Şanlı Peygamberimiz ve Seyyid Ahmed Arvasi
Bir sohbetlerinde Mutasavvıf İsmet Akçal Kur’ân-ı Kerim’in kâinatın yegâne hidayet kaynağı olduğunu ifade etmişlerdi. Biraz tefekkür ettiğimiz de buradan hareketle şu tespiti çıkarırız: Bir eser, bir münevver bizi “kâinatın yegâne hidayet kaynağı” olan Kur’ân-ı Kerim’i anlamaya, idrak etmeye götürdüğü ölçüde bizim için kıymetlidir.
Okuduğumuz eserler ve dinlediğimiz şahıslar, yaptığımız sohbetler bizi daima Kur’ân-ı Hakîm’e götürmelidir. Bizi bu âleme gönderen “Hâlik”ımız, “Kitabullah”ı yaşayalım yaşatalım diye gönderdi.
“Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni”
“Ben cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye halkettim”
(Zariyat/56)
Âdemoğlu bu yaradılış gâyesini bir an olsun aklından çıkarmamalı ve daima, yalnız ve ancak Allah’a kul olmanın gayretinde olmalıdır.
“Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn” “Ey iman edenler! Allah’tan korkun, Allah’a ulaştıracak vesile arayın ve Allah için cihad edin ki, felah bulasınız.”
(Maide/35)
Allah’a lâyıkı ile kul olmanın yolu, O’na yaklaştıracak, O’na ulaştıracak vesileye yapışmakla olur. O vesile kimdir? O vesile Şanlı Peygamberimizdir (aleyhisselâm), o vesile Şanlı Peygamberimizin sohbet halkası olan Sahâbe-i Kiram’dır (radiyallahu anhüm), o vesile Resûlî çizgiyi devam ettiren, Aleyhisselatu Vesselâm Efendimizin vârisleri olan Mürşid-i Kâmiller, hakiki-Rabbanî âlimlerdir.
Allah’a lâyık kul; Kitabullah’a, Resulullah’a lâyık ümmet; evliya, şüheda ecdadımıza lâyık bir millet olmanın yolu Maide/35. âyetin gereğini yerine getirmekten geçer.
Seyyid Ahmed Arvasî Hoca da inanmış bir İslâm âlimi olarak insanları, özellikle gençleri hayra sevk etmiş bir münevverdir.
Şanlı Peygamberimizin (aleyhisselâm) “kutlu doğum”unun miladî sene-i devriyesi olan bu günlerde, Arvasî Hocanın “İnsanlık Kimi Özlediğini Bir Bilse” isimli yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum. Tefekkür ederek okumanız dileğiyle…
“İnsanlığın içinde bulunduğu “ahvâli” düşündüm de Şanlı Peygamberimi ve O’nun aziz kadrosunu özledim. Şu anda, hepimiz, O’na ne kadar muhtâcız!
“Kara” ve “kızıl zulüm idâreleri” altında inleyen, sömürülen, “sahte tanrılar” karşısında boyun eğen, “putlaştırılan” kanlı diktatörlerin hayâlleri ile ürperen milyonlarca, hatta milyarlarca insanın hâlini düşündüm. Bütün bu zulüm idârelerini, bu “sahte tanrıları” yıkmak, asrımızda yontulan bütün putları kırmak ve insanlığı, bunların kanlı pençesinden kurtarmak gerektiğini gördüm. Fakat güçsüzlüğüme esef ettim. Bütün bu işleri, muhteşem bir kadro kurarak başaran Sevgili Peygamberimi düşündüm.
Ve şimdi, nurlu Medine topraklarında “örtüler altında” yatan o şanlı kurtarıcıyı özledim.
“Mazlumları zâlim”, “mağdurları gaddar” ilân ederek mahkûm eden mahkemeleri devletin makam ve mevkîlerini “yandaşlarına” birer arpalık tarzında dağıtan politikacıları, kendi tahakkümüne ve zümrevî menfaatlerine kapı açan “yazılı bir ihtiras belgesi” olmaktan öte bir değeri bulunmayan “ilkeleri”, birer anayasa ve kanun biçiminde, tertip ve hilelerle “halka kabul ettiren” ve sonra mikrofonlara çıkarak “millî irâdeden” söz eden madrabazları ve bütün bunlara seyirce kalan “kuvvet ve kudret sahiplerini” gördüm…
Ve “Emânetleri ehline vermezseniz kıyameti bekleyiniz.”, “Bir saat adâlet bin rekât nâfile namazdan daha üstündür.” diyen ve bunu yaşatan Sevgili Peygamberimi özledim.
Ezilen, kahredilen, sömürülen milyonlarca dindaşımın ve kandaşımın dertleri ile dertlendiğim için beni kınayan, suçlu ilân eden ve tarihin gelmiş ve geçmiş en kanlı diktatörlerini birer “kurtarıcı” olarak ortaya koyan, mazlumların kan ve gözyaşlarını gizleyerek zâlimlere alkış tutan “basın ve yayın” organlarını ve bu durum karşısında susan “örgütleri” ve “bilim adamlarını” gördüm.
Ve “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır”, “Hak yolda akıtılan bir damla mürekkep, şehid kanından daha mübarektir” diye buyuran Sevgili Peygamberimi özledim.
“Kâinâtın efendisini” sevmeyi, Allah’ın Kitabını yüceltmeyi, tarihin kaydettiği, bütün zaman ve mekânların en büyük kurtarıcısı şanlı Peygamberi rehber edinmeyi “gericilik” sayan; ne idüğü belirsiz “küçük kahramanlar” yontan “çağdaş putperestleri” hüzünle gördüm.
Ve bütün “sahte mabutları” yıkarak Allah’tan başka ilâh olmadığını ilân eden ve insanlığın şerefini kurtaran şanlı Peygamberimi özledim.
“Kara” ve “kızıl” filozofların pençesinde inleyen, aklını yitiren, şaşkına dönen; kapitalizmin, komünizmin, faşizmin, rasizmin, hedonizmin, nihilizmin ve anarşizmin bataklığına saplanan, çıldıran, tepinen, boğuşan milyonlarca insanın yürekler acısı hâlini gördüm de…
“Siz -bütün insanlar- Allah’a muhtaçsınız” âyetini tebliğ eden ve şaşkın akla, “vahiy” ile yol gösteren şanlı Peygamberimi özledim.
Onun yüce kadrosunu, muhteşem ve mübârek Sahâbiler ordusunu özledim.
Asırlarca O’nun nurlu izini takip eden “Ecdâd-ı İzâmı” özledim.
Yani, Hazret-i Ebûbekir’leri, Hazret-i Ömer’leri, Hazret-i Osman’ları, Hazret-i Ali’leri ve diğerlerini özledim.
Yani, Selçukları, Alparslanları, Osmanları, Orhanları, Muradları ve Yavuzları ve daha nice gerçek kahramanları özledim.”
(Arvasî; Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz, shf.72-74)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.