Dr. Erbakan Özal

Dr. Erbakan Özal

Türkiye’nin Kuşatılmışlığı ve Avrupa Birliği

Türkiye’nin Kuşatılmışlığı ve Avrupa Birliği

Türkiye, daha Avrupa’da ‘birleşik bir güç’ oluşturma ve Avrupa’yı bir ‘barış kıtası’ gücüne/yarımadasına dönüştürme çalışmalarının başlatıldığı 1945 yılından itibaren bir şekilde sürecin içerisinde varlığından söz ettiriyor olmasına rağmen, nedense söz konusu taraflarca hiçbir zaman birinci sınıf Avrupa ülkesi gibi değerlendirilmemiştir. Hatta Türkiye, Avrupa Birliği üyeleri arasına girebilmek     için, 1958’den beri, 67 yıldır, kesintisiz bir biçimde yoğun mücadeleler veriyor olmasına karşın henüz dişe dokunur herhangi bir ilerleme elde     edebilmiş değildir. 

Bu konuda ilginç olan önemli bir husus; üyeliğe alınmayan Türkiye, nedense bizzat Avrupalılar tarafından, Avrupa Birliği kapısından ayrılmaması için çeşitli unsurlar kullanılarak kontrol altında tutulmaktadır. Hakikaten yaklaşık 70 yıldan beri Avrupa Birliği’ne üye olabilmek için yoğun bir şekilde koşuşturmasına rağmen Türkiye üyeliğe kabul edilmezken, kendisinden 30 küsur yıl sonra üyeliğe müracaat ettirilen eskinin ‘Demirperde Ülkelerinin’ peşi peşine üyeliğe kabul edilmiş olmasının kesinlikle bir anlamı olmalıydı!.. Türkiye’yi hem üyeliğe kabul etmiyorlar, hem parçalanmasına yönelik her çeşit örtülü kumpaslar kuruluyor, hem de özelde Avrupa’dan genelde ise Batı’dan kopmasına ya da alternatif arayışlar içerisine girmesine müsaade edilmemektedir. Niçin?..

Her şeyden önce Avrupa Birliği’nin köken olarak dayandırılmaya çalışıldığı Grek-Roma kültür ve medeniyetinin derin kökenleri Türkiye’nin orta ve batı kısımlarında bulunuyor olması nedeniyle, Avrupalılar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin hariç tutulduğu bir Türkiye’yi kendi içlerine alma çalışmalarına özel önem vermektedirler.

Dolayısıyla bu durumdan anlaşılan; Türkiye’nin uzun yıllardan beri Avrupa kapılarında bekletiliyor olmasının nedeni, ‘Türkiye’yi tam üyeliğe almamak’ değil, belki de Türkiye’nin parçalanıp daha hazmedilebilir bir yapıya kavuşturulmasından sonra, Avrupa’ya ait olduğu düşünülen kısımlarıyla birlikte Avrupa Birliği’ne üye olmaya hazır hale getirilmesidir. Açıkçası 1960’lı yıllardan beriki tüm gelişmeler de bu tezi kuvvetli bir şekilde desteklemektedir.
Şimdi böylesine önemli ve ürkütücü bir hakikat ortada dururken; Türkiye’nin Suriye politikası başta olmak üzere, tüm diğer komşularıyla ilişkileri üzerinden kuşatma altına alınıyor olması kesinlikle hafife alınmamalıdır. Daha da ileri bir pencereden bakacak olursak; Avrupa Birliği’nin ‘gizli Türkiye gündemi’ ortada dururken, PKK terörü başta olmak üzere, Türkiye’yi içten çökertme eğiliminde olan diğer keskin sorunlar da kesinlikle hiçbir şekilde sürüncemede bırakılmamalıdır. Zira Türkiye’nin bir türlü ‘lider ülke’ rolüne bürünememesinin/soyunamamasının temel nedenlerinden birisi de; zaten uzun yıllardan beri söz konusu sorunlarla köşeye sıkıştırılıyor olmasına rağmen, Batılılarla ittifak ilişkilerinin kendi üzerine yüklediği sorumluluklar nedeniyle şahsi sorunlarının ortadan kaldırılması noktasında gereken hassasiyet ve kararlılığı ortaya koyamamıştır.

