Sol çıkışını arıyor mu?
Bir labirentin içinde, etrafı yüksek duvarlarla çevrili, panik içinde çıkışını arayan sol. Devrim Sevimay'ın sol adına temsil edici görüşlere yer verdiği yazı dizisinin başlığı böyle bir manzarayı çağrıştırıyordu.
Güya bir çıkış aranıyor; karanlık labirentlerin içinden kurtulmak, gün ışığına çıkmak ve var olduğunu göstermek için. Bu tasvir bana çok doğru gelmiyor. Sevimay'ın yazı dizisinde yer bulan görüşleri okurken, manzaranın iki ayrı Nasreddin Hoca fıkrası ile özetleneceğini düşündüm.
Birincisi eşeğini kaybeden Hoca'ya dair. Nasreddin Hoca eşeğini kaybetmiş, ama sürekli Allah'a şükredip duruyor. "Eşeğini kaybettiğin halde niye bu kadar sevinçlisin?" sorusuna ise şu karşılığı veriyor: "Ya üstünde ben olsaydım?" Solun çıkışına dair iri iri hükümler verenlerin çoğu, eşeğin üzerinde olmadıkları için mutlu olanlar. Dışarıdan ve uzaktan bakarak konuşuyorlar. Halbuki solun bütün renklerinde güçlü bir özeleştiri geleneği vardır. Kendine, kendi siyasî geçmişine, kendi tecrübelerine dair güçlü bir özeleştiriye yanaşmayanlardan siyasî yenilik çıkar mı?. Birbirini kaybedenler kimler? Sorulması gereken soru bu: Eşek mi hocayı, hoca mı eşeği kaybetti?
İkinci fıkra artık anonimleşmiş bir irfan örneği. Hoca evde yüzüğünü kaybetmiş. Sokakta harıl harıl bir şeyler ararken biri durumu anlıyor. Adamın "Neden evin içinde aramıyorsun?" sorusuna Hoca şu karşılığı veriyor: "Orası çok karanlık da..."
Sol, kaybettiklerini başka yerde arıyor. "Çıkış arama" benzetmesi yanlış. Solun araması gereken çıkış değil, bütünüyle bir "yeniden oluş". Daracık alanlarda fırtınalar kopartarak, birbirini kollayarak, birbirini yerden yere vurarak bulunacak bir çıkış yok. Solun kendi arasında kavga etmek için kullanabileceği ortak bir dil bile bulunmuyor artık. "Sol gelenek" denilen şeyin de aslında bir alışkanlıklardan ibaret olduğu anlaşılıyor.
Evrensel olarak sol ideoloji -beğenelim beğenmeyelim- toplumlardaki değişime bir pusula gibi yol gösterir. Mevcutla yetinmeyenler mutlaka sol ile bir diyaloğa girerek harekete geçerler. Sol dışında kalanlar bulundukları yeri bu pusulaya göre tanımlamaya başlar. Eleştirmek, muhalefet etmek, talep etmek ve ısrar etmek solun görevidir. Evrensel olarak muhafazakârlık adı verilen siyasî duruş, solun değişme baskıları ile şekillenen bir "muhafaza etmek için değişme mecburiyeti" halidir. Sağ her zaman kendini sola göre tanımlar. Hızlı bir değişim yaşanırken önce sol, toplumun ihtiyaçlarına uyumlu olarak kendini bir yere konumlandırır. Sağ ise hemen bu yeni duruma intibak ederek kendini yenilemeye girişir. Bu yüzden toplumsal ve siyasal gerçeklikle uyumlu bir solun, gemiyi bir çapanın sabitlemesi gibi referans olmadığı bir ülkede siyasal istikrar sağlanamaz.
Evrensel ölçekte kitlesel solun, yani sosyal demokrasinin 1970'li yıllardan başlayarak refah devleti sonrasını inşa etmek için giriştiği göz alıcı bir çaba var. 80'li yılların sonunda bu çabanın ulaştığı nokta küresel ölçekte piyasa egemenliğine karşı kendini yeniden oluşturmaktı. Türkiye'de sol, devletçi politikalara sarılmanın tarih dışına savrulmak olduğunun hâlâ farkında değil.
Devrim Sevimay'ın aldığı görüşler arasında piyasa radikalizmi ile hesaplaşarak, Avrupa'daki sola paralel çözümlerden bahseden kimse yok. Tartışmalar piyasa ile kamu sektörü arasında değil, bütünüyle siyasî devletçiliğin küflü, rutubetli labirentleri arasında boğucu ve tüketici yükler altında geçiyor. Susurluk'u da içeren Ergenekon karşısında, Susurluk'ta gösterdiği maharetin çok azını bile gösteremeyen, daha ilerisi "Ergenekon avukatlığı"nı temel siyasî gündem olarak tartışma eksenine yerleştiren bir solun çıkışı bulması mümkün mü?
Solun bir geleneği yok, alışkanlıkları var. "İyi darbe-kötü darbe" ayırımını sürdüren, darbeciliğin ideolojisi olan Millî Demokratik Devrim tezlerini yeniden ısıtmayı çıkış yolu olarak gören sol, bir çıkış yolu bulsa ne yapacak?
Sevimay'ın derlediği görüşler sol adına umudun daha uzun süre beklemede kalacağını gösteriyor.