Zeki Alasya ve Kenan Evren
Sinema, dostları ve onun ötesinde sevenleri oyuncu Zeki Alasya’yı kaybetti. Ayşen Guruda’nın ifadesiyle onunla her evden bir cenaze çıktı. Herkes bir tanıdığını ve sevdiğini kaybetti. Oyuculuk tarafına diyecek yoktu. İnsanlık tarafını ise can dostları daha iyi bilir. En azından bu yönü bana yabancı. Metin Akpınar ise ‘yarımımı, canımı kaybettim’ diye kendince durumu özetlemiştir. Türkiye’de kanallara baktığınızda film olarak sürekli olarak vizyonda kalan bir iki ismi görebiliriz. Şaban tiplemisiyle Kemal Sunal ile Metin Akpınar ve Zeki Alasya gibi bir iki özel veya istisnai ismi sayabiliriz. Bununla birlikte hakkında bir iki mülahazam var. Bunlardan birisi özel hayatıyla ikincisi de ideolojisiyle alakalı. Maalesef aleni ve cüretkar bir biçimde masonluğunu ihsas ediyor ve hatta reklamını yapıyordu. Doğrusu bu tarafı yadırgatıcı bir yönüydü. Masonluk şaibeli ve tartışmalı bir örgütlenme biçimidir. Masonluk anıldığında ahlaki bir yönden ziyade güç edinmeye matuf tarafı akla gelir. Mosanlar ise aksine güç merkezi olduğunu hatırlatmak yerine onu fazilet mahfili olarak takdim ederler. Bu kişiliğini gölgeleyen yönlerinden birisiydi. Değineceğim ikinci husus da yine şahsiyetinin bu yönünün yansımalarından birisiydi. Film veya dizilerinde sistematik olarak din adamını tezyif eden bir yaklaşım sergiledi. Akasya Durağı başarılı bir dizi olmasına rağmen sulu taraflarından birisi din ve hocalarla ilgili olumsuz göndermeleriydi. Özel hayatına masonluk vurgusu ve sanatında dine karşı olumsuz göndermeler sanatını gölgeleyen hususlardan birisiydi. Yoksa gerçekten de Türk halkı ikilinin filmlerine müptela derecesinde tutkundu. Bu da bir başka gerçeğimiz.
Ülke olarak ikinci kaybımız ise Kenan Evren. 12 Eylül darbesinin mimarı. Efsane günlerinde ‘netekim Paşa’ olarak ünlendi. Sanatı mizah değildi ama konuşmalarıyla insanları çok güldürdü. Sanatıyla değil ama tuluatıyla kırdı geçirdi. Değme mizah ustalarına taş çıkarttı. ‘Asmayalım da besleyelim mi?’ sözleriyle ve ‘iki sağdan iki soldan idam edersiniz olur biter’ sözleriyle hem düşündürdü, üzdü hem de hem de kırdı geçirdi. Ateş düştüğü yeri yakar hesabı kurbanlarını ve yakınlarını üzdü. Lakin halkı da kendisine güldürdü. 12 Eylül darbesi Amerikan bilgisi dahilinde Carter dönemine rastlayan günlerde yapıldı. Paul Henze darbeyle alakalı olarak Carter’a brifing verirken aynen şunları söyleyecektir: “Bizim çocuklar yönetime el koydu!’ Bizim çocuklar dediği Kenan Evren ve silah arkadaşlarıydı. Elbette mesele bundan ibaret değildi. Darbenin bir de iç dinamikleri vardı ki ayak seslerinden, geldiği anlaşılıyordu. İki bölge ülkesinde değişim olmuştu. Afganistan’a Sovyet botları girmiş ve İran’da ise mollalar devletin dümenine geçmişti. Türkiye’de de bir yıl sonra 12 Eylül darbesi yapıldı. Molla rejimi ise tarzı gereği 12 Eylül’ün kendi rejimlerinin bölgeye yayılmasını durdurmak için yapıldığını ileri sürüyordu. Böylece tarihin kenarında olmalarına rağmen kendilerini tarihin merkezine yerleştiriyorlardı. Her şey onların mihverinde şekilleniyordu.
Elbette 12 Eylül darbesinin iç dinamikleri vardı. Bu iç dinamikler İran devriminden çok öncesine dayanıyordu. Demirel’in de teşhis ettiği gibi Bedreddin Demirel’in itiraf ettiği gibi asker darbe ortamını olgunlaştırıyordu. Sadece bu olgunlaşan darbenin meyvesini devşirmek Kenan Evren’e nasip olmuştu. Yoksa askerler1 Mayıs 1977 yılından itibaren düğmeye basmışlardı. Demirel emir komuta kademesi zincirinde değişiklik yaparak önlem almak istedi ise de muvaffak olamadı. Lakin bu konuda Fahri Korutürk’ün ayak diretmesi darbe takviminin gecikmeli de olsa işlemesine hizmet etmiştir.
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, 1 Mayıs 1977’de taksimde yaşanan kanlı olayın ardından 1 Haziran 1977’de Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun’u emekliye sevk etti. Emeklilik gerekçesi komutanın darbe hazırlığı yaptığıydı. Kıdemi gereği Genelkurmay Başkanı olma sırasında bulunan Ersun, devre dışında kalmıştı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın görev süresi bir yıl uzatıldı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na yapılacak atama konusunda devletin zirvesinde kriz çıktı. Çünkü Kara Kuvvetleri Komutanı olacak kişi bir yıl sonra Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturacaktı. Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, 1. Ordu Komutanı Adnan Ersöz’ün atanmasını istiyordu. Başbakan Demirel’in isteği ise bu göreve 3. Ordu Komutanı Fethi Esener’in getirilmesiydi. Sonunda bu posta Kenan Evren getirildi ve darbe saati işlemeye başladı.
Sonra sivil yönetimler 12 Eylül darbesinden şikayet etse de eserlerini silmek de gevşek davrandı. Demirel’in 27 Mayısçılar için gevşek davranması gibi. 12 Eylül’e karşı dava açıldığında artık mesele post mortem olmuş yani iş işten geçmişti. Yargılama adalet meselesi değil prestij meselesi haline gelmişti. Evren’in yargılaması onun döneminin idam cezaları gibi oldu. Evren idamlarda adalet değil sağ sol arasında eşitlik gözetiyordu. bu ise adaletin ruhuna aykırı idi. 12 Eylül öncesiyle sonrası ifrat tefrit dönemleri oldu. Türkiye bir türlü yolunu ve ortalamayı bulamadı. İdeolojik dönemden apolitik bir döneme yuvarlandı. İslamcılar da 28 Şubat süreciyle birlikte akabinde Ak Parti ile birlikte ideolojik dönemden siyasi döneme geçtiler. Dolayısıyla siyaseten doğru mutlak doğrunun, pratik teorinin yerini almış oldu.
12 Eylül rejimi benim gibi birçoklarına zarar verdi. Belki mağdur etti. Lakin ben ardından gelen AB kriterleri dönemine tercih ederim. O dönemde belki generallerin meziyeti değildi ama toplum düzeni daha güçlü idi. Şimdi yerinde yeller esiyor, o dönemi bile iple arıyoruz. Toplumun dokusu yumuşadı ve inanılmaz derecede geriye gitti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.