Nihal Atsız’ın Ruh Adam’ı Türk’ün inancını ifsad ediyor
(Evvel emirde belirteyim ki gayem, hadiümü’l harameyn olan ve İslâmlaşınca millet olmak vasfını kazanan Türklerin idrakini bir asırdır ve hâlen karıştıran laik Türkçülüğün ârızalarını göstermek. Bu mevzudaki yazılarımızda dinimizce telin edilen kavmiyetçilik asla olmadığı gibi, Türklük hüviyetine karşı bir anlayışımız da söz konusu olamaz. Aksine, mensubu olmaktan şeref duyduğumuz hilafet sahipliği yapan Türklerin bâtıl, yâni İslâm dışı tesbit ve târiflerden, ideoloji ve fikirlerden arındırılması çabası taşımaktadır)
Kaynağı doğrudan doğruya İslâm zeminine istinat etmeyen, sentez ve laik karakterli oluşu sebebiyle problemli bir kavram olan “Türk milliyetçiliği” ve “Türkçülük” etrafında toplanan en az iki kuşağın okuduğu kitaplar arasında Nihal Atsız’ın “Ruh Adam” romanı da vardır.
Okuyanların çoğunun, temel mesajları ve zımnındaki düşünceleri kavramadan hamasi duygularla ve tavsiye ile bir “moda” gibi okuduğu “Ruh Adam” romanı, Türklüğü Müslümanlıkla aynı gören, yâni “Türk Müslüman olmuşsa Türk’tür” anlayışıyla inananların inancını ifsad edicidir.
Bu sebeptendir ki adı geçen kitabın kafa karıştırıcı hususiyete sahip olduğunu anlatmayı millî (millî kavramının İslâmî mânaya geldiğini hatırlatalım) bir vecibe olarak gördük. Gayemiz sözde “Türklük duyguları” adına zihinlerin ifsad edildiğini hatırlatmaktır.
“Ruh Adam”, ömrünü askerlik mesleğine vakfetmiş Selim Pusat adlı ırkçı-megaloman bir subayın hikâyesidir. “Kralcı sistemi savunmaktan ve askerlik için en iyisi bu olduğunu” söylemekten dolayı ordudan atılır. Atsız, romanda “Selim Pusat” karakteri ile kendisini anlatmaktadır.
“Ruh adam” ı savunan Türkçüler, romanın zihinleri ifsad edici asıl mesajını görmezden gelerek “kendi nefsi ile mücadele eden Selim Pusat'ın mâcerasını” anlattığını ileri sürerler. Oysa hakikat hiç de öyle değil.
RUH ADAM’IN “KUTSAL ASKERLİK MESLEĞİ”NDE SOSYAL DARVİNİZM…
Pusat için dünyanın “en kutsal mesleği askerliktir.” Üstelik askerlik mesleğini devlet ve toplum nizamı içinde sosyal darvinist bakışla târif eder. İslâmiyetin reddettiği sosyal darvinizme göre “Güçlü olanlar yaşar, zayıflar ölür” anlayışını askerî sistemine esas aldığına dair romanın birçok yerinde ifadeler mevcut.
Eşi ve diğer kişilerle girmiş olduğu tartışmalarda hep askerliği üstün tutar. En başta İslâm olmak üzere semavî dinlere inanma konusunda ciddi problemleri olan Pusat mânevî olan hiçbir şeye inanmaz.
RUH ADAM, SONUNDA HİDAYETE EREN BİRİ DEĞİLDİR
Öyle ki “Ruh Adam” romanının kahramanı Pusat, yâni Nihal Atsız sonunda hidayete eren, İslâm’a ve peygamberine inanan biri değildir. Romanın sonunda dinlere ve peygamberlerine itiraz eder ve kendince bir “inanç” kabul ettiği “Göktanrı” ya inanan ve “en büyük isteği Mete’nin ordusunda bir subay olarak ölmek” isteyen biridir.
