Düşmanın Ağzına Sakız Vermek!
Çözüm barışla veya savaşla olur ve bunu en önce askerler bilir... Eğer savaşsız bir askerlik tahayyül ediliyorsa bu Lüksemburg’da veya Monako’da olabilir. Türkiye’nin savaşı göze almadan varolması mümkün değildir. Bu kadar büyük bir ordu beslememizin sebebi de budur.
Eğer “Hazır ol ceng ü cidale ister isen sulhu salah” (barış ve rahatlık istiyorsan savaşa ve mücadeleye hazır ol) formülü bu milletin genlerine işlememişse, yaşamaktan ümit kesmesi gerekir.
Marşlarımızın, askerlik türkülerimizin iliklerimize işleyen hüznü, bu toprakları aşan bir varlık mücadelesinin aksinden başka bir şey değildir:
Ey gaziler yol göründü yine garip serime
Dağlar taşlar dayanmaz benim ah ü zârime
Dün gece yâr hanesinde yastıcığım taş idi
Altım toprak üstüm yaprak yine gönlüm hoş idi...
Bu girişi neden yaptık?
Türkiye şerefli, ahlâklı, haysiyetli bir düşmanla savaşmıyor. Söz, taahhüt, anlaşma, ahde vefa... gibi kavramların bu düşmanın kitabında yeri yok. Ahlâkı, ilkesi, dini, imanı olmayan bir terör örgütü ile karşı karşıya olduğumuz hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.
Terörün kirli savaşını, ondan daha mülevves propagandasını etkisizleştirmek için Devlet’in bir adım atması gerekiyordu. Bunu bu iktidar değil, hangi iktidar olsa idi denemek zorunda kalacaktı. Haklılığımızın ıspatı için bu denemeye ihtiyaç vardı.
Denendi... Maliyeti yüksek bir deneme oldu. Fakat kimse “her şeye rağmen barış süreci” denildiğini inkâr edemez.
Buna en çok askerlerin itiraz ettiği yazıldı çizildi. Bir partimiz bu sürece her zaman ve her seviyede karşı çıktı. Belki de onlar haklıydı ve nitekim şimdi haklı olduklarını rahatlıkla söyleyebiliyorlar.
Bu askerî çözüm demektir! Yani ahlâksızca sürdürülen savaşa gereken cevabı vermek demektir! Bunun zor bir savaş olduğunu yine bilmesi gerekenler en önce askerlerdir.
Türk ordusunda yarbaylık rütbesine ulaşmış bir komutanın kardeşinin şehadeti karşısında vereceği tepki dünkü resimdeki gibi olmamalıydı. Konunun bütün hassasiyetine rağmen bunu söylemek durumundayız.
Elbette şahsi tehevvür insanî bir şeydir, fakat, rütbe sahibine tehevvür yakışmaz! Bir savaş söz konusuysa, sadece silahımızı konuşturmayız, aynı zamanda sözümüzle de mücadelemizi yükseltiriz. Her şeyi bir tarafa bırakalım, cenazede gösterilen böyle bir tavır, şehidin ruhunu incitmiş olmalıdır.
“Çözüm diyenler şimdi savaş istiyor!” hiddetinin muhatabı aslında belirsiz değil ve bana göre, bu muhatap öncelikli olarak ne hükümet ve ne de devlet... Çözümü dilinden düşürmeyenler, kendilerini güçlü hissettikleri bir anda, bazı göstermelik bahaneler bularak savaş ilan ettiler.
Bunu ben biliyorsam, TSK’nin bir komutanı benden daha ötesini bilmelidir!
Yarbayımız, kardeşinin katledilmesi karşısında üzülmekte, yanmakta, isyan etmekte yerden göğe haklıdır. Tabii hedefini şaşırmamak kaydıyla!
Yarbay’ın cenazedeki tepkisi, maalesef şahsî bir isyana dönüşüyor. Kardeşinin şehadeti bir aile meselesi değil. Eğer bu değerli komutan bir tepki vermek istiyorsa, yani isyan ifadesi beyan etmek istiyorsa, kardeşinin şehadetinden önce başka şehid cenazelerinde bunu yapmalıydı.
“Kardeşim şehid oldu, katili kim?” Buna düpedüz “düşmanın ağzına sakız vermek” denir. Nitekim, iki gündür çiğneyip duruyorlar!
Parti adıyla yazmak zorundayım: MHP organı olarak bilinen gazetenin bu beyana sahip çıkması tam bir gaflet numunesi...
Onlara sorumuz şu: Katilin kim olduğundan şüpheniz mi var?
Bu tepkinin mefhumu muhalifi şudur: “Her şeye rağmen çözüm sürecine dönelim! PKK istediği gibi at koştursun, şehirlerimizi işgal etsin, assın. kessin...” Sözün nereye varacağını bilmek en önce mes’ul mevkidekilerin işi.
Şunu söyleyen asker tarihe geçerdi: “Kardeşim değil, ben şehid olmalıydım! Onun kanını yerde koymamak boynumun borcu. Tayinimin Beytüşşebap’a yapılmasını talep edeceğim!”
Savaşı bunu söyleyen komutanları olan ordu kazanır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.