Başbakan-Aydın Doğan polemiği
Aydın Doğan, 22 yıllık dostumdur. Onunla 1986’da basın-yayınla ilgili Devlet Bakanı olduğumda tanıştım. Merhum Özal, Mesut Yılmaz’ın bakanlığı sırasında bozulan basınla münasebetleri düzeltmek için beni bakan yaptığını söylemişti.
Gerçekten de o dönem basınla ilişkilerimizi düzelttik ve belirli kurallara bağladık.
Bakanlığım esnasında, Doğan Grubu’na da, diğer basın organlarına da özel imkânlar sağlamadık. Hele, basın-yayın dışındaki ticarî faaliyetleriyle hiç ilgilenmedik. Basın sektörünün meseleleriyle yakından alâkadar olduk ve sektörün tamamıyla ilgili tıkanıklıkları çözümledik. Merhum Özal ile basın patronları, yöneticileri ve köşe yazarları arasında kopan diyalogun yeniden kurulmasını sağladık.
Daha sonraki siyasî hayatımda, Aydın Doğan’ın takdir etmesine mukabil, Doğan Grubu’ndaki medya organları genellikle beni desteklemedi. Ben de, sırası geldiğinde bu gazetelerin ve televizyonların neşriyatı konusunda sert eleştirilerde bulundum. Ancak, Aydın Doğan ile dostluğumuz bir kesintiye uğramadan devam etti.
Son iki senedir Doğan Grubu’na bağlı bir gazetede köşe yazarlığı yapıyorum. Radikal’de yazma teklifi Aydın Doğan’dan geldi. Bu zaman zarfında, Doğan Grubu organlarının politikasına zıt olan görüşlerimi en sert üslûbu kullanarak dile getirdim. Grubun patronu Aydın Doğan da, genel yöneticisi Ertuğrul Özkök de, Radikal’in genel yayın yönetmeni İsmet Berkan da, ima yoluyla dahi en ufak bir müdahalede bulunmadılar.
Başbakan’ın, grubun köşe yazarlarına çatarken beni kastetmediğini biliyorum ama gene de bunun hoşuma gittiğini söyleyemem. Bu arada, Başbakan ile Aydın Doğan arasında hiçbir aracılık yapmadığımı altını çizerek belirtmeliyim. Bu konuda her iki taraftan da hiçbir talep gelmedi.
***
Ben, mensubu bulunduğum Doğan Medya Grubu’nun, 2007 yılı başından itibaren bir buçuk senedir yürüttüğü yayın politikasını yanlış buluyorum. Radikal Gazetesi’nin demokratik tavrı ve Ergenekon dâvası konusundaki tutumu mahfuz kalmak şartıyla, Hürriyet, Milliyet ve Posta gazetelerinin, geçen seneki Cumhurbaşkanı seçimi krizinde ve 22 Temmuz Genel Seçimleri sonrasında devam eden yayın politikası, genel hatları itibariyle antidemokratik, kışkırtıcı ve gerilimi arttırıcı mahiyette olmuştur.
Özellikle çağdışı başörtüsü yasağının kaldırılması için Anayasa değişikliği yapılması sırasında, Hürriyet Gazetesi’nin ‘Kaosa kalkan 411 el ’ manşetli tavrının, demokrasi anlayışıyla bağdaşır hiçbir yönü yoktur. Daha sonra Grubun, AK Parti’nin kapatılma davası sürecindeki yayın politikası ile Ergenekon Davâsı’yla ilgili tutumunu (Radikal hariç) aslâ tasvip etmiyorum. Bu görüşlerimi, bu derece müşahhas olmasa da, en sert ifadelerle satırlarıma aktardığım hatırlanacaktır.
Diğer taraftan, Şaban Dişli Olayı ile başlayan yolsuzluk iddiaları, ne yazık ki Grup organları tarafından adeta bir kampanyaya dönüştürülmüştür. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ile ilgili iddialar tamamen asılsızdır. Burada bir yolsuzluk değil, meşru bir belediye hizmeti söz konusudur. Deniz Feneri konusunun ise Başbakan’ın bardağını taşıran son damla olduğu anlaşılıyor. Başbakan Erdoğan ile hiçbir ilgisi olmayan Deniz Feneri dâvasının, Baykal ’ın istismarıyla gündeme getirilmesi, Başbakan’ın haklı tepkisine yol açmıştır.
***
Başbakan Erdoğan’ı sevdiğimi, hattâ samimî öfkesini dahi beğendiğimi daha önce bu sütunlarda yazmıştım. Lâkin bu defa, medyanın bir grubunu ve bir şahsı karşısına alarak, sanki bir siyasî parti genel başkanına hitap eder gibi, partisinin ilçe kongrelerinde en ağır şekilde polemiğe girmesini doğru bulmuyorum. Taş yerinde ağırdır.
Başbakan, çok sevdiği Edibalî’nin Osman Gazi’ye nasihatlerini unutmasın. Kamuoyu önünde bu derece öfke dolu bir polemik, sadece muhatabını değil, kendisini de yıpratır.
Daha önce de, merhum Özal, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller gibi politikacılar, medya ile kamuoyu önünde polemiğe girmişler, ancak bundan herhangi bir fayda sağlamamışlardır. Başbakan’ın bu öfkesi, haklı olduğu konularda da onu haksız çıkarır.
Kaldı ki, kendisine sonuna kadar itimat ettiğim ve AK Parti iktidarına aynı demokratik ve tarafsız gözlükle baktığımıza inandığım Taha Akyol, dünkü yazısında CNN Türk’ün karasal frekansıyla ilgili konudaki gerçek durumu teferruatıyla anlatıyor.
***
Basın hürriyeti, temel hak ve hürriyetler arasında en başta gelenlerden biridir. Bu nevî polemikler, ‘basın hürriyetini engelleme ’ olarak gösterilebilir. Bu da, en fazla üzerine titrediğimiz demokratik rejimi zedeleyebilir.
Bu durumda yapılması gereken, herkesin eteğindeki taşı döktükten sonra, basınla ilişkilerde süratle normalleşmeye dönülmesidir.
Son olarak iki konuda uyarıda bulunmak istiyorum:
1. Medya dışı ticarî ilişkileri medyadan ayırmanın tedbirleri alınmalıdır.
2. Tekzip müessesesi yeniden düzenlenmeli ve uygulanabilir hale getirilmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.