Askerlik mesleğine ve kralcı sisteme bağlılığını romanının son bölümlerinde yapılan mahkemede aşikâr ediyor. Kendi ifadesiyle “Tanrının” sözlerine itiraz ederken İslâm öncesi “Türklerin” komutanlarına tam bir teslimiyet içinde olup, bütün zamanını harp kitaplarını okuyarak geçiren bir megalomandır.
Bir genç kıza “âşık” olmasını ve askerlik mesleğini kutsamasını dinimize mugayir bir şekilde idealize eder ki, bu duygu ve düşüncelerini adeta şirk koşarak, dinî müesseselere ve meleklere lâ-dinî ve pozitivist edebiyat gözüyle bakarak meleklerden İsrafil a.s’a anlattırır: “Selim Pusat’ın gönlünün içindeki feryatlar o kadar acı ve gürültülü idi ki, insanlar duysa hep ölür, benim sûrumu öttürmeme lüzum kalmazdı” (s.250-251).
Pusat, “askerlik ve aile gibi en önemli iki müesseseyi geri plâna atma ve aşkı uğrunda zaaf gösterme” gerekçeleriyle “Tanrı” nın huzurunda mahkeme edilir. Gazeteler kendisinden “vatan haini” diye bahseder. “Pusat bunu okuyunca, … ölümcül yara alanlar gibi göklere bakarak Allah’ı aradı. Boşluktan başka bir şey yoktu…”
Sözde bu “aşk acısı” nın sadece yaşadığı toplum adına değil, var olan bütün dinî hükümler adına mahkemesi yapılır. Mahkemede Pusat’ı “genç bir kızı severek askerliğe ihanet etmekten suçlu” bulanlar arasında Peygamberimiz Hz. Muhammed s.a.v. ile Zerdüşt, Buda gibi bazı bâtıl din “önderleri” ile İslâm öncesi komutanlardan Alp Er Tunga, Tanrıkut Mete, Atillâ, İstemi Kağan, Cengiz Han gibi isimler vardır.
RUH ADAM, YÂNİ ATSIZ “TANRI” YA DEĞİL, “METE” YE BAĞLIDIR
Atsız, sözde felsefe düşmanı olsa da mahkeme sahnesinde İslâm dininin meleklerini pozitivist felsefe ve edebiyat bakışıyla rol verdiği görülüyor:
“Tanrı” nın sorması üzerine sadece Tanrıkut Mete’nin söylediklerine itiraz etmez. “Hiçbir itirazım yok. Kralımın sözleri baştan sona doğrudur” diyerek “Mete” ye, “Tanrı” dan fazla bağlı olduğunu gösterir. Mahkemede ilk şâhitler Cebrail, Mikail ve İsrafil aleyhisselâmdır. İsrafil a.s. tarafından Selim Pusat adına isnat edilen “ilk günah” kralcı oluşudur. “Tanrı”, bunun üzerine Pusat’a bu iddiayı kabul edip etmediğini sorar. İddiayı kabul eder ancak bunun “günah” olarak addedilemeyeceğini söyler. Gerekçesini ise şu şekilde dile getirir: “Bütün o muhteşem kralları sen yarattın!” (s.254-255)
Diğer şâhit “Zerdüşt”, Pusat’ın suçlu olduğunu çünkü bir kıza gönül verdiğini ve “bir kadına tutsak olmanın” “Şeytana” kul olmak mânasına geleceğini ifade eder. “Tanrı” bunun üzerine bu iddiayı kabul edip etmediğini sorar. Bu iddiayı da kabul etmez ve “Tanrı” ya şu cevabı verir: “Kadınları neden Şeytan’ın kulu olarak yarattın? Yarattın da o kadınlardan peygamberi nasıl vücuda nasıl getirdin?” (s. 256)
Pusat’ın, mahkemede Tanrıkut Mete gibi İslâm öncesi komutanları peygamberlerden ve “Tanrı” dan (Tevhidi bir Allah anlayışına benzemeyen bir tanrı bu) daha fazla “kutsadığı” görülüyor. Atsız’ın “Türkçülük ülküsünü” dinin mertebesinde, hattâ daha üstün gördüğü yazılarıyla bu ifadeleri aynı düşünceleri taşımaktadır.
