Sinanoğlu Oktay Bey
Oktay Sinanoğlu ABD’de vefat etti... Dünyaca meşhur ilim adamının 81 yıllık dünya macerası sona erdi, Allah rahmet eylesin...
40 yıllık bir tanışımı kaybettim...
İlk kitabım Batılılaşma İhaneti, 1975 yılı ekiminde yayınlanmıştı. Kısa sürede ard arda yeni baskıları yapıldı. Türkiye’de büyük ilgi gören eserin dünyanın öteki ucunda da takip edilebileceğini tahmin etmiyordum. O sırada Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin yayın yönetmeni olarak Dergâh Yayınevi’nde çalışıyordum. 1956 Şubat ayı ortalarında ABD’den bir mektup geldi... Karakteristik bir el yazısı ile yazılmıştı zarfın üstü: “Sayın Bay D. Mehmet Doğan Dergâh Yayınevi eliyle (yazarlardan) Bâbıâli Pk. 1240 İstanbul /Türkiye (Turky)”
“Türkiye”nin İngilizcesi sehven mi, yoksa kasten mi bilmiyorum (Turky) olarak yazılmıştı.
Gönderenin adı yoktu ama zarfın arka yüzünde adresi vardı... Zarfı itina ile açmış olmalıyız ki, hâlâ duruyor. Mektup Oktay Sinanoğlu’dan geliyordu... Oktay Sinanoğlu benim için meçhul bir şahsiyet değildi. Lisede o zamanın meşhur “16 Soru Bilgi yarışması”na Gazi Lisesi takımında hazırlanırken onun dünyanın en genç profesör unvanı alan ilim adamı olduğunu, kimya alanında genç yaşta başarılara imza attığını öğrenmiştik.
Fen bilimleri alanında bütün dünyanın tanıdığı bir ilim adamının mektubu yeterince heyecan verici idi. Mektup kısa fakat net ifadeler taşıyordu:
“Pek Sayın Mehmet Bey,
Batılılaşma üzerine değerli kitabınızı büyük bir ilgiyle ve istifade ederek okudum. Bu eserinizden dolayı sizi tebrik ederim. Batı’nın içyüzünü içinden bilenler sizin yazdıklarınızı iyi anlayacaklardır. Görüşmek ve yazışmak ümidiyle selâm ve hürmetlerimi gönderirim.
Oktay Sinanoğlu, Prof. Dr.”
Mektubun yazılış tarihi 5 şubat 1976 idi. Yale Üniversitesi’nin Kimya bölümünün antetli kâğıdına yazılmıştı.
O yaz, Dergâh Yayınevi’ne bir ziyaretçim geldi. Uzun boylu, sarışın, gözlüklü, mütebessim çehreli bir zat… Gelen Oktay Sinanoğlu imiş. Bizim kitaptan, Türkiye’nin ve dünyanın ahvalinden epeyce konuştuk. Galiba beni kitabıma göre biraz genç buldu!
Batıda yaşayan, kabul gören ve batının içyüzünü bilen biri olarak Oktay Sinanoğlu ile sohbetimiz elbette ufuk açıcı idi. Onun konumunda birinin aidiyetini koruma kararlılığı ve Türkiye ile ilgisini sürdürme konusundaki tutumu, elbette olağanüstü idi. Sohbet sırasında Türkiye ve Türk dili ile ilgili fikirlerini kendisinden dinleme fırsatı bulmuştuk.
Oktay Sinanoğlu ile tekrar yüzyüze görüşmemiz, onun ABD’de emekli olduktan sonra Türkiye’ye dönmesi ve türkçe şuuru uyandırmak için adeta kasırgalar estirmesi sırasında oldu. Çeşitli vesilelerle görüştük, konuştuk. Hasan Celal Güzel’in Yeni Türkiye dergisi de bu görüşmelerin zeminlerindendi.
Onun buluşları, ilim âlemindeki şöhreti, Nobel ödülü almasına yetmemişti. Türk olmanın olumsuz tesirine maruz kalmıştı. Kendi ifadesi ile Yahudi olsa idi… Durum çok farklı olurdu.
Oktay Bey, 1990’ların sonunda Türkçe heyecanını üzerine ölü toprağı serpilmiş Türk Dil Kurumu’nun rağmına bütün ülkeye yaydı. Üniversitelerde kurulan türkçe klüpleri kısa sürede yaygınlaştı. Oktay Sinanoğlu’nun Türkçe muhabbeti Öztürkçecilikle paralel gittiği için bizim yaklaşımımızla uyuşmuyordu. Hâlen de medeniyet dili Türkçenin peşinde gitse daha faydalı sonuçlara ulaşırdı diye düşünüyorum. Türkçenin bin yıllık macerasını esas almayan bir dil anlayışının sonuç alıcı olmayacağı görüşünde olduğum için Oktay Bey’i desteklemekle beraber, bir süre sonra Karamanoğlu Mehmet Bey-Atatürk çizgisinde tıkanıp kaldığını da görüyordum. Oktay Bey, Türkçe kampanyasını bizim bilmediğimiz bir sebeple bıraktı ve ABD’ye gitti. Demek ki aslî vatanına dönüşü böyle olacakmış.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.