Kalp Allah'ın nazargahıdır
KÜÇÜK ALEM
Başta Efendi Babamız olmak üzere bütün büyüklerimizin ervâh-ı tayyibeleri için buyurun bir şehâdet ve Fâtiha-i Şerîfe okuyalım. Rahmetli Kadir Efendi’nin ağladığı mesele yani kalbin cilalanması ve temizlenmesi konusunda evliyâullâhın bir beyanını arz edelim; Tüm âlem Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarına mazhar olmuştur, O’nu aksettirir (yansıtır). İnsanın kalbi de buna benzer. Yüce Allâh’ın sıfatlarını yansıtan küçük âlemdir. Bu yüzden kalp, Allâh’ın nazargâhıdır. Ruhlar âlemini içine alır. Kâinatın yaratılışında Arş ne ise, bedendeki kalp de odur. Arş, mana âlemiyle madde âlemi arasında bir köprüdür. Emir âleminden gelen ilâhî tecelliler önce Arş’a iner. Sonra madde âlemine yansır.
MANEVİ KİRLER
Saçımızın bir teline varıncaya kadar bütün âzâmız bu manevi hissi elde eder. Mesela harama bakan gözü düşünün; manevi kiri önce kalbe gider, diğer uzuvlara kazanılan günahların manevi kirleri de böyledir. Onun için kalbin günahlardan arındırılması gerekir. Bu da zikirle olur. Kalp zikretmezse günahların kirini atamaz hale gelir. O zaman ilâhî feyizleri de anlamaz. Bu yüzden büyüklerimiz, kalbin Allâh’tan gâfil kalmaması için çok gayret etmişlerdir. Kalbin temizliğine önem vermişlerdir.
Rabbim cümlemize Kendi aşkından ve dostlarının sevgisinden gayrı her şeyden arınmış, ak ve pak olmuş yevme lâ yenfe’u’de fayda verecek kalb-i selimler nasîb-ü müyesser eylesin. Âmîn!
Rahmetli Şehit Hızır Efendi’nin yakını Veysel Efendi’nin, Efendi Babamız Hacı Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhû)dan kalma bir dedesi vardı, demircilikle meşgul olduğu için yani el emeği yediği için Efendi Babamız onun rızkının helal olduğunu bildirirmiş. O mübarek İsmailağa’daki yıpranmış mushafları tamirle uğraşırdı, işi gücü onlara bakım yapmaktı, edeplere çok riayet ederdi, yüzü nur gibi parlardı, dedemin dostuydu. O eski ihvandan bir kişi, şimdikilerden yüz bine bedeldi.
O zaman sabah-akşam okunan hatm-i şeriflere ilaveten cuma namazından sonra, bir de pazar günü ikindilerden sonra da hatm-i hâcegan okunurdu. Efendi Hazretleri pazar günleri hep Beykoz’da olurdu, ancak nüfus sayımı yahut bayram veya seçim gibi nedenlerle sohbet olmazsa Câmi-i Şerif’de kalırdı. Sâir haftalar Beykoz sohbetinde olduğu için pazar günündeki bu hatm-i şerîfi Kadir Efendi okuturdu. Yani mâneviyatı yüksekti, o zaman şimdiki gibi sonunda Hoca lakabı olan herkes hatm-i şerîf okutamazdı, hatta bu nedenle rahmetli Hasbi Hoca bir sıkıntı yaşamıştı.
BÜYÜK BİR VELİ
Çünkü Efendi Hazretleri kendisi bulunmadığı zaman hatm-i şerîf okutma iznini ona değil de merhum Akyazılı Mustafa Efendi’ye vermişti, çünkü Akyazılı Mustafa Efendi’nin manevi makamı daha yüksek bilinirdi, hatta Hasbi
Hoca merhum: “Efendim, biz bunca ilmi niye tahsil ettik o zaman?!” deyince
Efendi Hazretleri “Mektubat okuma ve sohbet ve hatm-i şerîf işlerini ona bıraktık” buyurmuştu.