“TANRI” YA İTİRAZ EDEN RUH ADAM
Pusat’ın “Tanrı” ya meydan okuması bunlarla bitmez. “Tanrı”, Pusat’a “savunmanı yap” dediğinde cevabı şöyledir: “Beni sen savun! Beni yaratmadan önce kaderimi çizen sen değil misin? Suç işledimse yaptıran sen değil misin? Bunun savunmasını senden başka kim yapabilir?” Daha da ileri giderek “Tanrı” ya ,“Âlemi savaşla yaratan sen değil misin?” sorusunu sorarak şirke düşüyor ve “Sosyal Darvinist” bakışın tesirinde kaldığını gösteriyor.
“Ruh Adam” dan önce 1970 yılında Ötüken Dergisi’nde (sayı 11) yazdığı “Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir” adlı yazısında imanın şartlarından olan “kader” düşüncesini inkâr eden Nihal Atsız, Pusat şahsiyetiyle de “kader” inancını sorgulayarak İslâmî akidelere şüpheyle baktığını ima eder.
PEYGAMBERİMİZE MAHKEMEDE ŞÂHİTLİK ETTİREN ATSIZ’IN ŞİRKE DÜŞMESİ
Mahkemenin bir diğer şâhidi ise Peygamberimiz Hz. Muhammed s.a.v.’dır ki dünyevî şahsiyetlerle bir arada “konumlandırarak” şirke düşmekte, tevhidi anlayışa karşı gelmekte ve dolayısıyla lâ-dinî ve pozitivist düşüncenin tesirinde kaldığını göstermektedir.
“Ruh Adam” a göre Peygamberimiz s.a.v., Pusat’ın “günahkâr olduğunu, dünyaya getirdiği ebedî şeriata aykırı davrandığını, eşine ıstırap verdiğini, gayr-i meşrû bir duruma düştüğünü ve alkole müptelâ olduğunu” söylemiştir. (s. 254)
PEYGAMBERİMİZİ ZINDIKÇA BİR MAHKEME FANTEZİSİNE ÂLET EDEN ATSIZ
Efendimiz s.a.v.’ı, megaloman ruh hâlini mahkeme ettirmek üzere İslâm öncesi şamanist “Türk komutanlarıyla” bir araya getirmekle Peygamberimiz s.a.v.ın risaletinin beşerî şahsiyet ve makamlarla aynı görülmemesi hususunda dinî hassasiyete sahip olmadığı ve saygısızlık ettiği anlaşılıyor. Pusat’ın, yâni Atsız’ın bu tavrında semâvî dinlerin peygamber ve değerlerine bakışında pozitivist edebiyat tesirinin olduğu gayet açık.
Kainatın Efendisi s.a.v.’e dünyevî önderlerin şâhitlik ettiği mahkemede şâhitlik ettirerek ve yine Efendimiz s.a.v.’ı zındıkça bir edebiyat fantezisine âlet ederek zihinleri ifsad eden Atsız’ın, yâni Pusat’ın cevabı ise oldukça serttir ve Efendimiz s.a.v’ın şahsında hâşâ Allah’a itiraz etmektedir:
RUH ADAM, İÇKİYİ YASAKLAYAN “TANRI” YA SORU SORUYOR
“Ben kimseye kötülük etmedim. Kimse hakkında kötü düşünce beslemedim. Ümitleri kırılmış bir insan olarak avunmayı içkide ve bir güzeli düşünmede buldum. İçki fena ise üzümü neden yarattın? Üzümden içki yapılacağını neden Levh-i Mahfuz’a yazdın? Son peygamberin arkadaşları namaz kılarken âyetleri yanlış okumasaydı içki yasaklanacak mıydı? Çöldeki Bedevi ile bir kurmay subayın içmesi aynı mıdır?... Küçük bir kızı sevmek günahsa, son peygamber Ayşe’yi neden sevdi de aldı.” (s. 254)
Pusat, içkinin “günah” olmasına itiraz ettiği gibi “yanlış âyetlerden” söz ediyor ve “günahların” milliyetlere göre “farklı değerlendirilmesi” gerektiğini söylüyor. Bu ifadeler Atsız’ın “Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir” yazısındaki İslâm’a zıt fikirlerine birebir uymaktadır.
