İman uğruna tüm servet feda edilebilmeli
Sahabe-i kiram her şeylerini İslam uğrunda feda ettiler ama ebedî kârlar kazandılar. Eğer Allah’ın rızasını kazanmak istiyorsak biz de malımızla canımızla İslam’ın müdafaası için fedakarlık yapabilmeliyiz.
Eğer kârlı ticaret istiyorsak malımızla canımızla cihat yani İslam’ın ve Ehl-i Sünnet’in müdâfaası uğrunda fedakârlık etmeliyiz.
Rabbimiz bizi buna teşvik etmek üzere: “Ey iman etmiş olan kimseler! Sizi çok acı verici büyük bir azaptan kurtaracak olan pek değerli bir ticareti size göstereyim mi? Allâh’a ve Rasûlüne (hakiki manada) iman edeceksiniz, mallarınızla ve canlarınızla da Allâh yolunda cihatta bulunacaksınız. İşte size! Bu sizin için (her şeyden) daha hayırlıdır. Eğer siz (bunun size ne kadar yararlı olacağını)bilmekte olsaydınız (elbette iman ve cihadı her şeye tercih ederdiniz). (Eğer böyle yaparsanız,) O (Allâh-u Teâlâ)sizin için günahlarınızı bağışlar ve sizi (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli ırmaklar akmakta bulunan pek değerli cennetlere ve Adn cennetlerinde bulunan çok temiz ve hoş meskenlere girdirir. İşte sana! Ancak bu pek büyük bir kurtuluştur. (İman ve cihat sayesinde) bir diğer (nimet)i (daha elde edeceksiniz) ki, siz onu sevmektesiniz; Allâh’tan büyük bir yardım ve pek yakın bir fetih!” (Saff Sûresi:10-13) buyuruyor.
MÜSAADE ETMEDİLER
İşte yardımlara ve fetihlere nâiliyet bu ticareti kesbetmeye bağlıdır. Sahabe-i kiram böyle yaptılar, her şeylerini bu uğurda feda ettiler ama ebedi kârlar kazandılar. Nitekim siyer kitaplarında zikredildiği üzere; İslam düşmanları, Suheyb (Radıyallâhu Anh)ı da bayıltıncaya kadar döverlerdi. Bu işkenceler hicrete kadar devâm etti. Nihayet Suheyb (Radıyallâhu Anh), Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den sonra Medîne’ye hicret etmek maksadıyla yola çıktı. Mekkelilerden bazıları arkasından yetişerek: “Sen buraya fakir ve zayıf bir kimse olarak geldin. Aramızda bol servete kavuştun, sonunda kendinle birlikte servetini de alıp gitmek istiyorsun ha! Vallâhi buna müsâde etmeyiz” dediler.
HER ŞEYİNİ BIRAKTI
Suheyb (Radıyallâhu Anh) hemen hayvanından yere indi. Sadağındaki okları çıkardı ve “Ey Kureyş cemaati! İyi bilirsiniz ki, ben sizin en iyi ok atanlarınızdan biriyim. Vallâhi yanımda bulunan okların hepsini üzerinize atar, bitince de kılıcımı çekerim. Bunlardan birisi elimde bulundukça bana yaklaşamazsınız. Ancak onlar elimden çıktıktan sonra bana istediğinizi yapabilirsiniz. Şimdi servetimin yerini haber verip onu size terk edersem yolumu açar, beni serbest bırakır mısınız?” dedi.
KÂRLI BİR SATIŞ
Müşrikler teklifi kabul ettiler. Bunun üzerine Suheyb (Radıyallâhu Anh) servetinin yerini onlara bildirerek yoluna devam etti. Rebîülevvel ayının ortalarında Kuba’ya varıp Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e kavuştu.Allâh Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu görünce tebessüm etti ve onun imanı uğruna bütün servetini feda etmesini îmâ ederek: “Suheyb kazandı! Suheyb kazandı! Ey Ebû Yahyâ! Satış kârlı oldu, satış kârlı oldu!” buyurdu. Rabbim cümlemize bu dava uğrunda en çok sevilen candan, canandan, her türlü vardan, maldan geçebilecek derecede kuvvetli iman ve yakin bahşeylesin. Âmîn!
