Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Fikir Teknesi’nden Necip Fazıl ve Büyük Doğu Devleti üstüne kitaplar

Fikir Teknesi’nden Necip Fazıl ve Büyük Doğu Devleti üstüne kitaplar

Okumadığımız gün başımızın ağrıdığı, fikir gücümüzün düştüğü şu günlerde peş peşe fikirli kitaplar yayınlayan Fikir Teknesi Yayınları tarafından yeni yayınlanan kitaplardan elimizde kitaplar var. Bu kitaplardan Metin Acıpayam’a ait iki kitabı okudum önce: “Medeniyetimizin Büyük Dehası Necip Fazıl” ve “Kurşunlanan Türkçe. ”

 

Fikir Teknesi Yayınları’nın editörlerinden yazar Metin Acıpayam, üstad Necip Fazıl’ı 15 fasılda anlatıyor. 15 fasılın her faslı üstadın bir cephesini anlatıyor ki, daha önce okuduğumuz Necip Fazıl anlatımı değil bu. Çokça yazılan edebiyatçı, büyük şair… şeklinde tekrarlara düşülmemiş.  

“Medeniyetimizin Büyük Dehası Necip Fazıl” kitabının mündericatını bazı başlıkları bile Necip Fazıl takipçileri için çarpıcılığı hemen anlaşılacaktır:

“Necip Fazıl’a doğru bakış” , “Necip Hatıralar”, “Bir rüya”, “Necip Fazıl’ın Amerika karşısındaki tavrı”,” Dehanın Müslüman olmuş hâli: Necip Fazıl”, “Felsefeyi Hesaba çeken adam: Necip Fazıl”, “Tasavvufa teslim olan deha: Necip Fazıl”, “İslamcılık etrafında Necip Fazıl”, “İki Büyük kahraman: Necip Fazıl ve Said Nursi.”

Kitabın 12. Fasıl’ında yer verilen, Sezai Karakoç’un “ Göklerin Çektiği Kartal” gibi, üstad hakkındaki cins yazılar Necip Fazıl’ı tastamam anlama tâlimi yaptırdığını belirtmeliyim.   

13.Fasıl’da yer alan, Azeri akademisyen Metanet Aliyeva ve Şehr-i Maraş’ta Büyük Doğu fikriyatını külliyat hâlinde seri kitaplar hâlinde yayınlayan Haki Demir’le Necip Fazıl hakkında yapılan söyleşiler son derece fikirli ve ufuk açıcıdır.

“Necip Fazıl’a doğru bakış” yazısını üstadı tam mânasıyla anlamak için okumak gerek. Daha çok, fikrî şahsiyetini ve kurduğu Büyük Doğu düşüncesi etrafındaki İslâm, millet ve medeniyet veriliyor ki, bugün bu düşüncelere muhtaç olduğumuz bir zamandır… “Dehanın Müslüman olmuş hâli: Necip Fazıl” başlıklı bölümden şu satırlar üstadı doğru anlamaya yetiyor:

“Necip Fazıl’ın otuz yaşına kadar yaşadığı hayat dikkatle tetkik edildiğinde görülecektir ki, insanlığın ufkunu serazat bir şekilde dolaşmaktadır. Bu nokta ilginçtir. Hakikaten Necip Fazıl, insanlık ufkunu serazat şekilde dolaşmıştır.

Bu yaşına kadar iman ettiğini söylemek zordur ve eğer iman üzere olduğu kabul edilse bile tefekkür faaliyetinin serazat olmasına mani olmamıştır. Herhangi bir kayıt altında bulunmaksızın seyahat eden düşünce dünyası, otuz yaşına geldiğinde batının ufkuna ulaşmıştır. Batının ürettiği ufuk çizgisine o güne kadar İslam coğrafyasından kimsenin ulaşamamış olması Necip Fazıl’ın dehasının ispatıdır.

Otuz yaşına geldiğinde insanlığın “devri ufkunda” dolaşan bir insanın akıbeti iki ihtimalden birine çıkar. Birinci kendini ilahlaştırmak, diğeri ise “kâmil imanı” keşfetmektir. Necip Fazıl, üstün imanı kendi ferdi macerasında keşfeden insandır. (…)  Necip Fazıl, varlık, hayat ve insan bahislerinin fizik gerçekliklerden ibaret olamayacağını çabuk anlamıştır. Zira fizik alanı çok hızlı tüketmiştir.