Mesela PKK terör örgütünün, bizzat Avrupa Birliği’nin değişik üyeleri tarafından korunup kollandığı, değişik biçimlerde desteklendiği, bu konuda Türkiye’nin binlerce defa aldatılıp yalnız bırakıldığı gerçekleri yaklaşık olarak 30 yıldan beri yazılıp çizilmektedir. Benzer bir biçimde; İsrail’in ‘arz-ı mev’ud’ politikasının başarıya ulaşabilmesi için, İsrail ile ABD’nin de, Türkiye’nin parçalanarak yaklaşık olarak Sinop’tan Hatay’a uzanan bir çizginin doğusunu kaybetmesine yönelik politikaları örtülü bir biçimde yönlendirdikleri hususu da uzun yıllardan beri çeşitli değerlendirmelere konu olmaktadır. Türkiye, öteden beri böylesine açık “dost” düşmanlıklarıyla yüzleşiyor olmasına rağmen, sadece Batıyla devam eden derin ilişkilerinin kendisine yüklediği sorumluluklar ile müttefiklerinin yanlış yönlendirmeleri nedeniyle ne yazık ki ‘yılanın başını’ küçükken ezme becerisini/başarısını ya da uyanıklığını/akıllılığını sergileyememiştir/gösterememiştir.

İşte Türkiye; böylesine ciddi zafiyet, zayıflık ve kuşatılmışlıklarının etkisiyle, bizzat müttefiklik ilişkileri içerisinde olduğu söz konusu ülkeler ile bu ülkelerle birlikte üye olduğu çeşitli örgütler tarafından perde gerisinden yönlendirilen/yönetilen sinsi operasyonlar nedeniyle şimdi tamamen köşeye sıkıştırılmış bir durumdadır. Aslında Türkiye, bizzat Batılı ülkeler ile bu ülkelerin yakın     ilişkiler içerisinde olduğu İsrail ve Ermenistan tarafından, kendisine yönelik ‘örtülü bir savaş’ yürütülmekte olduğunu elbette biliyordur. Öyle ise, acaba Türkiye;  NATO ve hatta ABD ve de İsrail (!?!) gibi güçlü devletlerle ilişkileri sürecinde nasıl bir ‘gizli anlaşmalar tuzağı’ ile karşı karşıya kalmıştır ki, üzerinde oynanmakta olan oyunlara karşı yerinden ve zamanında gereken tedbirleri alamamış ve hatta bu nedenden dolayı Osmanlı coğrafyasındaki jeo-kültürel etkiliğini yeterince yaygın bir şekilde kullanabileceği güç ve rahatlığa kavuşamamıştır? Bu konu üzerinde mutlaka kapsamlı çalışmalar yapılmalıdır.

Aslında merhum Osman Olcay ve Oral Sander başta olmak üzere, diğer hocalarımızın yıllar boyunca çeşitli dersler ve diğer vesilelerle anlattıkları çerçevede düşünülecek olunursa; Türkiye, ayaklarının üzerinde durabileceği açılım, atılım ve sıçrayışları gerçekleştirerek kendince özel bağlantılar ağı içerisine giremediği sürece, gizli anlaşmaların tahakkümünden kurtulması pek mümkün değildir. Öyle ise, Hükümetlerimizden beklenen; hamaset ve popülist politikalar üzerinden sorunları erteleyerek zaman kazanmak değil, ülkeyi gizli anlaşmalar girdabından kurtarıp, kendi ayakları üzerinde durabileceği ölçekte özgün politikalar geliştireceği bir konuma taşımaktadır. 

Sonuç olarak; bu özgürleştirme, bağımsızlaştırma, olgunlaştırma, geliştirme ve özgünleştirme çalışmaları yerli yerince ya da yeterince yapılamadığı sürece, Batılılarla karşı karşıya gelmemek bahanesiyle/endişesiyle, Suriye politikasında olduğu gibi, ‘içten ve dıştan çepeçevre kuşatılmışlık’ durumumuzdan kurtulabilmemiz mümkün değildir. O halde, özellikle iç barışımıza kasteden her türlü sinsi fitne tuzaklarına düşmemek/gelmemek ve söz konusu etmiş olduğumuz özellikli/özgün atılımları gerçekleştirebilmek için, ivedi bir şekilde, her kesimin dâhil edildiği stratejik ortak akıl oyunlarını devreye girdirecek kurum ve kuruluşlar kurulmalıdır/oluşturulmalıdır. 

Bu arada söz konusu değişimsel dönüşümlerin gerçekleştirilmesi yönündeki çalışmaları yürütülürken, yukarıda dillendirilmiş olan Batılı ülkeler ve kuruluşlarla olan ilişkilerimizin ‘simetrik ilişkiler’ esasına göre aynen korunacağı noktasında ilgili taraflara açıkça taahhütler verilmelidir; ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ politikamızın özü de aslında buna işaret etmektedir. Böylece Türkiye’nin, dostluk ve ittifak ilişkilerine önem veren, ama kırmızıçizgilerine müdahale edilmesi halinde ise kendisine yakışan her türlü onurlu dik duruşu ya da operasyonel tavrı sergilemeden kaçınmayacağını da dost ve düşman herkese net bir biçimde göstermiş olacaktır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
Dr. Erbakan Özal Arşivi