Dünyanın en yalancı örgütü
Demirtaş’ın İzmir’de yaptığı “çok değerli” ateşkes çağrısına, Kandil cenahından çok değerli bir cevap geldi.
“Çok değerli” ifadesi KCK Eş Başkanlarından Cemil Bayık’a aittir. Kendisi de vaktiyle, “çok değerli” işler yapmıştı. Hani, bazılarının “Yine mi dönüyoruz? Eyvah...” dediği 90’lı yıllarda... Mesela ne yapmıştı? Otoriteyi sağlamak için “alan temizliği” yapmıştı.
Bir dönem birlikte tetik düşürdükleri değerli devre arkadaşı Abdullah Öcalan anlatsın:
“Cemil Bayık savaş içerisine girmez. 92’de bir mağarada 17 kadroyu yaralı oldukları ve ele geçmemeleri için, karargâhta da 13 kadroyu disiplini sağlamak için öldürmüştür. Bu yüzden yoğun eleştiriler alıyor...”
Bu çok değerli “iç infaz” belli ki, örgüt içinde büyük prestij (!) sağlamış Bayık’a.
Bu prestijin verdiği güvenle (dokunulmazlıkla) konuşuyor ve çok değerli açıklamalara, çok değerli cevaplar veriyor.
Demirtaş ne söylemiş, önce ona bakalım isterseniz:
“Yarın değil, şu saatte İzmir’den çağrı yapmak istiyorum, ölümlerin derhal durması lazım. PKK’nın ‘amasız, ancaksız’ silahlı, bombalı şiddet eylemlerini, şehirlerde, dağlarda durdurması lazım. Bizim açımızdan bunun alternatifi yoktur. ‘Aması, ancağı’ yoktur. HDP’nin demokratik siyaseti açısından mazereti yoktur. AKP’nin yaptığı, işlediği suçların hesabı asker, polisi öldürülerek sorulamaz. Onların tamamı bu ülkenin çocuklarıdır, bizim çocuklarımızdır, biz böyle görüyoruz.”
Bu “çok değerli” açıklama, ilerleyen cümlelerde mutat Erdoğan eleştirisine dönüşüyor ve ateşkesin bozulmasında devlet (yani Erdoğan) sorumlu tutuluyor. Şaşırmıyoruz... Çünkü, yalan söyleme konusunda dünyanın en mahir siyasetçilerden biri Demirtaş’tır, bunu geçiyoruz...
Ben de Cemil Bayık gibi düşünüyorum:
Çok değerli bir açıklama.
Çok değerli buluyorum ama şunları söylemeden de geçemiyorum:
Bu “çok değerli” açıklamayı, KCK Eş Başkanları tehdit üstüne tehdit yollarken, “Bak, çözüm sürecini bozarız, ha!” diye kolpa yaparken yapmanız gerekmez miydi Selahattin Bey?
Bese Hanım “Devrimci halk savaşını” başlatırken aklınız neredeydi?
Silah bırakma kongresini Öcalan’ın salıverilme şartına bağlayan Bayık’ların, Karasu’ların, Hozat’ların meşru siyaset yolunu tıkayan beyanatları YDG-H’lilerinizce ilahi buyruk muamelesi görürken neden “Bu işin aması ancağı yoktur” deme gereği duymadınız? Bütün o yol kesme, dağa adam kaldırma, haraç toplama, trafik denetlemesi yapma seremonileri “ateşkesin ihlali” anlamına gelmiyor muydu?
Bırakın onu bunu da, ateşkesi bozan en önemli aktörlerden biri siz değil miydiniz? Dolmabahçe mutabakatına mırın kırın ederek bu süreci başlatmadınız mı? Kobani bahanesiyle militanlarınızı sokağa döküp 52 Kürt vatandaşını katlettirirken, bunun “ateşkesin ihlali” anlamına geldiğini/geleceğini düşünmediniz mi?
İlginçtir, önce “Dolmabahçe mutabakatı Kürtlerin sorununu çözmez” dediniz, sonra da (PKK bu mutabakatın altını boşaltınca) “İlle de Dolmabahçe mutabakatı” diye tutturdunuz.
Hangisi?
Daha doğrusu, konuşurken hangi yalanınızı “geçerli” geçerli sayacağız?
Sizin mevzun yalanlarla örülü ateşkes çağrınızı çok değerli bulan Cemil Bayık, bakalım hangi yalanlarla karşılık vermiş:
“Bu çağrıyı biz çok değerli buluyoruz. Bize göre ne Türkiye, ne de biz bu sorunu silahla çözebiliriz. Sekiz kez tek taraflı olarak ateşkes çağrısı yaptık. Son seferinde ise güçlerimizi çekmeye başladık. Ancak Türkiye önce her şeyi erteledi, ardından inkâr etti. Artık tek taraflı silahların susması olmayacak.”
Bundan sonrası yorum kaldırmıyor...
Çünkü, “Güçlerimizi çekmeye başlamıştık” diyen ve yalanı strateji olarak benimsemiş bir fenomenle karşı karşıyayız.
Bir tek şey söyleyip kapatacağım:
PKK’nın tek hafta içinde söylediği yalanların sayısı, ETA’sından IRA’sına, dünyanın bütün ayrılıkçı terör örgütlerinin mücadele tarihleri boyunca söyledikleri yalanlardan daha fazladır.
Bu kafayla neyi konuşabilirsiniz ki?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.