Bu nokta önemlidir. İdrak ve tefekkür faaliyetinin fizik dünyada meşgul olma süresi insanın zeka seviyesini ve istidatlarını gösterir. Dehaların fizik dünyada fazla meşgul olmadıkları (olamayacakları) insanlık tarihinde sayısız defa ispatlanmıştır. (…) İslam, Şeriat ile dünya hayatını tanzim etmektedir. Şeriat, kaynaklarını ve hikmetlerini fizik ötesi hakikatten alırken gerekçelerini dünya ve dünya hayatından alır.

Zira konusu dünya hayatıdır. Otuz yaşına kadar yaşanan serazat hayat zaten fizik dünyayı tükettiği için fizik ötesi arayışı başlamıştır. İslam’da kaynaklarını, hikmetlerini ve gerekçelerini fizik ötesi hakikatten alan mecra ise tasavvuftur. Necip Fazıl, doğrudan tasavvuf mecrasına girmiş ve şeriattan tasavvufa değil, tasavvuftan şeriata geçmiştir. Bu nokta şu vakayı işaretlemesi bakımından manidardır. İslâm’ın deha istihdamını gerçekleştiren mecrası, tasavvuftur. (…)

Necip Fazıl, insanlık tarihinde ‘parça fikir’ tuzağına düşmeyen ender insanlardan biridir. Parça fikir tuzağını ondört asır önce darmadağın eden ‘Allah’ın ve kainatın Sevgilisi’, insanlık düşüncesindeki en büyük hamlelerden birini gerçekleştirmiş olmasına rağmen, insanın tabiatındaki eksiklikler ‘parça fikir tuzağını’ sürekli yeniden üretmiştir. Bu tuzağa İslam tarihinde de defalarca düşüldüğü vakidir.          

                                   
Üstadın, deha olmasına rağmen filozoflar gibi “deha tuzağına” düşmediğini bilmek için yine adı geçen kitaba müracaat etmelidir:

“Necip Fazıl, ‘deha tuzağı’na düşmeyen az sayıdaki dehalardan biridir. Hakikati kendi aramak ve bulduğunda teslim olmak gibi ‘deha tavrına’ aykırı bir kudret sahibi olabilmiştir. Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin önünde diz çöken bir Necip Fazıl, deha tavrı göstermemektedir. Fakat bu tavrıyla deha tuzağına düşmeyen ender dehalardan biri haline gelmiştir.”

Bu mevzuda bir başka başlıkta yazılanlar var ki yüreğimize su serpiyor ve bir hakkı tescil ediyor:

“Necip Fazıl, Türkiye’de deha istihdamının yolunu açan adamdır. Büyük doğu ise, İslam’ın yirminci asırda deha çapında ifade edilmiş halidir. Büyük Doğu olarak isimlendirdiği dünya görüşünün dehaları istihdam edebilme imkânı olduğu gerçeği, maalesef ülkedeki vasat zekâ seviyesine sahip Müslümanlar tarafından anlaşılamadığı için hak ettiği alakayı bulamamıştır.

Yirminci asırda İslam’ın, deha çapında ifade edilmesi iki kişide gerçekleşmiştir. Birisi Necip Fazıl, diğeri Said Nursi’dir. Fakat Necip Fazıl, İslâm’ı, dünya görüşü seviyesinde ifade edebilmek bakımından tekdir. Fakat bu ikisi birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır. (…) Kemalizm bu ülkede ilk olarak Necip Fazıl ile test edilmiştir. Aslında Said Nursi ile ilk olarak test edildiği doğrudur. Fakat Said Nursi medrese geleneğinden geldiği için Kemalist olmama imkânına hayat tarzı itibariyle sahiptir. Oysa Necip Fazıl, gençliğinde batıyı okuyan, gören ve nispeten benimseyen birisidir.

