Yüzyıl Savaşları!
Malûm, Harb-ı Umumi’nin, yani 1. Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılındayız. Bu aslında bitmeyen savaşın yüzüncü yılı. İnanmayan İslâm dünyasının merkez bölgesine baksın: Suriye, Irak, Filistin, Libya, Yemen…
“Savaşa son veren barış...” İngilizler, baştan sona tanzim ettikleri Lozan andlaşmasını böyle tanımlıyorlar. Konferansın adı, yapılmak isteneni açıkça ortaya koyuyor: Yakın Şark İşleri Konferansı... Hani biz “Lozan Konferansı” diye kendimizi avutuyoruz ya, yapılan işi açık eden gerçek resmî isim: Yakın Şark İşler Konferansı!
İngilizler bu konferansla, asırlık emellerine ulaştılar: Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırdılar! Bu devletin coğrafi alanı içindeki bütün hukukunu iptal ettiler ve kendi hukuklarını tesis ettiler. “Yakın şark” dedikleri bölge işte Osmanlı sınırlarının kapsadığı bölge idi.
Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya çıkaran iradeyi Lozan’da aramak lâzımdır. 1917 Bolşevik devrimi, Anadolu coğrafyasının doğu (komünizm) ve batı (kapitalizm) çatışmasının ara bölgesi olarak kabullenilmesini zorladı.
Türkiye üst otorite olarak İngiltere’yi tanımak kaydıyla bağımsız oldu! TC’nin tek parti dönemindeki dış siyaseti tamamen İngiliz siyasetine ayarlı idi. Türkiye “bağımsız”ken, belirsiz sınırlara sahip olduğu komşuları, Irak ve Suriye manda idaresi altında idi. Buralara bir plebisitle kendi kaderlerini tayin hakkı tanınmamıştı. Çünkü bir halk oylaması durumunda Türkiye ile bir yakınlaşma sözkonusu olabilirdi.
Sonra’dan iki Arap devleti çıktı bu coğrafyalardan. Oysa daha güneyde Asi Hüseyin’in Arap kırallığı ve onun da ötesinde Suudi emirliği vardı. Hüseyin’in krallığı Hicazı kapsamamalıydı, bunun için Suudiler desteklendi. Hicaz’ın sahibi Suudiler oldu. Onların vazifesi, bu ülkedeki İslâmi dönemdeki umran eserlerini yok etmek, hafızayı sıfırlamaktı! Bunu yaptılar, daha ötesine geçtiler Kâbe’nin karşısına Londra’daki saat kulesinin taklidini diktiler!
Daha güneyde, Yemen’in kısmen İngilterenin kontrolünde olmayan kısmı da ingiliz nüfuz bölgesi idi. Asıl oyun, Filistin’de kurulmuştu... Her şeye rağmen bu bölge hayli mütecanis bir nüfusa sahipti. Müslümanlar ezici çoğunluğu teşkil ediyordu. Bunun için küçük devletler oluşturuldu, Hıristiyan nüfusun ağır bastığı Lübnan gibi veya Yahudi göçü teşvik edildi. Böylece Osmanlı sonrası bölge çatışmaların bittiği değil, yeni çıbanbaşlarının oluşturulduğu bir coğrafya haline geldi.
İsrail’in varlığı, bitmez tükenmez çatışmalara ve harplere yol açtı. İsrail’in sürekli savaş halinde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Buna karşılık, birçok sebeplerle bölünmüş Arap bölgeleri değişen yönetimlere rağmen bu coğrafyada emperyalizmin borusunun ötmesine hizmet ettiler.
Yüz yıllık statükonun İsrail’in varlığını korumaya, ABD/İngiliz menfaatlerini azamileştirmeye yetmediği anlaşıldı. Arap baharının batılılar nezdinde oluşturduğu hava yeterince ürkütücü idi. Bölge ülkelerinin halkları müşterek bir siyasete yönelebilirdi...
Arap baharını kışa çevirmek bir ABD-İngiltere projesinden başka ne olabilir ki?
ABD-İngiltere IŞİD kamasını oynattıkça dengeler değişiyor. İslâm dünyasının geleneksel Sünni yapısı berhava ediliyor. Bunun için İran’la dahi işbirliğinden geri kalınmıyor...
İslâm dünyasını iç çelişkileri kullanarak dengelemek için yürütülen operasyonlar, Sünni-Şii ayrımı ve etnik farklılıklar üzerinden sürdürülen kirli siyaset… Sınırlarımıza dayanmış durumda.
Böyle zamanlarda sınır aşan siyasetlere ihtiyaç var. Türkiye’nin korunması sadece Türkiye’nin muhafazası değildir, bütün âlemi İslam’ın gelecek ümidinin ayakta tutulmasıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.