Başbakan ve Şehir
Ahmet Davutoğlu’nun şehre dönmesi güzel... Siyaset sathımailinin şehirden, medeniyetten konuşmaya pek müsait olmadığı bilinmez değil. Başbakanların zamanının önemli kısmı başşehirde geçer, ama şehrin sınırlı ve tahsisli bazı mekânlarından başka bölgelerini görmeleri pek mümkün olmaz; buna ayıracak zaman bulunamaz.
Güzel bir vesile olmuş, meğer Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Şehir ve insan projesi” varmış. “Yeni neslin tarihini, kültürünü bilerek ve değerlerine sahip çıkarak bugünün gelişen dinamikleriyle harmanlaması ve bütünsel bir bakış açısına sahip olması” amaçlanıyormuş. (Kültür Bakanlığı “Türkçesi”, ne diyebiliriz!)
Mevzu şehir, mekân da Topkapı Sarayı olunca Davutoğlu’nun hitabetinin kanatlanması şaşırtıcı olmaz: “Şu anda sizlere bakarken Elhamra’yı veya Mescid-i Aksa’yı görüyor gibiyim. Ya da Taç Mahal’e baktığınızda estetiğin mimariye nasıl yansıdığını, bir mekânla nasıl buluştuğunu fizikî bir mucize olarak gözünüzün önüne alırsınız. Yine aynı şekilde... Salacak’tan Topkapı’ya doğru baktığınızda, ya da İstanbul’un herhangi bir tepesinden yedi tepeye baktığınızda İstanbul’la bütünleşmiş mimarinin fizikî olarak nasıl bir şehir yapısına dönüştüğünün tarihteki en iyi örneğini görürsünüz. Dolayısıyla şehir olmak önce mekân bilinciyle, mekânla uyuma bağlı olarak gelişen bir mimarî ile kendini gösterir. Ve o bütünlük sizi cezbeder, sizde varoluşsal bir etki yapar.”
Şehirden konuşulunca “muhafazakârların” ekseriya tarihte kalma tehlikesi var. İcranın başı olarak Başbakan tarihte kalmıyor, bugünün doğrusunu, güzelini araştırıyor. İstanbul bugün de dünyanın belli başla iktisadî, sosyal ve kültürel merkezlerinden biri. Hayatın içinde, bütün modernlik uygulamalarına rağmen var. Davutoğlu, şehrin hayatiyetini sürdürürken tabiatla, mekânla ruhun buluştuğu mimarisinin korunmasının, tarih ve metafiziğin buluştuğu güzel şehir ekseninin tahribinin önlenmesinin en ağır sorumluluk olduğunu belirtiyor. Tabiî modernitenin İstanbul’a ve şehirlerimize verdiği zararları da sözkonusu ediyor.
Modernite “muhafazakâr belediyecilik” kılığına girmiş olabilir mi?
Şehirlerimizin ruhunu yok eden uygulamaları en çok hangi siyasî akımın belediyeleri yapmış olabilir? Bu soruya verilecek cevap: “Muhafazakâr belediyeler”dir. Maalesef!
Muhafazakâr belediyeler bilhassa son çeyrek asırda şehirlerimizin çehresini değiştirdi. Şehirlerimizi modernleştirdi, ulaştırma alanındaki hamleler, belediye hizmetlerinin zenginleştirilmesi, sosyal belediyecilik, kısmen de kültürel belediyecelik bu dönemin özellikleri arasında. Bu olumlu gelişmelerin yanı sıra tarihî dokunun, şehirlerimizin yüzyıllar içinde aldığı bize masus görümünün ciddi şekilde etkilendiği de görülmez değil.
Son yıllarda gelişen hassasiyetleri bir zamanlar dile getirdiğimizde istiskale uğradığımızı unutmadık. Şehrin, hatta tescilli yapılarını, çok şöhretli başkanların bir punduna getirip ortadan kaldırıverdiği bilinmez değil. Konuyu genelleştirmektense, sözü Başbakan’ın zamanının büyük kısmını geçirdiği Ankara’ya getirmek istiyorum. İstanbul’un düşmanı da çoktur, dostu da. Ankara’nın düşmanı çoktur ama dostu neredeyse yoktur. Bu yüzden Ankara’nın tarihî kimliğine zarar veren her şeyi yaparsınız, yine de başarılı belediye sayılabilirsiniz.
Başbakanın tasavvurunda meydanlarında dinozor heykelleri olan bir şehir olabilir mi?
Lâfı dolaştırmayacağız. Ankara büyükşehir belediyeciliği bizim şehir tasavvurumuzun yüzkarasıdır. Bunu sadece şehrin bir mensubu, hemşehrisi olarak söylemiyorum. Ankara ile ilgili bütün basmakalıp düşünceleri yerle bir eden bir kitabın yazarı olarak konuşuyorum. Ankara en fazla haksızlığa uğrayan şehrimizdir ve bu haksızlığın şu anda merkezinde büyükşehir belediyesi bulunuyor.
Bir kitap dolusu örnek verilebilir. Sadece bir kaçına değinebileceğim. Siz kitap okumayan ve bunu iftiharla ilan eden bir büyükşehir, başkent belediye başkanı olabileceğini aklınızın ucundan geçirebiliyor musunuz?
Ankara’nın böyle bir başkanı var ve şehrin çeyrek asrını ipotek altına aldı. Şehirde bir tek kütüphane kurmadı. Kültürel faaliyetleri sıfırladı. Gençlerimizin ayaklarına, bedenine yaptığı yatırımın binde birini kafalarına yapmadı...25 yılda Ankara’da kaç futbol kulübü kuruldu, kaçı batırıldı? Bu uğurda ne kaynaklar heba edildi?
Kitaba, kültüre esirgenen, oyuna eğlenceye bol bol verildi. Ankara bir lunaparklar, sirkler şehri olma yolunda. En büyük lunapark ve sirkler Orman Çiftliği arazisine yapılıyor. Dünyanın birincisi olacağı söylenen bu “Tema park”ın bir “tema”sı yok!
Bu temasız tema parkın bir gün yakınından geçerseniz, kendinizi Konya’da hissedebilirsiniz! Çünkü Hz. Mevlâna’nın türbesinin kubbesi işte bu eğlence merkezinin girişine inşa edilmiştir!
Bunu bir CHP’li belediye yapsa idi, nasıl ithamlara maruz kalacağını tasavvur bile edemiyoruz. Konya’da Mevlâna türbesinin kubbesini görüyoruz Fatiha okuyoruz, Ankara’da taklidini görüyoruz oyun ve eğlence düşünüyoruz!
Bu şehir tasavurumuzla alay etmek değilse, onu iptal etmektir!
Günlük bir yazıda daha fazlası mümkün değil. Yazıyı bir soru ile bitiriyorum: Sizin tasavvurunuzda meydanlarına dinozor heykelleri dikilen bir şehrin yeri olabilir mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.