Gerçekten Merhum Akyazılı Mustafa Efendi büyük bir veli idi, vefatından önce ben Rize’ye giderken Rasül Hocam’la birlikte onu ziyaret ettik, elini öptüğümde bana “Rize’den döndüğünde beni hayatta bulamayacaksın” diye o kadar kesin konuştu ki şaşırdım. Halbuki o zaman hiçbir hastalığı yoktu.
CAMİDEKİ İŞLER YARIM KALDI
Vefatından sonra onun kabrini rüyamda gördüm, Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin kabr-i şerîfinin kıbleye ters kalan tarafında, baktım kabir açık, içi boş, o anda kendimi rüyamda İsmailağa Câmii’nin mihrabında buldum, kendisi sağken daima mihrabın önünde otururdu, ona “Siz ölmediniz mi?” diye sordum. Bana: “Ölmüştüm ama camideki işler yarım kaldı diye beni bir süreliğine daha geri gönderdiler” dedi.
FEYİZLİ GÜNLERDEN SERPİNTİLER
Bu rüyayı Efendi Hazretleri’ne anlattığımda: “Bu, onun hizmetinin makbul olduğuna delalet ediyor, hakikaten kaç kişinin işini yapıyordu, namazları kıldırıyordu, hatm-i şerifleri okutuyordu, bu kadar insanın derslerini değiştiriyordu, hiç naz etmiyordu, ona ne kadar ihtiyacımız var” buyurmuştu.
Onun, Hasbi Hocamız’ın, Hacı Kadir Efendi’nin, Câhid Dedem’in her bireylerinin Hurşid Efendi’yi anmadan olmaz, hepsinin ruhu için bir kelime-i şehâdet, bir de Fâtiha-i Şerîfe okuyalım.
Şimdi nerden geldik buraya, ben yazılarımda da sohbetlerim gibi daldan dala atlamaya başladım ama irtibatı var, hem size İsmailağa’nın o feyizli günlerinden, başkalarından duyamayacağınız esintiler serpiştiriyorum.
NASIL TEMİZLEYECEĞİZ?
Şimdi diyeceğim; evvelce anlattığım dokumacı kıssası gibi Hacı Kadir Efendi de bir gün namaza geldi, ben zaten cami kuşu, dedem tehecütte camiyi açardı.
Camide ondan fazla oturan bir Allâh kulu olamazdı, ben de onunla dururdum, Kadir Efendi de namaza erken gelenlerdendi, birinci safa oturdu, o sırada birileri mihrabın kenarındaki sarı şamdanları patlatıyordu, bir malzemeyi sildikçe rengi açılıyordu.
Kadir Efendi birden ağlamaklı oldu, biz ona ne olduğunu sorunca: “Evladım işte bizim kalplerimiz de böyle zikirle ve Kur’ân tilavetiyle parlatılmazsa paslanır kalır sonra simsiyah olur, bu kalbi nasıl temizleyeceğiz?!” dedi.
ÇOK ETKİLENDİM
İşte bu insanlar, bu eski ihvanlar, onun arkadaşı rahmetli beni âhiret kardeşi yapan Akçakocalı İsmail Efendi, Sapanca’dan bakırcı İsmail Efendi, bunlar beni çok etkilemiş eski ihvanlar, tâ Ali Haydar Efendi Babamız’dan kalan ihvanlar, Bandırma’dan merhum Mûtullâh Efendi, Muzaffer Efendi, Ramazan Efendi…
Ortak özellikleri, el emeğinden yemeleri, tevazuları, Efendi Hazretlerimiz’e yeni ihvan gibi bağlı olmaları, ihvanı gördüklerinde sarılmaları, Efendi Baba’dan bahse
derken ağlamaları, zikirden âhiretten bahsederken aşka ve vecde gelmeleri, hislenmeleri, Allâh için vermeleri, cömert olmaları, ikramı sevmeleri, teheccüt kaçırmamaları, dâim zikir üzere bulunmaları, daha ne sayayım?!
