Dostâne Fiskeler
Refikimiz bir gazetenin bildik bir yazarının geçen hafta yazdığı bir yazısında kendisi nâmına üzüldüğümüz bir hayli problemli görüş ve tesbitler vardı.
Meselâ, “Üç Tarz-ı Siyaset bir türlü evrensel-cihanşümul bir düşünme tarzına bir felsefeye ulaştırılmamış” ifadesi son derece problemli.
12 Eylül öncesinin Nizam-ı Alem dergisini çıkaran kadronun içinde olan bir yazarın Türkiye’de bu saatten sonra Yusuf Akçura’nın “Üç Tarzı Siyaset” ni yazıp anlatması hayra alâmet değildir.
Bir başka misal: “Medeniyet seviyesi ve kültürel miras karşılaştırılacaksa eğer o da M. Kemal’in ‘millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız’ iddiasına dayanan bir kendine güven psikolojisi içinde bunun gerçekleştirilmesinden başka ne olabilirdi ki?” ifadeleri ne kadar bayat, ağyar ve hayatımızdan uzak.
Bugün hâlâ “muasır medeniyet seviyesi...” ni yazı ve konuşmalara bir “veri “ olarak katmak çok fena! “Muasır medeniyet seviyesi” oltaya takılmış bir Batılılaşma yemidir ve İslâm medeniyetinden koparılmış Müslüman Türklere Cumhuriyet ideolojisinin dayattığı Frenkleşmenin adıdır.
Hele şu satırlar, Atatürkçü Cumhuriyet gömleğini çıkarmaya çalışan Türkiye’nin arayışı karşısında ne kadar uçuk ve statükocu görüşler taşıyor:
“…M. Kemal, Attila İlhan’ın da ısrarla vurguladığı gibi hiçbir zaman emperyalist Batı’ya bugünküler gibi tam teslimiyet içine girmedi hiç olmazsa söylem olarak buna asla tevessül etmedi. O’nun ağzından asla bugünkü Kemalistler gibi % 100 Batı medeniyetine iltihak heveskârlığını terennüm eden bir vecize çıkmadı. Cumhuriyet filmindeki M. Kemal o yüzden millet tarafından beğenilmedi ve millet bu Atatürk’e hiç benzemeyen tiyatrocunun milletinden tamamen kopuk tavırlarını Atatürk’e yakıştırmadı. Atatürk hiç ‘Varlığının ve mevcudiyetinin yegâne temeli budur” der miydi? ‘Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur’ sözü nasıl olurdu da varlığının ve mevcudiyetinin diye aynı anlamda iki kelimenin peş peşe sıralandığı bir herzeye dönüşürdü. Konumuz tabii ki Cumhuriyet filmi değil fakat yüzyılın son yılında yapabildiğimiz ve övünçle ekranlara taşıdığımız yegâne yakın tarihi değerlendiren yapım o... Hâlâ Atatürk’ü, dönemini, düşünce akımlarını anlayabilmiş değiliz”
Yukarıdaki satırlar da, l2 Eylül öncesinin Nizam-ı Alem dergisini çıkaran ve İslâm’ı esas alan bir milliyetçi yazara hiç mi hiç yakışık düşmemiş. Türkiye’nin sosyolojisinde, içtimaiyesinde, medeniyet arayışında M. Kemal mi, Gökalp mi, Yusuf Akçura mı kaldı artık?
Bunlar tarihin çöplüğüne atıldı da, anayasa gereği ve darbe korkusuyla dokunulamıyor ve formalite icabı tutuluyor vs…
Böyle bir geçmişi olan yazar Türkiye’de bütün taşların yerinden oynamaya başladığı şu günlerde “Atatürk’tü, Gökalp’ti, Üç tarz-ı Siyasetti” gibi fosilleşmiş ve Türkiye sosyolojisine hiç mi hiç uymayan (zaten baştan beri uyumuyordu da zorba Cumhuriyetin dayatmasıydı) mevzuları “Çözüm yolları” olarak yazıp anlatması gerçekten üzücü bir vaka.
Şunu diyesi geliyor insanın: “Türk Milliyetçileri hâlâ kaldığınız yerde misiniz?
