Tefekkürün Önemi
Kutlu mevsim Ramazan-ı şerif ayında dünü, bugünü ve yarınımızı düşünerek nefis muhasebesi yapmak gerekmektedir. Kendimizi mânevî revizyona sokmak için gerekli bu muhasebeye TEFEKKÜR diyebiliriz. Tabii ki, insanın düşünce deryasında kulaç atabilmesi için, irfan pınarlarında yıkanmış temiz dimağı ve aklı-selimi bulunması gerekir. Zira nefsi-emmâresine uymuş gâfillerle, Aklı-fikri ipotek edilmiş ya da kiralanmış mecnunların tefekkür imkânı yoktur.
Bu kadar mükemmel biçimde esrar ve mu’cizelerle dolu yaratılmış EŞREF-İ MAHLÛK İNSAN; sorumsuz ve başıboş olabilir mi? İnsan, behâim sürüsü gibi tefekkürsüz olur mu?
Kur’ân-ı Kerim’de sıkça tekrar edilen ikazlardan biri, “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” mealindeki “Efelâ tâ’kılûn” bir diğeri de “Siz hiç düşünmez misiniz?” mealindeki “Efelâ tetefekkerûn” hitaplarıdır.
Geçmiş İslam büyükleri; akla, fikre, ilim ve tefekküre verdikleri önem sayesinde, medeniyetin zirvesine çıkmışlar, her alanda fütuhat ve başarı elde etmişlerdir. Mütefekkirler, müçtehitler, mûcitler, kâşifler ve mütehassıs ilim adamları yetişmiş dünyayı aydınlatmışlardır.
Hz.Peygamberimiz (s.a.v.) Ebu’d-Derda’ya (r.a.) “Aklını artır ki, Allah’a yaklaşasın” buyurmuştur. Zira insana bahşedilen en büyük ve en değerli nimet akıldır. Akıl sayesinde insan yücelir ilim-irfan ve marifet sahibi olur. Böylece dünyevî ve uhrevî saadete erişebilir. Akıl o kadar değerlidir ki, ıssız bir adada hiçbir kitap ve peygamberden haberi olmadan yaşayan bir kişi bile onunla yüce yaratıcısını bulabilir. Yani kâinata bakarak, akılla Allah’ı bulmak mümkündür. Şâirin dediği gibi:
Varlığın bilmeye ne hacet kürre-i âlem ile.
Yeter ispatına halk ettiğin bir zerre bile.
Allah’ın zatı üzerinde düşünmek ve onu aklımızın çerçevesine sığdırmaya çalışmak doğru değildir. Akıl terazimiz onun zatını tartamaz. Eğer tartmaya zorlarsak terazimiz bozulur. Hz.Peygamberimiz bu konuyu tartışan ashabına hitaben: “Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünün, Fakat zatı hakkında sakın düşünmeyin. İdrakiniz yetmez.” Buyurdu. Şâir der ki:
İDRÂKİ-MEÂLÎ BU AKLA GEREKMEZ.
ZİRA BU TERAZİ BU KADAR SIKLETİ ÇEKMEZ.
Tefekkür edene, Mütefekkir denir. Fikir adamı demektir. Edebiyat ıstılahında MÜTEFEKKİR, birçok dalda uzmanlaşarak mukayese ve muhakeme kabiliyetine sahip yüksek seviyede düşünür demektir. Böyle mütefekkirleri bugün mum ışığıyla arıyoruz.
Geniş halk yığınları televizyon, internet ve diğer dijital iletişim araçlarına kilitlenmiş adeta bağımlı hale gelmiş durumda. Tefekkür şöyle dursun, okuma-yazmayı unutmak üzere. Dolayısıyla bilim ve fikir hayatımız sığ ve dar bir alana sıkışmış bulunmaktadır. Elbette mütehassıs akademisyen bilim ve fikir adamlarımız, değerli hocalarımız var. Ancak ilim ve hikmet sahibi mütefekkirler yok denecek kadar azdır.
İlahiyat dallarında uzmanlaşarak Prof.ünvanı almış mütefekkir edalı kimi hocalar din eleştirmeni olmuş, yerleşik geleneksel İslam anlayış ve uygulamasını diline dolamış sürekli eleştiriyor, İslâmiyeti kuşa çevirmeye çalışıyorlar. Maşaallah teravihin farz vacip olmadığını söyleye, söyleye cemaati camiden soğutmayı başardılar. Yazıklar olsun.
Alaylı tabir edilen, medrese eğitimi almış ve bazı alet ilimlerini hızlıca okuyarak, irşad ve tedris hizmetlerine yönelmiş kimi hocalar da tefsir ve hadis usulü ilminden bîhaber kürsülerde vaaz etmektedir. Bunlar elindeki anahtar bilgilerle yüksek ilimlerin kapısını aralama zahmetine katlanmayan tetebbuatsız tembel hocalardır.
Tefekkürsüz halk yığınları bir tarafa, bilim dünyamız da yetersiz yavan ve tembeldir. Derin vukuf sahibi uzmanlaşmış araştırmacı ve mütefekkir hocalar çok az. Mevcutlardan da istifade edilmiyor. Dünyanın değişik bölgelerinde bizim tanımadığımız çok değerli ilim-irfan sahibi mütefekkir âlimler, mucitler, kâşifler elbette vardır, ama nerede?
Bizi yoktan var eden, insan olarak yaratan, hayat veren, sayısız nimetlerle donatan ve en önemlisi İslam ile şereflendiren Hz.Allah’ı tefekkür edip, teşekkür etmeliyiz. Verdiği nimetlerin çeşitlerini saymak istesek, ömrümüz boyunca sayamayız.
Var oluş konusunda patlama teorisine inanmayın. Olmayan bir şey nasıl patlar? Olan bir şey ise yaratılmamış olur mu? Kendiliğinden olan bir şey var mı? Varlıklar âlemini milimetrik bir denge içinde yaratıp yöneten ilâhi kudreti görmemek için akılsız olmak lazım.
Bu hayatın fâni olduğunu ve bir gün sonu geleceğini kabul etmeliyiz. Yani âhiret vardır. Bir ömür boyu beyin hafızamıza kaydedilen bilgiler amel defteri olarak önümüze konulacaktır. İşlediğimiz iyi veya kötü her şeyi apaçık göreceğiz. Ağzımız mühürlenecek, ellerimiz konuşacak, ayaklarımız şahitlik yapacaktır.
Muhasebemizi iyi yaparak kibir, riya, haset, cimrilik, aşırı hırs, nefsaniyet ve benzeri hastalıklardan arınmak için tövbe etmeli, tam bir ihlas ve sadâkatle Allah’a yönelmelidir.
Akıllı insan, doğum ve ölüm denilen iki durak arasındaki kısacık hayatı doğru yaşayarak, imtihanı kazanan kişidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.