İşte ben bu zatları gördüm, bunlardan çocukluğumda çok etkilendim, onları çok ama çok sevdim onlardan Ali Haydar Efendi Babam’ın kıssalarını dinlemek için peşlerinde dolaştım, onların hepsiyle daha ismini unutmuş olduğum niceleriyle mesela Tevfik Burkay Efendi ile ki Efendi Babam’ın Bursa vekili ve çok sevdiği
Billurcu Mehmet Efendi’nin oğlu idi, onlar ile âhiret kardeşi oldum, onlarla görüşeceğim diye sabahlara kadar uyumazdım, onları da uyutmazdım, hep Efendi Babam’dan sorardım, onlar da ağlaya ağlaya cömertçe anlatırlardı.
GERÇEK SEVGİ
Efendi Babam’ın büyük oğlu Şerif Abi ki rüyasında Şeyhulislam İsmail Efendi’nin kolunu kabrinden çıkmış halde: “Daha ne durursunuz, bu camiyi tamir etmezsiniz” derken işitip camiyi yeniden inşa etmişti, ona da yetiştim ama küçüktüm. 6-7 yaşlarındayken o yatsı namazına geldiğinde ayakkabılarını tutar, çıkışta önüne koyardım, duasını alırdım, Efendi Hazretleri ona da, Efendi Babamız’ın diğer mahdumlarına da hatta Efendi Baba’dan kalan ihvana da başka tarikatların şeyhlerine hürmetinden fazla ihtiram ederdi, çünkü Efendi Hazretleri’nin, şeyhini sevdiği kadar, kimsenin şeyhini sevdiğini görmedim, işitmedim. Zaten gerçek sevgi bu değil mi?! Böyle olmalı değil mi?!
Rabbim kalplerimize bu dostlarının sevgisini diğer tüm sevgilere galip gelecek derecede işletsin, içirsin, yerleştirsin. Ben ne kazandımsa ki bir şey kazandığımı da sanmıyorum ama en azından Efendi Hazretleri’nin bu sevgisini ve iltifatını hep Efendi Baba’ya, silsilemiz büyüklerine, Allâh dostlarına ve Efendi Baba’nın ihvanına karşı sevgimden ve alâkamdan dolayı tahsil ettiğimi düşünüyorum.
KALBİMİZ DE BENZESİN
Onları o derece sevdim ki Akçakocalı İsmail Efendi’yi görmek için ondan bir şeyler duymak için Akçakoca’daki köyüne giderdim. Sapancalı İsmail Efendi âhir ömründe Rize’deki köyüne yerleşmişti, onu gidip köyünde buldum, öyle mübarek bir zattı ki merhum Hacı Bilal Efendi bile bir gece teheccütte onu dükkanında yanan ocağın başında teheccüt kılıp zikrederken görmüş de gizlice takip etmiş sonra onun nereye bağlı olduğunu araştırıp Efendi Hazretlerimiz’i bulmuş. Adamların halleri sözlerini geçmiş, yüzlerini görenler muratlarına ermiş, Rablerini hatırlar hale gelmişler. O mübarek benim ellerime çok bakar, Efendi Baba’nın mübarek ellerine çok benzetirdi, sonra Efendi Baba’nın resmini görünce fark ettim, Rabbim kalbimi de benzetsin.
GÜNLERCE KENDİME GELEMEDİM
O zaman Efendi Babamız’ın resmini de görmemiştim, nerede böyle bolluk?! Şimdi dergiler dolu. Eski bir ihvan Efendi Babamız’ın resmini getirip gizlice İsmailağa’nın minberinin arkasında gösterdiği zaman, Şehit Bayram Hoca da yanımdaydı, o zaman ihvan değildi ama İsmailağa Büyük Kurs’ta okutuyordu. Eskiden beri âlimlere, velilere hayrandı, gerçek âşıktı. Efendi Babamın resmini görünce sanki Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i görmüş gibi olduk, şaştık kaldık, nûra ğark olduk, günlerce kendime gelemedim, düşünsenize çocukluğumdan beri yıllar yılı faziletlerini, ilimlerini, kerametlerini, Efendi Hazretleri’nden dinlediğim o yüce zatı canlı gibi gördüm. Rabbim şefaatlerine nâil eylesin. Âmîn!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.