Rabıta ve Salavat-ı Şerife'nin faziletleri
Tasavvuf’ta râbıtanın amacı, “Râbıta-i huzûr” dur. Yani sâlikin daima huzûr-u İlâhî’de bulunduğu duygusunu sağlamaktır.
“Delâilü’l-Hayrât” sahibinin beyanları ve Süleymân Cemel (Rahimehullâh)ın nakilleri vechile; Allâh-u Teâlâ’ya mânen yaklaşmak isteyenler için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e salevât getirmek, mühim olan vazifelerin en mühimlerindendir.
Bu birkaç yönde izah edilebilir:
1) Allâh-u Teâlâ’ya Habîbi ile tevessül. Nitekim Allâh-u Teâlâ:
“O’na vesîle arayın” (Mâide Sûresi:35) buyurmuştur. Allâh-u Teâlâ’ya kavuşmak için Rasûl-ü Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den daha büyük ve daha yakın bir vesîle bulunamaz.
2) Allâh-u Teâlâ bize Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e salevât getirmeyi emretmiş ve bizi buna teşvik etmiştir. Bunu yapanlara da güzel bir son ve büyük sevaplar vaat etmiştir.
KALP ÇATLAKLARINI YAMAR
Demek ki Rahmân’ın rızasına kavuşturacak, bereketler ulaştıracak, duaları kabul ettirecek, en üstün derecelere yükseltecek, kalp çatlaklarını yamayacak ve en büyük günahları bağışlatacak en büyük amel, Allâh-u Teâlâ’nın sevgilisine salevât getirmektir. Nitekim Allâh-u Teâlâ Mûsâ (Aleyhisselâm)a şöyle vahyetmiştir.
“Ey Mûsâ! Sen, Benim sana, kelâmının lisânına, kalbinden geçen düşüncenin kalbine, ruhunun bedenine ve görüş ışığının gözlerine yakınlığından daha yakın olmamı ister misin?” diye vahyettiğinde o: “Evet! Yâ Rabbi!” deyince Allâh-u Teâlâ: “O halde Muhammed’e çok salât oku.” buyurmuştur. (Ahmed ibni Muhammed es-Sâvî, el-Esrâru’r-Rabbâniyye ve’l-Füyûzâtü’r-Rahmâniyye ale’s-Salevâti’d-Derdîriyye, sh:23)
3) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Allâh-u Teâlâ’nın sevgilisidir ve O’nun katında çok değerlidir. Allâh-u Teâlâ melekleriyle birlikte ona salât etmektedir. O halde böyle bir zatı severek, ona tazim ederek, onun hakkını ödemekle meşgul olarak ve hem Allâh-u Teâlâ’nın hem de meleklerin salâtına uyarak ona salevât getirmek gerekli bir vazife olmuştur.
Üzerimizde çok hakkı var
4) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e salevât okumanın kazandıracağı sevaplar hakkında bir çok hadîs-i şerîf vârid olmuştur ki, bunlar arasında salevât-ı şerîfenin, sahibinin dünya ve âhiret hayırlı muratlarının yerine gelmesine vesîle olacağı açıklanmıştır.
5) Allâh-u Teâlâ’nın bizler üzerinde bulunan dünya ve âhiretle alakalı sayısız ve sonsuz nimetlerinin bize ulaşmasının yegane sebebi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) olduğuna göre, onun bizim üzerimizde çok büyük hakkı vardır. O halde bize gereken her nefes alıp verirken ona salât okumaktan gafil olmamamızdır.
6) Salevât-ı şerîfenin, iç âlemini nurlandırmak ve insanın himmetini yüce tutmak hususunda tesiri denenmiştir.
RUHANİYET KUVVETLENİR
Hatta İmâm-ı Senûsî ve Şeyh Zerrûk (Rahimehumellâh)ın beyanları vechile şeyh bulamayanlar için salevât-ı şerîfe tarîkatta şeyh-i mürebbî (terbiye şeyhi) makamına kaimdir.
7) Salevât-ı şerîfeye devam etmenin, insandaki kötü huyları yakacak, sahibine nûrâniyet kazandıracak ve rûhâniyeti kuvvetlendirecek güçlü bir tesir ve hararet bıraktığı da müşâhede edilmiştir. Zaten terbiye şeyhi makamına kaim olması da bu özelliğiyle izah edilmiştir.
İbni Ferhûn el-Kurtubî (Rahimehullâh), Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e salât-ü selâm okumakta bulunan on kerâmeti (ikramlı müjdeyi) şöyle sıralamış ve her birinin ardından delilleriyle birlikte izahat yapmıştır:
ON KERAMET
1) Melik-i Cebbâr Teâlâ’nın salâtı. (Allâh-u Teâlâ’nın salât ve rahmetine nâil olmak.)
2) Nebiyy-i Muhtâr’ın şefâati. (Seçilmiş peygamberin şefâatine ulaşmak.)