Bu mânada Kemalizm’in Batılılaşma mecrasına bir müddet girmiştir. Ne var ki, batılı düşünce sisteminin üstadı taşıma süresi ‘gençlik hevesi’ kadar ancak devam etmiştir. Necip Fazıl’ın genelde batı ve özelde ise Kemalizm ile ilgisi ve irtibatının otuz yaşına kadar sürmesinin manası, Kemalizm’in bir dehayı tatmin ve ikna etme süresini göstermektedir. Kaldı ki, üstadın otuz yaşına kadar Atatürk’e kani geldiğini söylemek bile kabil değildir.

Zira Necip Fazıl, o yaşına kadar aslında kendi mizaç hususiyetlerinin iç dünyasında bulunan inişli çıkışlı labirentlerini dolaşmak (keşfetmek) ile alakadardır. Doğrudan doğruya Kemalizm veya Atatürk bahsiyle ilgili olarak otuz yaşına kadar idare ettiğini söylemek büyük haksızlık olur. Kemalizm’in bu ülkede Necip Fazıl’ı ikna edememiş olması kendisi için ciddi bir imtihandır mutlaka. Fakat daha önemlisi, Kemalizm’in ‘deha kontenjanı’nın olmamasıdır.”  

“Felsefeyi hesaba çeken adam: Necip Fazıl” başlık yazının yüreğimize su serptiğini söylemeliyim. Türkiye’de felsefeyi kaldırmaya ve yerine tasavvufu ders ve eğitim olarak koymaya adamış biri olarak, üstadın İslâm’a mugayir felsefeyi ve felsefecileri nasıl dize getirdiğini şevkle okudum:

“Batı, her şeyi işgal etmişti, bilgi, bilim, tefekkür, akıl, zihin, kalp, kültür, uygarlık ila ahir… Bu kadar derin bir işgal daha önce yaşanmamıştı, tecrübesi olmadığı için Müslümanlar ne yapacaklarını şaşırdı. Konuştukları dil batınındı, kullandıkları mantık örgüsü batınındı, anlama melekesi olan akıl formu batınındı, duygularının mayalandığı kalp batı tarafından işgal edilmişti, bilimin üzerine kendi mührünü vurmuştu, düşünmenin yolu ve usulü batıdan ithal edilmişti.

İnsanlar batıya karşı çıkarken onun malzemelerini, metotlarını, anlayışlarını kullanıyorlardı ve bunun farkında değillerdi. Çok derin bir müdahale, çok şiddetli bir hesaplaşma gerekiyordu. Bu hesaplaşma; ‘Batının fennini alıp ahlakını reddetmek’ gibi, ‘bilginin İslamileştirilmesi’ gibi, ‘Batı, felsefeyle güçlendiği için felsefeyi öğrenmek’ gibi, ‘İslam ile mesela sosyalizm gibi başka düşünce disiplinlerini sentezlemek’ gibi ucube yollara teşebbüs etmek şeklinde olmazdı, böyle yapılması, ölüyü mezardan çıkarmaya yaramayacak aksine mezarın kapısına yeni kilitler vurmakla neticelenecekti.

Batının ruhunu kabzetmek gerekiyordu, ruhu olan felsefenin hesabını görmek şarttı, satıhtaki hiçbir tedbir ve gayret meseleyi halletmeyecek aksine derinleştirecekti. İki dünyanın, iki kültürün, iki medeniyetin mukayesesi, her ikisinin de zirvesinde yapılmalıydı. Birinin zirvesini misal olarak almak, diğerinin eteklerinden misal devşirmek, fikir hilesiydi.

Batılılaşan yerli kafalar, yıllarca batının deha filozoflarını, bizim ise mezarlara çaput bağlayan cahil kadınlarımıza mukayese ettiler. Bu bir tefekkür faaliyeti değil, basit ve ucuz bir propagandaydı. Necip Fazıl (Allah Azze ve Celle rahmet etsin), gözünü batının ruhuna dikti, o ruhu zirvede temsil eden filozofları ve onların felsefelerini tenkit edecek bir gözükaralık sergiledi. Felsefeyle hesaplaştı, deha çapındaki filozofları hesaba çekti. Kitaplaştırdığı konferanslarının adına da, ‘Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu’ ismini koydu.