Dolayısıyla Atsız bazı yazılarında Lozan üzerinden Kemalizm’i tenkit etse de, Osmanlı târihinin bazı dönemlerine, Sultan Abdülhamid Han’a ve Sultan Alparslan’a medhiye yazsa da “Dalkavuklar Gecesi Z Vitamini” romanıyla Tek Parti Dönemi’ni hicvetse de, baştan beri asıl inancının değişmediği görülüyor.
Pusat, “sosyal bir müessese olarak dinin faydalarına”, asıl düşüncesi olan “Tanrıkut Mete” nin şahsiyeti ve savaşçılığında yer bulan “kutsal askerlik” mesleği ve nizamına kattığı imkânlar noktasından bakarak bahseder. Yâni, kendi ifadesiyle “İslâm gibi savaşçı bir din…” derken, dinin âyetlerine, kaynağına, Allah’ın vahyine ve varlığına tevhidi bir anlayışla bakmadığı kesindir. “Savaşçı bir din” olarak gördüğü İslâm’a tasavvufun “sızmış olmasını” kabul etmez ve reddeder. Zaten romanda Pusat herhangi bir dine mensup değildir.
ATSIZ, DEİSTLER GİBİ “ALLAH” DEĞİL, “TANRI” VE “IŞIK” DİYOR
Mahkemeye başkanlık eden “Tanrı” ya çokça “Işık” diye hitap ediyor ve “Işığın sesi” şeklinde sıfatlandırıyor. Ehli bilir ki “Işık” kavramı Batı ve eski Yunan felsefesinde bilinmeyen “Tanrı” karşılığında kullanılır ki, Kur’an’daki Allah lafzını asla karşılamaz. Batılı filozoflar varoluşu ve bu varoluşun evrelerini ışık kavramı üzerine bina ederler. Allah'ın varlığını ve zatını vahyin dışında akılla izah eden felsefeciler, ilahlığı ışıkla veya ışığın akılla olan münasebetiyle târif etmişlerdir.
Özellikle Cumhuriyet aydınlarının Batılı felsefe ve edebiyatıyla öğrendiği “Işık” kavramını lâ-dinî-seküler bir “Tanrı” karşılığında kullandığı malûm. İslâm’ın tevhidi ıstılahlarına inanmayan ve Allah lafzını kullanmayan Cumhuriyet aydının hastalıklarındandır ki Atsız da eserinde Allah lafzını kullanmaz.
Pusat “Öteki hayata”, yâni ahirete inanmıyor (s. 155). Şeytanî bir karakteri temsil eden “Yek” hakkında düşüncelerini anlatırken, “Din kitaplarındaki şeytanın varlığını kabul eden bir kimse olsa şeytanın kendisine musallat olduğuna inanacaktı” şeklinde ifadeleriyle inanç yapısını aşikâr ediyor ki, bu ifadesiyle “şeytanı var eden dinin varlığına” da inanmadığını ima ediyor (s.190-191).
Sözde “Huzur arayan” Pusat, arkadaşlarının “gönül rahatlığı” içerisinde olmasının kaynağını sorduğunda “din” ve “tasavvuf olduğunu öğrenir. Fakat eşi ve dostlarıyla yaptığı birçok sohbete rağmen değişmez. Onun aradığı “huzur” ne tasavvuf, ne de İslâm’dır; “Tanrıkut Mete’nin ordusunda asker olmaktır” (s. 150).