3) Melâike-i Ebrâra ittibâ. (Kıymetli meleklere uymak. Çünkü onlar da salât ederler.)
4) Münâfıklara ve kâfirlere muhalefet. (Çünkü onlar salevât-ı şerîfe getirmezler.)
5) Günahların ve hataların silinmesi.
6) İstek ve muratların görülmesine yardım.
7) Zavâhir ve esrârı tenvîr. (Dış ve iç âlemleri nurlandırmak.)
8) Dâru’l-bevâr’dan necât. (Helâk yurdu cehennemden kurtuluş. Zira
9) Dâru’l-karâr’a duhûl. (Ebedî yerleşme yurdu olan cennete giriş. Zira Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şefaatini kazandırır.)
10) Rahîm-i Ğaffâr Teâlâ’nın selâmı. (Kullarına son derece acıyan ve onları çokça bağışlayan Allâh-u Teâlâ’nın selâmına nâil ve mazhar olmak.)
KARŞI DURAN YENİLİŞR
Derviş Ahmed Semerkandî adında, aslında Zeynüddîn-i Hâfî (Kuddise Sirruhû)ya mensup bir zat varmış, fakat bu zatın Alâuddîn-i Attar Hazretleri ile de çok gönül münasebeti varmış. Zeynüddîn-i Hâfî Hazretleri onu Herat’ın en büyük camiinde vaaz etmekle görevlendirmiş ve etrafında büyük bir kalabalık toplanması için kendisi de 10 gün kadar Herat’da kalıp gayret göstermiş. Böylece büyük bir kalabalık oluşmuş, fakat bir zaman sonra ondan huzursuz olmaya başlamış ve cemaate onun sohbetlerine gitmemelerini söyler olmuş. Derken Derviş Ahmed’in etrafında 7-8 kişi kalmış.
GAM ÇEKME
O sırada bu zat bizim silsilemizin büyüklerinden Ubeydullah Ahrar (Kuddise Sirruhû)Hazretleri’nin bu işi düzeltebileceğini duymuş, tam o günlerde de Ubeydullah Ahrar Hazretleri Herat’a gelmiş, bu Derviş onun huzuruna vararak: “Vaaz meclisimde kimsecikler kalmadı” diye ağlaya ağlaya anlatınca Hace Ahrar (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin gönlünde onu kurtarma arzusu hasıl olmuş ve ona “Gam çekme, var git felan mescitte vaaza başla, benim içime doğuyor ki vaaz meclisiniz eskisinden kalabalık olacak” buyurmuş.
Derviş Ahmed o mescitte vaaza başlayınca halk akın etmiş, birkaç gün sonra o meclis dar gelmiş, nihayet en büyük câmiye geçtilerse de cemaat sığmamış. Bu durumu işiten Hâce Ahrar (Kuddise Sirruhû): “Bu haber Zeynüddîn-i Hâfî Hazretleri’ne ulaşınca kalabalığı dağıtmak için çok çalıştıysa da başaramadı, biz gâlip geldik” buyurmuş ve bu sözüne ilaveten: “Çocukluğumdan beri hâdiseler şu sûretle cereyan etmiştir ki, bana karşı çıkanların hiçbiri muvaffak olamamıştır” buyurmuş.
MANEN KUVVETLİ
Bu konuda Mirza Sultan Ebû Saîd Hazretleri: “Hoca Ubeydullah mânen çok kuvvetlidir, onunla çekişmek kabil değildir. O hangi tarafı tutsa mutlaka dilediği şey meydana gelir. Hâce Abdülhâlik-ı Gucdüvânî fukarasından hiçbirine kimse karşı duramaz, karşı duran yenilir” demiştir.
bAllah, iman edenlerin velîsidir [evliyasıdır, dostudur], onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin evliyası [dostları]ise azgın putlardır. Bekara 257
Hadis-i Şerif
Allahü teâlâ buyurdu ki: Ben anılınca, evliya hatırlanır, evliya hatırlanınca ben anılırım. Ebu Nuaym
Alimlerden öğütler
Dinimizin bildirdiği birşeyde şüpheye düşen kimse, Allahü teâlâ ve O’nun Peygamberi, bu şey ile neyi bildirmek istemiş ise, öylece imân ettim,inandım demelidir. Hemen şüphesini giderecek bir din âlimi aramalıdır. İlmine ve dine bağlılığına güvenilir, zeki, ârif,haramlardan kaçınan,din bilgilerinin inceliklerini bilen, müşkilleri çözebilen bir zâtı arar, bulur. Bundan aldığı cevab, şüphesini giderince, artık öylece imân eder. Böyle bir zâtı aramak farzdır. Tesâdüfe bırakmayıp,hemen aramalıdır.Bulamazsa veya bulup ta şüpheden kurtulamazsa,Allahü teâlânın ve Reslünün dilediği gibi inandım demeli ve şüphesinin giderilmesi için, Allahü teâlâya dua etmeli,yalvarmalıdır. Seyyid Abdulhakim Arvasi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.