“YOLDAKİ KALEMLER” DERGİSİNDEN İLHAMLA “VAKT-I SÜKÛT” DERGİSİNİN DOĞUŞU
İnternet edebiyat dergiciliğinin yayıldığı ve daha çabuk ulaşılarak okunduğu herkesin malumu. Teknolojinin hâkimiyetinin önüne geçilemediği de bir gerçek. Fakat belirtelim ki kağıda ve basılı mevkuteye olan bağlılığımız kolayca kopmayacak . İnternet dergiciliğinin has örneği olan “Yoldaki Kalemler” dergisinden bahsettiğimi bu fakiri takip edenler hatırlar.
Entellektüel hikâyecilerin yanaşmadığı Anadolu insanımızın ve unutulan köyümüzün hikâyecisi ve şair Hasan Ejderha’nın yayın müdürlüğünde çıkan şirin mi şirin, samimi mi samimi, güzel mi güzel bir edebiyat dergisi olan Yoldaki Kalemler şair Memduh Atalay, Yasin Mortaş, Mehmet Mortaş gibi kıdemlilerle, Fazlı Bayram, Gün Sazak Göktürk, Nurcihan Kızmaz, Şeyhşamil Ejderha, İsmail Sağır, Sibel Kök, Murat Türkmenoğlu, Hilâl Ejderha, Metin Acar gibi iki kuşağın bir arada yazdığı ve dolayısıyla kısa sürede bölge dergiciliğini aşan hayli çekici bir dergi.
Şair Memduh Atalay’ın son yazdığı “Coğrafya Üzerine Dipnot” şiirin okuyunca Yoldaki Kalemler’e, emsallerini aşan gerçekten güçlü şiirlerin bulunduğu dergi diyebiliriz:
“Aynı zamanda yaşadık / Güneş doğduğunda / Bulut ağdığında / Çiçek açtığında / Yağmur yağdığında / Bir çocuk dile geldiğinde… / Ekmek için ev için toprağı karıştırırken / Birlikte idik yeryüzünde / Ezanla açılan evlerimizde / Birlikte oturduk iftar sofrasına / Kutlu gecelerde / Ellerimiz birlikte açıldı Hak katına / Meydanlarda ‘kahrolsun, yaşasın’ ekseninde / Buluştu ‘zenci’ sesimiz / Nasıl koptu ki kalplerin bağı / İçe döndü öfkemiz! / Seni benim tüfeğimle vurdular / Beni senin ellerinle boğdular! / Yine doğuyor güneş / Yine yağıyor yağmurlar içli / Yine açıyor çiçekler hazin / Yine dile geliyor bu şirin çocuk / Dilinde sevgi yok, aşk yok / Ölüm gösterirken tüm saatler / Yaşatma aşkından eser yok! / Yaralı ve yanık coğrafya üstüne / Türküler bile söylenmez! / Kalplere yerleşmiş intikam / Kılıçlar çekilmiş bizden bize / Toprağa düşer günde yüzlerce can / Bu ne korkunç öfkedir / Öznesi Müslüman!”
Ehli bilir ki bin miligramlık şiir böyle olur…
Sadede geleyim. Yoldaki kalemler dergisinden bahsedişim, bu güzel dergide Hatay’dan yazanlardan Yoldaki Kalemler’den güç ve ilham alarak Vakt-ı Sükût adıyla şiir ve denemelerle yola çıkan bir dergi doğdu. Adı güzel, muhtevası güzel Vakt-ı Sükût dergisi, kelimelere dokunuşlarından anlaşılıyor ki yola devam edeceğe benziyor. Hasan Ejderha’nın rehberliğinde yola çıktıklarını beyan etmişler ki hayırlı olsun diyoruz.
Bize ulaşan ikinci sayısının ön kapağına ünlü ve usta şair Bahaettin Karakoç’un resmini, arka kapağına şiirini koymalarından anladım şiire tutunduklarını… Derginin bu sayısında şu imzalar yer almaktadır: Gazi Balcı, İlknur Söker, Şeyhşamil Ejderha, İsmail Sağır, Mehmet Yıkılmaz, Muhammet İbrahim Balcı, Berrin Müzeyyen Alpay, Saliha Güngör, Abdulkadir Şahin, Nedim Yılmaz, Ramazan Akyel, Betül Güngör, Zeynep Kıraç, Çetin İdem, Şahin Şanal, Naci Yengin ve Gülsen Gülbin Alakay, Adem Tokaç, Kadir Erdoğan, Ahmet Menteş, Ülkü Güven, Abdurrahman Balta, Muhammet İsa Öztürk, Hasan Konç, Rana İslam Değirmenci, Figen Dalkıran ve İbrahim Türkhan.