TASAVVUFA HAKARET
Muhyiddin-i Arabî ve Hz. Mevlânâ gibi mutasavvıfları “dinsiz” olarak itham eder. Tasavvufun “din felsefesi” değil, “deli saçması” olduğunu söyleyen ve tevhidi esasları olmayan “Göktanrı” inancına inanan biridir (s.150-151).
1960’lı yıllardaki Ötüken Dergisi’nde tasavvufun Doğu, Batı ve Hint dinlerinin bir karması olduğunu yazan, Yunus Emre Hz.leri ve Hz. Mevlânâ gibi birçok mutasavvıfı “deli ve sapık” olarak târif eden, tasavvufu, pozitivist-seküler düşüncenin tesiriyle baktığı İslâm’a aykırı olarak gören Atsız’ın inanç yapısının “Ruh Adam” romanında Selim Pusat’ın şahsında sembolleştiği görülmektedir.
Romanda dinimizin peygamber ve meleklerini megaloman bir mahkeme sahnesine âlet etmesi pozitivist edebiyat tesiriyle yaptığı sapık bir fantezidir ki, bu onun uç noktalara kadar varıp sonra nâdim olduğunu göstermez. Esasında Atsız’ın 1960’lı yıllarda yazdığı yazılarına bakıldığında “deist” anlayışa yakın olduğunu söylemek mümkün. Deizm’de “Tanrı” vardır ve kainatı yaratmıştır. Vahiy, şeriat ve peygamberler yoktur. “Tanrı” insanların mantık ve akılla davranmasını ister.
RUH ADAM: “HALLAC-I MANSUR ZIPIR BİRİSDİR”
Tasavvufu İslâm’ın olgunlaşması ve Hallac-ı Mansur’un “herkes tarafından büyük bir mutasavvıf olarak görüldüğünü” söyleyen eşine sert bir şekilde “Hallac-ı Mansur zıpır biridir” diyerek cevap verir.
Pusat’ın, “Senin herkes dediğin kalabalık, içinde cahilleri, hainleri, budalaları bol bol barındıran bir kuru gürültüdür. Herkes kabul etti diye ben bu hezeyanları kabul mü edeceğim? Herkes Meryem ananızın bâkire olarak, hiçbir erkekle temas etmeden çocuk doğurduğunu da kabul eder. Herkes İsa’nın hem Tanrı, hem de Tanrı’nın oğlu olduğunu da kabul eder. Çünkü herkes dediğin şey bir hayvan sürüsüdür” (s.151-152) sözlerinde pozitivizm düşüncesi yatmaktadır.
ATSIZ, FELSEFEYE DÜŞMAN OLSA DA POZİTİVİZMİN TESİRİNDEDİR
Doğrudan pozitivizm ve felsefeyle alâkası olmadığını, fakat tahsil döneminde ağır bir pozitivist felsefe ve edebiyat eğitiminin devlet ve aydınlar nezdinde yaygın olduğunu hatırlarsak, İslâm inancı zaten zayıf olan Atsız’ın eserleri ve dinî fikirlerinde bu yönde tesirler olması normal.
Hâsıl-ı kelâm, sosyal darvinist ırkçı ve şamanist anlayışa sahip ve Müslüman Türklüğe zararlı fikirleri olan Nihal Atsız’ın “Ruh Adam” ı Türk gençlerinin inancını ifsad edici bir romandır ki, Türklüğü Müslüman olmakla aynı bilenlerin bilgisine katacağı fikrî bir değeri yoktur.
Not: 1930’larda M. Kemal’in pozitivist A. Comte’dan mülhem olarak “Medenî Bilgiler” kitabında âyetleri Hz. Peygamberin kendisinin yazdığını söylediği sözlerinin tıpkısını o yıllarda Nihal Atsız’ın da söylediğini ve onun 1960 yıllardan vefatına kadar Ötüken Dergisin’de yazdığı Allah, Peygamber, İslâm, din, sahabe ve mutasavvıflara pozitivist bakışla baktığını ve bu minval üzere Türklüğe zararlı ve ifsad edici düşüncelerini fırsat oldukça Türk milletinin gençleri için yazacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.