KARDEŞLİK İKLİMİ
Yeryüzünde yaşayan bir buçuk milyar civarındaki İslam âlemini kuşatan ve heyecana gark eden kutlu mevsim ramazan-ı şerif ayında iftar programları ve diğer yardımlaşma ve dayanışma etkinlikleriyle tam bir KARDEŞLİK İKLİMİ yaşanmaktadır. Bu durum birlik ve beraberliğimizi güçlendirmektedir.
Dünyanın muhtelif bölgelerinde Müslümanlara reva görülen mezalim, civarımızdaki kardeş kavgaları nedeniyle akan kan ve gözyaşı yüreğimizi sızlatmakta, hepimizi derinden üzmektedir. Rabbimizden dileğimiz, bu acıların sona ermesi ve kardeşlik ikliminin hâkim olmasıdır.
Müslümanlar fert ve topluluk olarak birbiriyle hayırda yarışırlar, ama rekabet etmezler. Müslüman, diğer kardeşinin rakîbi değil, sadece aynı yoldaki ya da diğer kulvardaki şerîkidir. Dolayısıyla hayırlı işlerde kardeşçe müsabaka makbul ve güzeldir.
Hayırda müsabaka ne kadar güzel ve makbul ise, hangi alanda olursa olsun rekabet, çekişme ve çelmeleme de o kadar çirkin ve kötüdür. Zira rekabette yenmek, kıskanmak, ötelemek ve karalamak gibi kötü şeyler vardır. Kavgaya yol açan bu hasletler kardeşliğe uygun değildir.
Bugün baktığımızda; içeride ve dışarıda Müslümanların durumu hiç memnuniyet verici değildir. Maalesef aynı duvarın tuğlaları gibi birbirine kenetlenmesi gereken kimi insanlar, birbirinden ayrışmaktadırlar. Farklı guruplara mensup kişiler, sanki diğerinin hasmı ve düşmanı gibi davranmaktadırlar.
Elbette her kes en doğru yolda olduğuna inanır. Hayırda tatlı bir yarış lazımdır. Ancak diğerini tahkir, tel’in ve tekfir kat’iyyen doğru değildir. Öteki Müslümanı kendinden üstün görmek, yüceltmek gerekirken öteleyen ve tekfir eden, kendisi kâfir olur.
Maalesef tarihte yaşanan SıffÎn savaşı, Cemel vak’ası ve Kerbelâ faciasından başlayarak günümüze dek süren kavgalar, çatışmalar çok acı vericidir. Gayri-müslimler birbiriyle kolayca anlaşırken, hatta dost oldukları halde, Müslümanların boğaz boğaza savaşmaları onları sevindirmektedir.
Halbuki, Üstazlarımız böyle değildiler. Onlar diğerini kendinden üstün görür ve yüceltirler; “Eller yahşi biz yaman, eller buğday biz saman” derlerdi.
Sultan 1. Ahmed, Aziz Mahmut Hüdâî hazretlerinin bağlılarındandır. Bir gün Sultan hocasına hediye gönderir, Aziz Mahmut, hediyeyi kabul etmeyip iade eder. Sultan da aynı hediyeyi devrin diğer âlimlerinden Abdülmecid Sivasî’ye gönderir. O kabul eder.
Padişah: “Abdülmecid Efendi! Senin kabul ettiğin bu hediyeyi Aziz Mahmut kabul etmemişti” der, o büyük âlimden şu cevabı alır: “Aziz Mahmud anka kuşu gibidir. Her lâşeye tenezzül etmez.”
Pâdişah, bir başka gün Aziz Mahmut Hüdâî’ye,“Senin kabul etmediğin hediyeyi, Abdülmecid Sivasî kabul etti” deyince, Aziz Mahmud Hüdâi şu ibretlik cevabı verir:”Abdülmecid Sivasî deniz gibidir. İçine bir damla necâset düşmekle kirlenmez.”
İlim, irfan sahibi mânevî terbiye almış kişiler böyledir. Onlar kibirlenmez ve başkalarını hakir görmezler. Hatta kendini gizlerler.
Vaktiyle sahte bir şeyh Akşehir’e gelmiş. Bir takım cahilleri etrafına toplayıp, evliya olduğundan bahisle atıp tutuyormuş. Durumu Nasrettin Hoca’ya anlatmışlar. Hoca adamın haddini bilmez bir sahtekâr olduğunu anlamış… Ama anlamazlıktan gelip, mollalarıyla birlikte adamın yanına gitmiş.
Ak sakallı, koca sarıklı bir hocanın ziyaretine geldiğini sanan sahte şeyhin ayakları iyice yerden kesilmiş, atıp tutmaya başlamış, lafı hocaya getirerek demiş ki: “İşte böyle…Sizin hoca eşeğiyle uğraşırken, ben göğün yedinci katında Melâike ile haşır neşir oluyorum.”
Tabi ki, bizim Nasrettin Hocanın sabrı taşmış, demiş ki:
“-Erenler! Semâvatta seyahat ederken, şu nuranî yüzünüze tüy gibi yumuşak bir şey dokunuyor mu?” Sahte şeyh iyice coşmuş:
“Tabi, tabi…tüy desem tüy değil. Tül desem tül değil…diye başlayınca, Nasrettin hoca taşı gediğine koymuş, demiş ki:
“İşte o bizim merkebin kuyruğudur.”
Günümüzdeki sahte şeyh, imam ve emîrlere ithaf olunur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.