RAMAZAN TÜKETİMİ
Piyasalardaki hareketliliği ve özellikle gıda ürünlerindeki fiyat artışını Ramazan’a bağlayanlar, şikayetlerinde haklılar.
Bunun sebebi, Ramazan’ı “Tüketim ayı” olarak görmemizdir.
***
Ramazan ayı gerçekte tüketim ayı mıdır, yoksa tasarruf ayı mı?
Bu ayda tutulan orucu ve 24 saatin yarısının aç ve susuz geçirildiğini düşünürseniz, cevabı kolayca bulursunuz: Ramazan ayı, tasarruf ve riyazet ayıdır. Beden ve ruh dünyamızın arındığı, bakıma alındığı bir ay Ramazan.
Buna rağmen, acaba neden bu ayda daha fazla tüketim olur, israfa yol açılır, bunu anlamak zor!
Kurulan zengin sofralar, yapılan mükellef davetler ve edilen çılgınca alış-veriş, bu tüketimin en önemli unsurları…
Oysa, oruç ibadetini emreden Yüce Allah’ın Kur’an’daki muradı ve orucun hikmetlerini anlatan Hz.Peygamber’in hadislerindeki kastı, asla bu değil!...
***
Belki, en az yemek yenen ve en az içecek tüketilen ayın Ramazan olması gerekirdi… Dolayısıyla da, piyasanın fiyat itibariyle en düşük seviyeye indiği ve malların bollaştığı ay olmalıydı Ramazan!..
Bu ayda oruç tutanlar; az yiyecekler, az içecekler, dolayısıyla açlığı yüreklerinde hissedecekler, tam bir ay boyunca midelerini dinlendirecekler ve vücut organlarını adeta bakıma çekeceklerdir.
Yıl boyunca 24 saat çalışan vücut organlarının dinlenmeye hiç mi ihtiyacı yok? Debdebeli hayatın ve dünya meşgalelerinin kirlettigi ruh dünyamızın arınmaya yönelmesi az şey midir?
Hepimiz biliyoruz ki oruç, aç kalmak için tutulmaz. Ama oruçta acıkılır ve oruç açları düşünmek için önemli bir ibadettir. Aynı zamanda orucun, beden ve ruhu terbiye etme aracı oldugunu söylemeye gerek yok sanırım!..
Peki, ya açlar?
Onlar için de, dengeli beslenmek ve her gıdadan nasiplenmek için Ramazan bir fırsat değil mi? Başka zaman belki hic alamadıkları besinleri, iftar davetleri yoluyla veya yardım için verilen iftar paketleriyle alma fırsatı elde etmis olurlar…
***
Bu böyle gerçekleşiyor mu derseniz, tümüyle “evet” demekte zorlandığımı söyleyebilirim.
Bizdeki davetler, çoğu yerde maalesef fakirlere hitap etmekten hayli uzak!
Belediyelerin kurduğu ve gelenek haline gelen iftar çadırlarını bile hâli vakti yerinde olan insanlar dolduruyor genelde.
Zaten yol parası bulmaktan âciz fakirlerin, evinden kalkıp bu çadırlarda düzenli yemek yemesi de mümkün değil!
O zaman yapılacak şey şudur:
Belediyeler veya iftar sofrası kuran müesseseler, çadır kurma yerine yardımları tespit ettikleri fakirlerin evlerine ulaştırmalıdırlar.
Bazı belediye ve hayır kuruluslarının bu sene buna yöneldiklerini memnuniyetle kaydedelim.
Bu hem israfı önler, hem de yapılan yardım ehline ulaşmış olur.
İftar sofralarının amacı da zaten fakirleri korumak, doyurmak değil mi?
Son günlerde Almanya Deniz Feneri Derneği üzerinden yürütülen olumsuz gelişme ve propagandalar, umarım bu sosyal yardımlaşma ve dayanışma geleneğine darbe vurmaz.
***
Eğer amaç, yapılan bu güzel hizmetleri reklam etmek, şova ve ranta dönüştürmekse, bu istismar bir gün bunu yapanlara ağır bedeller ödetir. Hayra engel olmanın akıbeti ise daha fecidir.
Ramazan sofralarını fırsat bilerek ense şişirip mide büyütenlere gelince, bunların sayısının hic de az olmadığını üzülerek kaydedelim. Böylelerini görünce İlber Ortaylı’nın sözü aklımıza geliyor.
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Türkiye'nin eğitimde yaşadığı eksikliklere dikkat çekerek diyor ki: ''İyi düşünmesini bilmeyen, iriyarı, kuvvetli bir adam gibiyiz. Dünyayı kavramakta ve etüt etmekte geri kaldık.''
Keşke, mideye verdiğimiz önem kadar, beynimize de önem verebilseydik!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.