Bu isimlendirme aynı zamanda mukayese mihverlerini de gösteriyordu. ‘Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu’ isimli eserin anlaşılması fevkalade zordur. Eser, batı için de doğu (tasavvuf) için de terkibi hükümler ihtiva ediyor. Bilgi ve fikrin (felsefenin) kesretinde eğlenenler, beyin çatlatacak terkip hükümlerini anlamazlar. Üstad’ın bu kitapta yaptığı işlerden birisi, felsefenin, dehaları nerelere kadar götürdüğünü tespit etmekti. Başka bir ifadeyle, insanın (insanlığın değil) ufku olan dehalarda, felsefenin ufkunu tarıyordu. Bir deha, felsefi mecrada nerelere kadar ulaşabilirdi, hangi menzilde patinaj yapmaya başlardı, ömrünün ahirinde hakikate ne kadar yaklaşmış olurdu.”

 
Metin Acıpayam’ın “Kurşunlanan Türkçe” kitabı da bu sahada yazılanlar kadar güçlü fikir ve savunmalarla dolu. İslâmlaşmış Türkçe’mizin başına gelenleri ve Türkçemizin geçirdiği devreler kendi üslûbunca yeniden kalem alınmış. “Lisanımıza müdahale ve bazı çözüm yolları” başlığında şu pasajlar Türkçe sevdalıları için tadımlık olsun:

“Nasıl ki kavgamız, İslâm’dan sonra cihad mefhumuyla mukaddesleşmişse, lisanımız da Peygamber lisanı olan Arabça ve veliler lisanı olan Farsça ile muhtaç olduğu olgunluğa kavuşmuştur.

Batı medeniyeti için ‘kültür ve din dilleri’ Yunanca ve Latince ne ise, İslâm medeniyeti için de Arabça ve Farsça odur. Böyle olunca, atalarımız Arabça ve Farsçaya kucaklarını açarak, tam da gerekeni yapmışlardır. Üstelik bu şekilde Türkçeye dahil edilen birçok kelime, ‘alındığı gibi’ bırakılmamış, asırlarca millî zevkimizin ve hançeremizin süzgecinden geçirilerek, mânâ ve lafız bakımından da zenginleştirilmiştir. Meselâ; Farsçadan alınan ‘gul’un ‘gül’, ‘bolbol’un bülbül olması gibi.

Tabiî, halk dilinde olmasa da özellikle ilim ve edebiyat çevrelerinde bir takım ‘ifrat’ noktalara kaçıldığı da ayrıca ifade edilmelidir. Diğer yandan, Tanzimat’a kadar gelen dönemde yaşamış bazı edib ve şairler de, lisanımızın mükemmellik ve üstünlüğünü isbat gayreti peşinde koşmuşlardır. Meselâ, 11. asırda Kaşgarlı Mahmud, ‘Divan’ı Lügat-it Türk’ isimli eserini, Türkçenin ifade kudret ve kabiliyetini Arablara isbat için yazmıştır.

15. asırda Ali Şir Nevai ise, ‘Muhâkemetü’l Lügateyn’ isimli eserini, Türkçenin Farsçaya üstünlüğünü ve zenginliğini isbat için yazmıştır. Görülecektir ki, Türkçemizdeki Arabça ve Farsça hâkimiyeti üzerine zaman zaman bazı kıpırdanmalar olsa da, bu, Türkçemize giren yabancı kelimelerin atılmasından ziyade, yabancı gramer hâkimiyetine ve ağdalı kullanımlara karşı ‘sadeleştirme’ye yönelik çalışmalardı.

‘Sadeleştirme’ maskesi ardına saklansa da asıl gayesi bu olmayan, lisana ‘tasfiyeci’ ve ‘imhacı’ müdahalecilik ise, ‘artık benim hayat hakkım yoktur’ ruhiyatının şekillendiği Tanzimat ile başlayan mel’unca bir harekettir. Bu hareket, içeride, Türkçülük hissiyatıyla başlayarak Kemalizm’le asıl hüviyetine bürünecek; dışarıda ise Komünist Rusya’nın desteğiyle ayakta duracaktır… (…) Lisana müdahalecilik, Cumhuriyet devresinde cinnet sayılacak noktaya vardırılmıştır. Resmî ve millî ‘sistemler sistemi’miz olan İslâm rafa kaldırılınca, bu boşluğu ırkçılık esası üzerinde Öztürkçecilik ideolojisiyle doldurmaya çalışan güruh, halkı dinden ve tarihten uzaklaştırmak için lisana müdahaleyi çok önemsemiştir.”