RASÛLULLÂH’IN RUYASI (SALLÂLLÂHU ALEYHi VE SELLEM)
Semüre ibni Cündüb el-Fezârî (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ashâbına (sabah namazından sonra): “İçinizden rüyâ gören oldu mu?” diye sorardı. Allâh’ın anlatmasını dilediği kişiler de ona anlatırdı. Bir sabah kendisi bize (gördüğü bir rüyayı) şöyle anlattı: “Şu bir gerçek ki; bu gece bana iki kişi geldi. Muhakkak ki onlar beni kaldırdılar ve şüphesiz ki onlar bana ‘Yürü’ dediler. Ben de hakîkaten onlarla birlikte yola koyuldum. Derken yaslanmış bir adamın yanına uğradık, bir adam da elinde bulunan bir kaya ile onun başına dikilmiş duruyorken birden bire o kayayı kafasına indiriyordu ve onunla kafasını eziyordu. Böylece taş bir tarafa yuvarlanıyor, o da taşın peşine düşüp onu alıyordu. Fakat o onun yanına dönmeden başı eski sağlam hâline dönüyordu. Sonra o adam tekrar onun başına dönüp ona ilk sefer yaptığı muâmeleyi tekrar yapıyordu.
BUNLARIN HALİ NE?
Ben: ‘Sübhânellâh! Bu iki adam(ın hâli) nedir?’ deyince o ikisi bana: ‘Yürü, yürü’ dediler. Böylece ben onlarla birlikte yürüdüm, birden ensesi üzerine yatan bir adamın yanına geldik, elinde demir çengel bulunan başka bir adam da onun başında dikilmiş duruyordu. Sonra birden bire o adam o kişinin yüzünün iki tarafının birine gelip yanağını ensesine kadar, burun deliklerini de ensesine kadar, gözlerini de ensesine kadar yırtıyordu. Sonra diğer tarafa dönerek ilk tarafa yaptığının aynısını o tarafa da yapıyordu. Fakat o, o tarafın işini bitirinceye kadar ilk taraf eski hâli gibi sağlamlaşıyordu, sonra dönüp o tarafa ilk yaptığı muâmeleyi yapıyordu. Bunun üzerine ben: ‘Sübhânellâh! Bu iki adam(ın hâli) nedir?’ deyince o ikisi bana: ‘Yürü, yürü’ dediler.
ALTTAN ALEVLER GELİYORDU
Böylece biz yürüdük, derken tandır ocağı gibi bir yere vardık, orada çok bağırtı ve gürültülü sesler vardı. İçeri baktığımda birtakım çıplak kadınların ve erkeklerin orada bulunduğunu gördüm. Alt taraflarından doğru onlara alevler geliyordu, o alev kendilerine geldiği zaman bağırmaya başlıyorlardı. Ben: ‘Bunlar da kim?’ deyince o iki kişi bana: ‘Yürü, yürü’ dediler, biz tekrar yola koyulduk.
Bu sefer kan gibi kıpkırmızı bir ırmağa vardık, o ırmak içerisinde yüzen bir adam vardı. Sonra o adam yanında taşlar toplamış olan başka bir adamın yanına gelir de ona doğru ağzını açar, o da tek tek taşları ona yedirir. Sonra o gider, yüzdüğü kadar yüzer, tekrar ona döner, her seferinde ona ağzını açar, o da ona bir taş yutturur. Ben: ‘Bunlar da kim?’ deyince o iki kişi bana: ‘Yürü, yürü’ dediler, biz tekrar yola koyulduk.
BOYU GÖĞE DEĞEN ADAM
Bu sefer de görünümü çok kerîh (korkunç) olan, senin görebileceğin en kötü görünüme sâhip olan bir adamın yanına vardık. O adam kendi yönetimindeki bir ateşin yanında duruyor, onu tutuşturuyor ve etrâfında koşuşturuyordu: Ben o iki kişiye bu(nun hâli) nedir?’ deyince onlar bana: ‘Yürü, yürü’ dediler, böylece biz tekrar yola koyulduk.
Derken biz çok çimenli bir bahçeye geldik, orada her türlü bahar çiçekleri mevcuttu. Tam o bahçenin ortasında çok uzun boylu bir adam ayakta duruyordu ki göğe doğru uzunluğundan neredeyse başını göremeyecektim. O adamın etrâfında da gördüğüm en kalabalık ve en güzel çocuklar bulunuyordu. Ben: ‘Bu kişi ve bunlar kim?’ deyince o iki kişi bana: ‘Yürü, yürü’ dediler, biz tekrar yola koyulduk.
