‘İki Tefsircinin’ Feryadı!
Küçük istibdat döneminden büyük istibdat dönemine geçildiğinde filozof Rıza Tevfik Bölükbaşı da ifakat gösteren, intibaha gelen ve ayıkan zümreler arasındadır. Gıyabında ve yokluğunda ya da hazardan mezara İkinci Abdulhamit Han’a bir feryat-name gönderir. Orada içini ve pişmanlığını döker. Yaptıklarından derin bir ızdırap duymakta ve pişmanlık göstermektedir. Lakin heyhat ki, heyhat. Giden gelmiyor. Şöyle niyaz eder: Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han? Feryâdım varır mı bârigâhına! Pek adetim olmasa da bazen internette ses ve konuşma kayıtları arasında deveran ediyorum. İnternette sörf halindeyken iki teologun ( yeni hoca tipi) sesli görüntülü konuşmasıyla karşılaştım. Her ikisi de feryat halindeydi. Keyifleri kaçmış ve huzurları kalmamış. Bana hallerinde bir terslik var gibi geldi. Hatta psikolojik desteğe ihtiyaç hissedip hissetmedikleri merak konusudur. Bunlardan ilki, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi ( yakınlarda İstanbul’dan olmasa da Adana’dan Samsun’a çıkarma yapacak) Mustafa Öztürk'ün, Youtube'ta yayınlanan öğrencilerine yönelik bir yakınması. İhsan Şenocak hoca bu yakınmalara sebbiye diyor. Hoca (profesörlük anlamında) Hay Bin Yakazan veya Robinson gibi ıssız bir adaya çekilmeyi düşlüyor. Sebebi neyse ki, pek bilinmiyor. "Devletin ve Cemaatlerin Din ile İmtihanı Üzerine Değerlendirme" başlığı ile 21 Aralık 2014 tarihinde Youtube'a yüklenen konuşmasında Öztürk, İlahiyat Fakültelerinin şamar oğlanına çevrilmesinden şikayet ediyor. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi olan Öztürk'ün, bu sesli ve görüntülü kayıtta İlahiyat Fakültesi öğrencilerine konferans verdiği görülüyor. Onlarla dertleşiyor. "Devletin ve Cemaatlerin Din ile İmtihanı Üzerine Değerlendirme" başlığı ile 21 Aralık 2014 tarihinde Youtube'a yüklenen konuşmasında Öztürk, İlahiyat fakültelerinin şamar oğlanına çevrilmesinden şikayet ediyor. Öztürk bunların ardından skandal niteliğinde şu sözlere imza atıyor: "Devletin bu dinle imanla imtihanı bitmedi. Bitmeyecek. Ben çok yoruldum ya. Ben artık din min işinden soğudum." 'Ben yoruldum, siz devam edin' der gibi. Ne tesadüf aktaracağımız ikinci örnek de aynen dinden diyanetten soğumuş.
Birinci örneğimiz, diplomalı ilahiyatçı. Mektepli ve rusumdan. Diğeri ise birincisinden geri kalmasa da alaylı. O da adaşı gibi bu işten pek soğumuş. Hayatının da tadı tuzu kaçmış. O Mevlana ve Bediüzzaman gibilerine sataşırken, birileri de durmadan ona sataşıyormuş. Böyle şey olur mu diye feryat ediyor. Elbette onun feryadı Filozof Rıza Tevfik gibi hazardan mezara değil, bayağı önündeki haziruna! Kendisine yönelik vaki sataşmaları dinleyenleriyle paylaşıyor ve izleyicilerine şikayet ediyor. Neyi şikayet ediyor, almış olduğu cevapları. Karşı çıktığı Mevlana üslubuyla feryadını şöyle dile getiriyor: “Ben bunlardan bizarım. Sizlere şikayet ediyorum. Bunlardan gördüğüm zararı ne ateistten ne de ataistlerden gördüm…” Demek ki o çevrelerin gizli gizli atıfetine nail oluyor. Konuşmasının devamında trans haline geçerek şunları ekliyor :” Bunlar sünneti savunuyorlar; o halde biz neyi savunuyoruz?” Hala anlamamış gibi davranıyor. Neyi savunacak elbette ego hazretlerini savunuyor. Elbette sünneti değil nefsini savunuyor ve egosunu cilalıyor. ‘Haysiyet cellatları canımı yaktılar, acıttılar’ diyor. Ve kendisine karşı mahalleden yandaş ve arka-daş arıyor: Bu memlekette dine mesafeli olanları suçlamıyorum. Onlar büyük ailenin kayıp çocukları! İcabında kardeşlerimiz, yeğenlerimiz. Hızını alamıyor ve lafa şöyle dalıyor: Allahım! Seni tanımasaydım bu dinde durmazdım! Allah ile pazarlık hali bize Yahudileşme temayülünü hatırlatıyor! Asabiyet halinde demek ki yazdıklarını da hatırlamıyor! Bir de kendi halinde küçük bir geçit töreni eşliğinde ‘benim oryantaliste benzeyen bir tarafım var mı?’ diye soruyor. Adeta tek kişilik bir şov ve tiyatro gösterimi sunuyor. ‘Yerli’ sıfatını eklemeyi unuttuğundan hazirunu gargaraya getiriyor.
İmam Gazali’nin hayatını anlattığı eseri El Münkiz’da İsmaili dailerinin yöntemlerini deşifre eder. Bu yöntemlerden birisi insanları dinde şüpheye düşürmek ve kafalarını karıştırmaktır. Dailerin bir grubu bunu yaparken yani hedef şahsı veya kitleyi inançlarından soğuturken diğer bir grubu gelerek suret-i haktan görünür ve zehrini kusar, zerk eder. Adamı İsmaililik zinciri içine alır. Şayet bu veya benzeri adamlar İran’da duruyor olsalar ve bu görüşlerini orada yaymaya kalksalardı dini mahkeme tarafından cezalandırılırlardı. İsmaili daisi olmadan da Türkiye’de yaptıkları ötekilerin hanesine yazılır, dolaylı olarak İran dalgasına hizmet eder. Bunların kafa karıştırması üzerinden zemin o tür yıkıcı hareketlerin ve anlayışların yayılmasına müsait ve olgun hale gelir. İstiyor ki heva ve hevesine kimse çomak sokmasın, ket vurmasın. Keyfince bu memleketi karıştırsın ve sabiteleriyle oynasın. Çivilerine söksün ve zemini başkaları için yumuşatsın. Bütün değerleri itibarsızlaştırsın ve ardından sürülen arazi başkaları tarafından ekilsin. Konuşmasının bir yerinde şöyle diyor:” Mezhep meşrep holiganlığıyla fenni sünnetçiler gibi dini kesiyorlar…” Bu sözler dikiz aynasından yansıyanlardan mı acaba? Konuşmasının bir yerinde mealen şöyle söylüyor: Bu adamlar bana bu kadar zulmediyorlarsa başkalarına kim bilir ne kadar zulmediyorlar! Cibali Babalığı tuttu!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.