Mustafa Kemal ile İsmet İnönü’dür. Tarihi sorumluluk onlarındır.  Çerkez Ethem’in Hatıratında yazdığı gibi Suriye cephesini düşmanlara terk ederek 'Anadolu’ya sıvışanlar' İstanbul’a geldiklerinde İngiliz Generali  Harington’a arz-ı ubudiyette bulunmuşlardır  ( Çerkes Ethem Meydan Okuyor, Derin Tarih, Tam Metin, s: 14). Yahut taltif edilmişlerdir. Kemalizm döneminde kaybettiklerimiz ne sayıya ne de ölçüye gelir!

Arap basını da meseleyle veya 9 saatlik operasyonla yakından alakadar oldu. Bu yayın organlarından  birisi Alarabiya Kanalı idi. Hades programında bana da Türkiye’nin bu hareketiyle ileride girişeceği Suriye’yi yeniden ele geçirmenin bir provasını mı yaptığını sordular. Ben de bu niyet veya plan için Süleyman Şah ve arkadaşlarının mezarlarının eski yeri Karakozak köyünde kalmasının daha uygun ve münasip olacağını; IŞİD’in saldırılarını bahane ederek pekala Suriye'ye dalmanın mümkün olduğunu söyledim. Türkiye’nin durumdan vazife çıkartabilmesi için eski mekanın daha uygun olacağını münasip bir dille anlattım. Dolayısıyla naaşların sınıra çekilmesi veya kaldırılmasının bu tezi temelden geçersiz kıldığını söyledim.  Nabız yoklama sözkonusu değil. Lakin İran basını ile Esat basını Siyam ikizleri gibi yine ağız birliği ederek Türkiye’nin bu eylemini düşmanca bir davranış olarak nitelediler. İranlı generaller İsrail ateşiyle geberiyor, İsrail gece gündüz Suriye topraklarını bombalıyor, hükümranlığını ihlal ediyor kimsenin kılını kıpırdattığı yok! Hele İran utanmazlığın şahikalarında yaşıyor. Onun ne politikası ne de üslubu İslami.  Hiçbir şeyi Müslümanca değil. Suriye halkını menhus rejimiyle birlikte öldürürken tekfircilerden bahsediyor.  Hasan Nasrallah Suudi Arabistan’ın tekfirci düşüncenin kirveliğini yaptığını ileri sürüyor. Kendisi ise bir adım daha ileri giderek insanları katlediyor.  Tekfir mi daha hafif yoksa insanları nahak yere mezhep adına öldürmek mi?  Kısaca Nasrallah ve patronlarının yaptığı tekfirçilik kalıplarından öte bir şey. En son olarak Halep kırsalında çoluk çocuk demeden yine katliam irtikap ettiler. Hizbullahçılar ve İran’daki patronları yeni  Alamut’un dini rehberleri tekfircilikten öteye Mecusilik dönemine dönmüşlerdir. Kimi Araplar cahiliyet dönemine geri dönerken İranlılar da Zerdüştlük kalıplarına dönmüşlerdir. 

Alarabiya kanalında yapılan Panaroma programında ise Türkiye’nin nakl-i kubur meselesini veya naaşları kaydırma meselesini bir Arap deyimiyle dile getirmiş: Nasreddin Hoca’nın çivisi. Arapların sık başvurdukları bu deyimin mahiyeti şudur:  Uyanığın birisi evini satarken sattığı adama ufak bir kayıt düşmüş veya şart koşmuş.  İçeride bir çivi bıraktım zaman zaman onu ziyaret edebilirim. Sizce bir mahzuru olur mu? Müşteri itirazsız kabul etmiş ama ertesinde taciz ziyaretleri de başlamış. Sonunda evin yeni sahibi usanmış ve çivili evi eski sahibine terk etmiş. 'Ev de senin çivinde senin olsun' demiş. Münteha Rumhi’nin sunduğu Panaroma progamının başlığı ‘Erdoğan Suriye’den Hocanın Çivisini Çekiyor’ (http://www.alarabiya.net /ar/programs/panorama/2015/02/23/) başlığını taşıyor.  Bu bizdeki ulusalcıların bakışına da uygun düşüyor. Bu da bazı Araplarla birlikte ulusalcıların karın ağrısını gösteriyor. Türkiye Suriye konusunda iki fırsat kaçırdı. Bunlardan birisi 1958 yılında Adnan Menderes dönemindeydi. Türkiye Nasır’dan önce Suriye’ye hamle yaptı ama gerisini getiremedi. Keşke getirseydi. O tarihten itibaren Nasır güney sınırımıza gelmiş oldu. Lakin bu adım Suriyeli azınlık subayları tarafından sabote edildi ve 1961 yılında Birleşik Arap Cumhuriyeti çöktü. Nasır demogog ve şarlatanın tekiydi. Ne kendisinden ne de geride bıraktığı yapıdan hayır gelmedi.  Menderes’in hamlesi dolu çıksaydı bunun iki temel sonucu olacaktı. Türkiye İsrail’e komşu olacaktı. İkincisi de Suriye halkı azınlıkların pençesine düşmeyecekti. Bugünkü trajedi yaşanmayacaktı.  Keşke Nasır’ın hamlesi yerine, Menderes’in hamlesi tutsaydı. Yine de bugüne kadar değerlendirilemese de Suriye’de saklı bir hakkımız var. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Mustafa Özcan Arşivi