IRMAĞA DÜŞTÜLER
Derken büyük ağaçlar bulunan yüksek bir yara vardık ki oradan daha yüksek ve büyük bir yar görmedim. O ikisi bana: ‘Çık buraya’ dediler. Biz de oraya çıktık. Nihâyet altın ve gümüş tuğlalar ile binâ edilmiş bir şehre vardım. O şehrin kapısına vardığımızda kapının açılmasını istedik, o kapı bize açıldı ve biz girdik. Orada bedenlerinin bir bölümü görebileceğin en güzel sûrette, diğer bölümü ise görebileceğin en çirkin kılıkta olan bâzı adamlara rastladık. O iki kişi o (kötü sûretli ola)nlara: ‘Gidin, şu ırmağa düşün’ dediler. Bir de baktım ki orada enine akan küçük bir ırmak vardı ki sanki o hâlis beyazlıkta süt gibiydi. Onlar da gidip onun içerisine düştüler. Sonra bize döndüler, fakat o kötü tarafları onlardan kaybolmuştu ve en güzel bir sûrete sâhip olmuşlardı.
İŞTE SENİN YERİN
İşte tam orada o iki kişi bana: ‘Burası Adn cennetidir, burası da senin makamındır’ dediler. O sırada benim gözüm yukarı doğru bakıyordu ki orada beyaz bulut gibi bir köşk vardı. O ikisi bana: ‘İşte senin yerin orası’ deyince ben onlara: ‘Allâh sizi mübârek etsin, beni bırakın da oraya gireyim’ dedim. Onlar da bana: ‘Şimdi olmaz, ama mutlaka sen oraya gireceksin’ dediler. Sonunda ben o ikisine: ‘Şüphesiz ben bu geceden beri çok acayip şeyler gördüm, bu gördüklerim neyin nesiydi?’ deyince onlar bana şöyle anlattılar: ‘Şimdi biz sana bildireceğiz; o kendisine uğradığın başı taşla ezilen ilk adam, Kur’ân’ı kavrayıp sonra terk eden ve farz namazlardan uyuya kala(rak onları terk ede)n kişidir. O sen yanına vardığında yanağı ensesine kadar, gözleri ensesine kadar, burun delikleri de ensesine kadar kesilen adam var ya şüphesiz ki o, sabah evinden çıkıp dört bir tarafa ulaşacak şekilde yalan konuşan adamdır.
CEHENNEMİN BEKÇİSİ
Ateş ocağı binâsı gibi bir binâda bulunan o çıplak erkeklerle kadınlar ise, şüphesiz ki onlar zinâ eden erkekler ve zinâ eden kadınlardır. O kan ırmağında yüzüp de kendisine taş yutturulan adama gelince muhakkak ki o fâiz yiyen biridir. O görünüşü çok korkunç olan ve bir ateşin yanında bulunup onu tutuşturan kişi ise cehennemin bekçisi olan Mâlik’tir. O bahçe içerisinde gördüğün uzun adama gelince şüphesiz ki o İbrâhîm(Aleyhisselâm)dır, etrâfındaki çocuklar ise(İslâm) fıtrat(ı) üzere ölen her çocuktur.’ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bunu anlatırken Müslümanlardan biri: ‘Yâ Rasûlellâh! Müşriklerin çocukları da böyle midir?’ diye sorunca Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Müşriklerin çocukları da’ buyurdu.
(O iki zât anlatmaya şöyle devam ettiler:) ‘Bir bölümü güzel, diğer bölümü çirkin olan topluluğa gelince, şüphesiz ki onlar iyi amelle kötü ameli birbirine karıştıran fakat sonunda Allâh’ın kendilerini bağışladığı kimselerdir. (Ben Cebrâîl’im, bu da Mîkâîl’dir!)” (Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no:20094, 20095, 20101, 20165, 33/284-288, 290, 293-294, 335-337; Buhârî, no:7047; Müslim, no:2275; Tirmizî, no:2294; Nesâî, el-Kübrâ, no:7658, 11226; İbni Huzeyme, no:943; İbni Hibbân, no:655;Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, no:6984-6986;Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, no:5510; Kurtubî, el-Câmi’u li-ahkâmi’l-Kur’ân:10/355; Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr:7/513-515)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.