Siyaset ve Türkçe
Partilerin seçim beyannamelerini/bildirgelerini, yani bu pek de okunmayan metinleri okumayı ve elbette anlamayı deniyoruz. Emin olun zor bir işe talib olmuşuz!
“Beyanname”nin türkçe karşılığını filan aramayacağız, bu kelime türkçe; yüzyıllardır kullanıp duruyoruz. Hatta onun yerine kullanılan “bildirge”nin doğru türkçe olmadığını merhum dilcimiz Faruk Kadri Timurtaş beyan etmiştir. Esasen, 1935 tarihli, yani 80 sene önceki Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu’nda “bildirge”, “ihbarname” ve “takrir” karşılığı olarak yer alıyor. Beyanname’nin karşılığı ise “bildiriğ!”
(Gerçek Atatürkçü parti Atatürk’ün kelimelerini kullanır! Hadi bakalım CHP veya Vanat Partisi “bildiriğ” deyin de görelim!)
Bir de “bildiri” var...Ya o ne demek? 1945’lerde tebliğ, tebligat karşılığı uydurulmuş. Sonraları, anlamları arasına “beyanname” de eklenmiş! Doğrusu kafa karıştıran durumlar.
Bir sözün “türkçesi” demek, “en açık söylenişi”, “en doğru ifadesi” demek. Üstad Necip Fazıl’ı analım:
Rabbim, Rabbim, bu işin, bildim neymiş Türkçesi
Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi.
AK Parti’nin seçim beyannamesi, Türkçe’nin içinde bulunduğu durumun göstergesi olarak okunabilir. Türkiye’yi 13 yıldır yöneten partinin türkçe hassasiyetini bu metinde görmek isterdik. Türkçe sadece bu ülkede kendini “Türk” olarak tanımlayanlar için değli, bütün vatandaşlar için önem taşımaktadır. Yüzlerce yıldır bu ülkenin ortak anlaşma dili, ilim ve edebiyat dili, yönetim dili türkçe olmuştur. 1930’lardaki dil devrimi uygulamaları ve eğitim sisteminin doğru dürüst türkçe öğretmeden test çözmeye yönelik bir yapıda oturtulması bu sonucu doğurmuştur: Maalesef AK Parti’nin seçim beyannamesi güzel bir Türkçe örneği değildir.
Burada hatalardan bahsetmek yerine, iktidar partisinin bir dil siyasetinin olup olmadığına bakmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Beyanname’de türkçe birkaç yerde geçiyor. Mesela başka dillerde propagandaya izin veren düzenleme dolayısıyla türkçeden söz ediliyor. İki ayrı paragrafta, türkçenin Birleşmiş Milletler’in resmi dilleri arasına girmesi ve Avrupa Konseyi’nin çalışma dilleri arasına alınması ile ilgili teşebbüslerden söz ediliyor.
İnternette Türkçe sayısal içeriğin gelişiminin destekleneceği belirtiliyor. 2009 yılında kurulan Yunus Emre Enstitüsü’nün 30’un üzerindeki ülkede kültür merkezlerinde Türkçe öğretir hale geldiği ifade ediliyor.
“Türkiye’nin yurt dışında Türkçe dil ve kültürünün geliştirilmesi bağlamında sunulan eğitimlere belirli standartlar getirilmesi adına ‘Yurt Dışı Eğitim Kurumları Merkezi’ kurulmasını ve bu kurum tarafından ‘Yurt Dışı Eğitim Kurumları Kalite Denetim Standardı’ geliştirilmesini hedeflemekteyiz” deniliyor. (Burada “Türkçe dili” değil, “Türk dili” denilmesi gerektiğine işaret edelim.)
Elbette buraya kadar aktardığımız hususlar da bir anlamda dil siyasetine işaret ediyor. Fakat doğrudan dil siyaseti diyebileceğimiz iki kısa cümle var:
“Bilhassa yeni nesillerin Türkçe ve kültürümüzü korumaları noktasında mevcut hizmetlerimizi geliştirecek yeni adımlar atacağız” ve “Dilimizin medeniyetimizle uyumlu bir şekilde geliştirilmesini sağlayacağız.”
Türkçe ve kültürümüzü koruma konusunda mevcut hizmetlerin ne olduğunu bilmiyoruz. Keşke tadat edilse idi. “Dilimizin medeniyetimizle uyumlu şekilde geliştirilmesi” de daha anlaşılır bir cümle değil.
Devlet ve dil konusu 20. yüzyılda önem kazandı. Çünkü devlet hem harf devrimi yaptı hem de 1930’larda dil devrimi… Dil devrimi zihnimizi allak bullak etti. Hafıza kaybına uğradık: Kelimelerimizi kaybettik. 1930’larda başlatılan, 1940’larda şiddetlendirilen dile müdahale, çok partili dönemde ciddi bir aydın kamuoyu baskısı olarak iktidarları taciz etti. Buna rağmen, dil devrimcilerinin kelimeleri hiçbir dönemde AK Parti iktidarı döneminde olduğu kadar revaç bulmadı. Bir taraftan uydurma kelimeler, diğer taraftan İngilizce üzerinden gelen kelimeler türkçe hassasiyetini haleldar etti.
“Dilin medeniyetle uyumlu geliştirilmesi” bu iki taraflı yozlaşmaya karşı çıkmak olmalıdır diye düşünüyorum.
Devletin elinin altında Türk Dil Kurumu var… Zamanında çok faal olan kurum, şimdi bir durgunluk döneminde. Kurumun devletin dil siyasetini oluşturacak ve yürütecek bir konumda değerlendirilmesine bir türlü sıra gelmiyor. Bu beyannameden çıkardığım esas sonuç bu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.