--------------------------------
“AYLIK ŞİİR DERGİSİ HECE TAŞLARI”
Güzel, anlamlı ve ustaların şiirleriyle dolu bir internet dergisi daha ulaştı adresimize: Hece Taşları. Derginin Genel Yayın Müdürü Tayyip Atmaca, “Önsöz” veya “Başlarken” yerine “Cılga” kelimesiyle başlamış. Böyle bir kelimeyi ancak atışma ve halk şiirimizin usullerini yaşatan Tayyip Atmaca bulabilirdi.
Sözlüğe batığımda “Cılga” nın dağlık ve ormanlık yamaçlarda ince, dar keçi yolu, patika” mânasına geldiğini öğrendim. “Cılga”, maalesef unuttuğumuz bir kelimeydi. Hattâ, “Ay ay akşamdan aş da gel / cılga yola düşte gel” diye bir türkünün sözlerinde de geçtiğini öğrenmiş oldum.
Okuduğumuz ikinci sayısında Abdurrahim Karakoç, M. Önal Mengüşoğlu, C. Ünaldı Hasannebioğlu, Arif Bilgin, Mehmet Durmaz, Mehmet Gözükara, Ekrem Kaftan, Muhsin İlyas Subaşı, Talat Ülker, İbrahim Sağır, Mustafa Suna, Yunus Kara, İsmail Kutlu, Özalp Mehmet Baġ, Nuri Peksöz, Tayyib Atmaca, Aşık Cemal Divani, Seher Atmaca, Mehmet Özdemir, Seyit Ahmet Kutuzman ve Nurullah Genç’in şiir ve nesirleri yer almaktadır.
Merhum usta şair Abdurrahim Karakaoç’un “Gezinti” şiirini okudum önce: “Yalnızlık caddede sokakta evde / Ben beni özlerim gurbet bu derim / Mezarlıkta güler bir yaşlı dede / Yaşarır gözlerim gaflet bu derim / Sevgi gürül gürül içime akar / Gönlüm dalgalanır ayağa kalkar / Özüm dost kucaklar gözüm dost bakar / Bağlarım çözerim rahmet bu derim”
Bir vasfı da atışma şairi olan ve şiirdeki bu geleneği Türkiye’de yaşatan son temsilcilerinden olan Tayyib Atmaca’nın “Dükkân Kapanıyor” şiirinin başlığının görünce yüreğim sızladı. Çünkü bir zamanlar “Buna benzer bir başlıkta yazı yazmıştı şairim Mehmet Narlı. “Fikir Dükkânı” dediğim Mekteb-i İrfan, yani Mağaramız hakkında yazıldı sandım biran. Fakat korktuğum gibi değilmiş. Tayyip Atmaca’nın “Dükkân Kapanıyor” şiiri bir kitapçının sanıyorum moderniz karşısında yalnızlığını ve trajik hallerini anlatıyor. Şiir şöyle başlıyor: “Dükkân kapanıyor baylar buyursun / Hangi kitap işinize yararsa / Askılıkta bir paltom var uyarsa / Aç karnına geldiyseniz simit var / Üç çay içme hakkınız var üstelik / Dükkân kapanıyor geç gelen yanar / Boşa ovuşturur avuçlarını / Yakında olanlar uzak duranlar / Hesabı olanlar borçlu olanlar / Yarına kalana sonsuzluk kalır…”
“Hece Taşları” nın ilk sayısı da aynı şekilde güzel ve anlamlı şiir ve nesirle doluydu. Bahaettin Karakoç, Mustafa Özçelik, Mehmet Avşar, M. Fatih Köksal, Mehmet Gözükara, Durmuş Kaya, Halil Gürkan, Cevat Akkanat, Ali Parlak, Halit Yıldırım, Yusuf Dursun, Fatma Aras, İbrahim Sağır, Ahmet Çıtak, Haşim Kalender, Salih Sefa Yazar, Ş ükrü Ünal, Bestami Yazgan, İsmail Kutlu Özalp, Mehmet Durmaz gibi imzaların şiir ve yazılarıyla zengin bir muhtevaya sahipti.
Hâsıl-ı kelâm; şiir ve deneme severlere “Hece Taşları” nı okumalarını salık veririz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.