Osmanlıyı bilmeden muhabbet!
Osmanlı Devleti’nin yıkılması 20. yüzyılın başında İngiltere siyaseti haline gelmişti. Şimdiki İngiltere’den söz etmiyoruz; o zamanın ABD’sinden bahsediyoruz... Denizlerin hâkimi, dünyanın en büyük sömürge imparatorluğu. Üzerinde gerçekten güneş batmayan imparatorluk... Bunda mübalağa yok: Çin Hindi’nden, Yeni Zelanda’dan Kanada’ya yani Kuzey Kutbu’na kadar uzanan kıtalar büyüklüğünde arazi...
Osmanlı Devleti yıkılmalıydı ki, İngiltere sömürgelerini elde tutabilmeli, Hilafet kaldırılmalıydı ki Ortadoğu’nun kaynaklarını ve bilhassa enerjisini kolaylıkla sömürebilmeliydi...Mondros Mütarekesi ahkâmına uymayıp Osmanlı’nın merkez topraklarını işgale başladılar, Sevr’i uygulanamayacağını bile bile imzalattılar ve nihayet cinlerimizin tepemize uğrayacağını tahmin ederek Yunanlıları üzerimize sürdüler.
Anadolu’da Yunan Savaşı’nı (onların da tahmin ettiği gibi) kazandık. Muzaffer olarak Lozan’da masaya oturacağımızı sandık. Dediler ki: “Siz bize karşı mağlub oldunuz, sadece Yunanlıları yendiniz! Yerinizi bilin!”
Ölümdense sıtmaya razı olduk... Komünizmle kapitalizm arasında tampon bir ülkeye mecbur edildik. Yüzlerce yıllık tarihî haklarımızdan vazgeçtik. Bize dayatılan şartlardan biri de Osmanlı ile, onun esası olan dinle alâkamızı kesmekti.
Osmanlı Devleti’ne kendi elimizle son verdikten sonra “devlet” olarak tanınmak ve meşruiyet için başka çare yoktu. Kesif bir Osmanlı aleyhdarlığı... On yıl aralıksız savaşmış bir ülkede, her şeyin sıfıra müncer olduğu bir yerde, büyük terakkiler elde etmekle övündüler. Yine de tek Osmanlı üniversitesini ikiye çıkaramadılar, reform yapıyoruz diye özerkliğini elinden aldılar, bir çok rüşdiyeyi (orta okulu) kapattılar, liselere 1950’lere kadar ilavede bulunamadılar... Ördükleri demir ağlar Osmanlının yaptığından kısa kaldı!
Türk övün” dediler; bu aynı zamanda “Osmanlıya sövün” demekti... O yıllar geride kaldı. Şimdi bir Osmanlı efsanesi aldı yürüdü... Bilen de Osmanlıcı, bilmeyen de... Birileri bir batı Anadolu şehrinde “Osmanlı’yı istiyoruz” diye yürüyüş yapmış. Bu kadar sakalet olur; hamakat grafiği bu kadar yükselir!
Osmanlının futbol kulübü bile var! Beledî iktidarı boyunca beş-on kulüp batırmış bir başkan kurmuş. Akıbeti şimdiden belli!
Bir de Osmanlı dizileri... Ertuğrul’la ilgili kenarından birşeyler yazmıştık. “Bir vatan edinme efsanesi” yazımızda. Bayağı alınmışlar. Becerip daha iyisini yapmamı önerenler, dizi yapımcılarına öneride bulunma vazifemizi hatırlatanlar, “bu dizi belgesel değil deyip” yüksek bilgisini ortaya koyanlar ve “eleştirmek kolay, siz yapın” diyenler... Öyle anlaşılıyor ki, bunlar ilgililer veya ilgililer adına konuşanlar.
Daha iyisini yapmamı istiyorsanız, TRT’den böyle bir dizi yapacak kaynak koparmam lâzım; bizim öyle bir becerimiz olamaz, siz muhtemelen bu işleri iyi kıvıranlardansınız. Dizi yapımcılarına öneride bulunmak gibi bir vazifemiz olduğunu sayenizde öğrendik. Emriniz baş üstüne!
Bu kadar maliyetli bir dizi yapanlar devrin muaşeretini, hayatını, davranış tarzını en azından “hatırlatacak” kadar bilgi sahibi olmalı veya olanlardan destek almalı. Dizinin adı Ertuğrul olmasa idi, beni hiç ilgilendirmezdi. “Tarihî bir macera dizisi, her şey olabilir” der geçerdim. Tarihî bir şahsiyeti kahraman olarak seçmişseniz, ona gereken itinayı, itibarı ve saygıyı göstermeniz icab eder.
Devlet televizyonunda Osmanlı dizisi bir o değil. Bir de “Osmanlı polisiyesi” var. O da sürükleyici, vurdulu kırdılı bir dizi. Fakat isminden başlıyarak bir sürü yalan yanlış... ”Filinta” uzun namlulu tabanca mı, kısa tüfek mi? Filintanın en kısa tarifi “kısa namlulu tüfek”tir. Çakmaklı tüfektir. “Flint” İngilizce’de çakmak taşı veya çakmak demek. Boyu bosu yerinde, güzel, yakışıklı delikanlılara da bu yüzden “filinta gibi” denilir. (“Filinta”sına bakarak, “dizinin kahramanı biraz daha kısa olmalı” diyebiliriz!)
Dizi yapımcıları müthiş fedakârlıklara katlanmışlar. Aksiyon sahneleri için Örümcek Adam filminin aksiyon sihirbazı ve ekibini getirtmişler. İzmit’te 3 bin metre karelik alanda eski Pera’yı kurmuşlar, makyaj için bir dünya starını kiralamışlar… Elbette bunlar büyük paralarla olur. Keşke bu paraların çok cüzi miktarını ayırıp Osmanlı âdab ve erkanı, tekellümü, elkabı, muaşereti… konusunda bilgilenselerdi. Dizi Osmanlı dizisi, öyleyse kahramanların Osmanlı gibi hareket etmesi, konuşması, davranması, en azından bu hissi uyandırması gerekmez mi?
Bir çok şey var. Bir kaç tanesini zikredeceğim. Bir Osmanlıya “bay” veya “bayan” diye hitab etmek! Bu kadar sakillik olur. Bu hitaplar 1934’te icad edilmiştir. Osmanlı hitaplarını bilmek zor değildir. Fakat bu hususta cehalet o kadar ileri ki, sadrazama, nazırlara “bey” diye hitab ediliyor! Dizinin geçtiği dönemde sadrazamlar, nazırlar “paşa”dır. Bey kime denir, paşa kime denir, efendi kimdir… Bunları öğrenmek zor değil. Kapalı yerde fes veya sarık çıkarmak… Avrupa muaşeretinde kapalı yerlerde beyler şapka giymez. Osmanlıda ise tersi…
Bu muhabbet Osmanlıyı bilmeden. Ya bilinse idi?
Yahut da Osmanlıyı bilmeden, bilmek için gayret sarfetmeden, bu fartı muhabbetin kaynağı ne olabilir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.