Şehir Yazıları: Manisa Kaybolmamış!
Yanından yöresinden geçtiğimiz halde 1983’ten beri görmediğimiz Manisa’yı ziyaret için güzel bir vesile çıktı. Celâl Bayar Üniversitesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyelerinden Özlem Nemutlu ve Harika Durgun hanımlar Urfa’da Şehir Tarihi Yazarları Kongresi’nde söz almışlardı, “90 yaşındaki delikanlı Âsım” konferansı için Manisa’ya gittik. Bu vesile ile değerli Rektör Kemal Çelebi ile tanıştık, şehrin güzel mekânlarında sohbet ettik. Rektör yardımcısı Muzaffer Tepekaya ve eski tanışımız Prof. Âdem Ceyhan hoca ile görüştük. 1992’de ilkini Bursa’da yaptığımız Türkçe’nin Uluslararası Şiir Şöleni’nde ekibimizde olan Prof. Ayşe İlker hanımı Manisa’da bulduk.
Ankara’dan tanıdığımız Prof. Kenan Erdoğan’la karşılaştık. Kalecikli hemşehrim Dr. Ahmet Yeşil, Üniversite’nin Hafsa Sultan Şifahanesi Tıp Tarihi Müzesi Müdürü imiş. Onunla yeni bir anlayışla düzenlenmiş tarihî binadaki müzeyi gezdik.
Yine tarih bölümünden Dr. Nejdet Bilgi de sağolsun Manisa gezisinde bize rehberlik etti...
Manisa’yı ilk ziyaretimiz 1974’te. İzmir’de Gaziemir Ulaştırma Okulu’nda yedek subay öğrenci iken, bir hafta sonu bu tarihî şehri ziyareti kafamıza koymuştuk. Şehri yürüyerek gezmek, tanımak için en doğru yol. Hafsa Sultan’ı, Hatuniye ve Muradiye Camilerini, Saruhan Bey türbesini, mimarlık tarihimizde bir merhale olan Ulu Cami’yi gördükten sonra önündeki çay bahçesinde çay içtiğimi hatırlıyorum. Tabiî çayla birlikte su getirilmesi sıcak bölge için güzel bir alışkanlık olarak hatırımda kalmış.
Manisa’yı 1983’deki ziyaretimiz, Kaybolan Şehirler belgesel dizisi vesileyledir. Muhsin Mete ile beraber Manisa’yı bir hayli dolaştık. Belli başlı tarihî yapılarını gördük, bedesteni, sipahi pazarını, çarşıyı, Mevlevihane’yi gezdik, şehrin tarihî ve tabiî atmosferini hissettik. Bir hayli vaktimizi alan Manisa okumalarından sonra Osmanlı devrinin şehzadeler şehri için “Fetih rüyaları gören şehir” başlıklı metnimizi yazdık.
Belgesel, Manisa’nın bir Regaip kandili gecesi gerçekleştirilen fethi anlatılarak başlıyordu. Saruhan Bey, eski bir Türkmen savaş hilesi ile Manisa kalesini Bizans tekfurundan alıyor. Askeri az, keçi sürülerini devreye sokuyor: Keçilerin boynuzlarına mumlar bağlatıyor. Kaleden ovaya doğru bakınca binlerce ışık kaynağının –askerin- hareket halinde olduğu görülüyor. Kaledeki bizans askerleri böyle kalabalık bir ordu ile baş edemeyecekleri korkusuyla sabah olmadan kaleyi terk edip Horoz köye kendilerini atıyorlar...
Manisa’nın Saruhanlı dönemi önemli… Fakat Osmanlı dönemi daha da mühim... Birçok Osmanlı padişahı burada yetişiyor. Fatih dâhil... Genç şehzade Mehmed’in Fatih olarak yetiştirilmesi Osmanlı tarihinin önemli bir projesi... Genç Fatih, Saruhan Bey’in Manisa fethinde başvurduğuna benzer bir uygulamayı fetih gecesi İstanbul surlarının etrafında ateşler yaktırarak, askerlerin eline meşalleler vererek gerçekleştiriyor. Buna “mum donanması” deniliyor.
Sur içindeki Bizans askerleri aynı Manisa’dakiler gibi bu aydınlık kuşağı karşısında korkuya kapılıyorlar... Kaleyi terk etmiyorlar ama ertesi gün surların aşıldığını görüyorlar...
Manisa son yıllarda sanayileşen bir şehir... 1983’te 95 bin civarında olan merkez nüfusu neredeyse dörde katlanmış, bu çok miktarda yeni yapı demek. Yeni yapılaşma demek aynı zamanda tarihî şehre müdahale anlamına geliyor. Buna rağmen Manisa’nın tarihî dokusu demeyelim ama tarihî yapıları ayakta. Hemen hemen hepsi onarılmış. Bu arada Mevlevihane’nin son anarımı sırasında mermerle kaplanması binanın hamama benzemesine yol açmış!
Bir tenasüp harikası olan Muradiye hem dışarıdan hem içeriden göz almaya devam ediyor. Muradiye, Selimiye gibi Mimar Sinan’ın ustalık eserlerinden... Sinan’ın olgunluk çağında tasarladığı Muradiye İstanbul Fatih’deki Mesih Mehmed Paşa camiine benziyor. Pencerelerin, dolayısıyla aydınlığın son haddine vardırıldığı bir camii. Kilise mimarisinin loşluktan medet uman mistik havasına karşılık camilerde aydınlığın esas alınması üzerinde durulması gereken bir konu.
Manisa için yazdığımız “Fetih rüyaları gören şehir” metni söyle sona eriyor:
“Kaybolan şehir, setbaşına çobanlar sürüleriyle indiğinde, eller alınteri ve helâl kazanç için sabah aydınlığında çalışmaya başladığında, Sular çay boyunca çağlayıp aktığında, sabah vaktinde gün ışıklarından önce kutlu çağrılar göğünü aydınlattığında, tarihî yapıların bahçelerinde çocuklar oynadığında, Namaz gecesinde kandiller yakıldığında, susamlı helvalar yenildiğinde, çocuklar yüzlerce yıllık fetih neş’esini sokaklarına çığlık çığlak taşıdığında yine canlanır, yine var olur. Kaybolanın kaybolmayacak olan olduğunu hisettirdiği anlar, şehrin var olma ve ümit anları...”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.