Kitaptaki diğer önemli yazılar da “Lisanımıza müdahalenin dış desteği” ve “Dile suikast, İslâm’a suikastin parçasıdır.”

MAVİ MARMARA GÂZİSİ NURİ YILDIZ’DAN İKİ KİTAP DAHA…

Fikir Teknesi’nin kurucuları arasında yer alan gönlü güzel, fikri güzel yazar Nuri Yıldız, ilk yayınladığı kitaplarının yeni serilerini yayınladı ki bir çırpıda okunacak kitaplar bunlar: “Tarihe Not Düştüm-2” ve “İnadına İnsanlık”

Yüreğimizde yârası ve şerefli hâtırası ile yaşayacak olan Mavi Marmara hâdisesinde başına gelenleri anlatan Nuri Yıldız ibret alınacak günlükler tutmuş ve yürek dağlayıcı anları dakika dakika anlatılıyor kitaplarında. Mavi Marmara hâdisesinin gerçek yüzünü, insan yüzünü ve derûnunu öğrenmek isteyen bu kitaplara mutlaka müracaat etmelidir.

TÜRKİYE’YE SİSTEM ARAYANLAR HAKİ DEMİR’İN “BÜYÜK DOĞU DEVLETİ” KİTABINI OKUMALIDIR

Yayınevinin kurucusu velud yazar Haki Demir’in Hamza Kahraman müstearıyla yazdığı “”Büyük Doğu Devleti-1-Umumi Çerçeve” kitabı, Batılı ve Atatürkçülük izler taşıyan Türkiye’ye aslına uygun kimlik sistem arayanların ve düşünenlerin mutlaka okuması gereken bir kitaptır.

Hâsılı, peş peşe yayınladığı fikirli kitaplarına 16 kitap daha eden Fikir Teknesi Yayınları’nı tebrik ediyoruz. Fikirli kitapseverler için Fikir Teknesi Yayınları’nın yayınladığı 16 yeni kitabın isim ve yazarlarını bir daha sunmak istiyorum:

1-Medeniyet Akademisi / Haki Demir, 2-Büyük Doğu Devleti-1-Umumi Çerçeve / Hamza Kahraman, 3- Halce (şiir) Memduh Atalay, 4- Dünya Hâli (şiir) / Memduh Atalay, 5-Akparti’nin Türkiye Projesi / Mustafa Karaşahin, 6-Asırlık Kavga Devam Ediyor / Mustafa Karaşahin, 7-Cemaat mi İstihbarat örgütü mü / Mustafa Karaşahin, 8-Adanmış Ruhların Anatomisi / Ahmet Kamil Tuncer, 9-Düşünce Nedir?/Abdullah Tatlı, 10-Düşünür Kimdir? /Abdullah Tatlı, 11-Operasyon Medyası / Alihan Haydar, 12-Türkiye’nin Manzarası / Fatih Mehmet Kaya, 13-Kurşunlanan Türkçe / Metin Acıpayam, 14- Necip Fazıl Medeniyetimizin Büyük Dehası / Metin Acıpayam, 15-İnadına İnsanlık / Nuri Yıldız, 16-Tarihe Not Düştüm-2- / Nuri Yıldız                                                             
Talep için müracaat Nuri Yıldız: Telefon: 0530 696 93 04
E-mail: [email protected]
Sipariş vereceklerin; 1-İsim ve Soyisim, 2-Adres, 3-Telefon, 4-TC numarası (fatura için) bilgilerini, Nuri Yıldız’ın e-mailine göndererek telefonla bilgi vermeleri rica olunur. Banka Hesap Numarası:  Halk bankası K.Maraş merkez şubesi TR 61 0001 2009 4720 0001 0304 75

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi