Zenginimiz bedel verir, şehidimiz fakirdendir
Şehit annesinin, oğlunu yoksulluk içinde büyüttüğünü anlatması üzerine, kadın astsubay, “Teyzem bilmem mi? Zengin olan asker de olmaz, şehit de…” deyince, tâ Yemen’den başlayıp Güneydoğu’ya kadar demet demet olup uçmağa gitmiş şehitlerin ateşi düştü yüreğime.
HDPKK’nın kan döktüğü Güneydoğu’dan ne zaman bir şehit haberi duysam bir Yemen türküsü sarar yüreğimi. Tereddüt yok içimde; gözyaşı, dua ve cennet müjdesi yeter.
Anadolu’nun dört bucağından dualarla, davullarla, marş ve türkülerle uğurlanan, gidip de sağ dönmeyen asker ve polislerimizin ay yıldızlı bayrağa sarılı şehitlik tabutları kırmızı gül demeti gibi bir bir gelmeye başlayınca, “zenginimiz bedel verir / askerimiz fakirdendir” ağıtı içimde ukde olur; kâfire ve düşmana belli etmeden “adâlet nerede?” diye kabarır duygularım.
Bedel, yâni para ödeyerek askerlikten muaf olmanın açtığı adâlet yarası bu zamanın değil, eski bir yaradır. Acıklı tarafıyla Yemen Harpleriyle başlar.
“Sefer tası bakırdandır / Yemen yolu çamurdandır / Zenginimiz bedel öder /Askerimiz fakirdendir...”Karavanadan potinine, tektip elbiseden tıraşına kadar her asker adayının eşit olduğu vatan görevinde zengin bedel verecek ve askerlik yapmayacak...
Bedel veremeyen veya askerlikten muafiyet imkânını hem maddî, hem statü olarak elde edemeyen, elde etmesinin hiçbir bakımdan mümkünü de olmayan Anadolu’nun gariban ve mert çocukları HDPKK’nın kan döktüğü Güneydoğu’da askerlik yapacak ve nasip olursa şehit olup gelecek.
“Tarlada biter kamış / Uzar gider vermez yemiş / Şol Yemen’de can verenler / Bir Mehmet, biri Memiş.”
ŞOL KANLI GÜNEYDOĞU’DA CAN VERENLER MEHMET VE MEMİŞLERDİR…
Şol kanlı Güneydoğu’da da vatan uğruna can verenler, statü imkânı ve para gücü olmayan Anadolu’nun saf-yiğit çocuğu Mehmet ve Memişler olacak. Zenginlerle askerlikten kaytarmayı becerebilen (!) statü sahipleri olmayacak.
“Çalınan davulu düğün mü sandın? / Al yeşil bayrağı gelin mi sandın? / Yemene gideni gelir mi sandın? / Ah o Yemen’dir, gülü çemendir / Giden gelmiyor, acep nedendir?”
Müslüman şehitliğe ve kadere iman eder, vatan şuurunu mukaddes bilir. Bu sadakat ve inanışın karşısında hükümet sahipleri de, “Zenginimiz bedel öder, askerimiz fakirdendir” diyerek yüreği yanan anaların, babaların sitemine dair “din ü devlet adâletle ayakta durur” sözünün muhatabı olarak açıklama yapmalıdırlar.
GİTME YAVRUM GİTME GÜNEYDOĞU’YA YOLLAR MAYINLI
Güneydoğu’da savaş var, kalleşçe bir savaş bu. “Açılım” gafletinden istifade eden HDPKK bütün yolları mayınlamış. Yarın bir gün analar babalar “gitme yavrum gitme Güneydoğu’ya yollar mayınlı…” demeye başlarsa devlet ne yapacak?
Para gücüyle ve paralı üniversitelerle, yurt dışı ve statü yoluyla muafiyet elde etmeler gırla gidiyor bu ülkede. Bir bakanın, “Bir anne bana gelip de ’on bin dolarım olsaydı oğlum askere gidip şehit düşmezdi’ derse ona ne cevap veririm” beyanı, içi boş siyasî ve müraî bir beyandır ki bu ülkede askerlik adâletine deva olmamıştır. Cepheye giden askerler daima Anadolu’nun Mehmet ve Memişleri olmuştur.
“ON BİN DOLARIM OLSAYDI OĞLUM ŞEHİT DÜŞMEZDİ” SÖZÜNÜN MESULÜ DEVLETTİR.
Bir annenin, bir babanın “on bin dolarım olsaydı oğlum askere gidip şehit düşmezdi” sözüne cevap verebilecek samimi bir devlet olmak gerek. Bu sözün söylenmesinin mesulü devlettir. Bu söz çoğalırsa ne olur biliyor musunuz? Bir anneye, bir babaya bu sözü söyletecek duruma gelmişse bir devlet, o devletin “din ü devlet, mülk ü millet” mihverinden çıkmak üzere olduğuna işarettir.
Devlet, “vatan sevgisi imandandır” anlayışını esas alıp memleket çocuklarına askerlik yaptırmaya devam edecekse ikiyüzlülükten vazgeçmeli. Anadolu’nun saf-yiğit çocuklarına ve devleti “şirket” değil, “baba” olarak bilen babaların zürriyetine güvenerek HDPKK ile savaş yapacaksa adâletsiz askerlik nizamını düzeltmeli hemen.
“Vatan için herkes askerdir” anlayışını lüzumsuz ve iptidai bulan liberal-laik, çağdaş zümrelerin, gündeme getirecekleri “profesyonel paralı askerlik”, yâni Amerikan kapitalist askerlik sistemini kabul edecek midir bu devlet?
“Şehit babasına madalya takılan törenlerin yerini komutanların kayıplar hakkında hesap verdiği mahkemeler alacak. ‘Vatan, millet Sakarya’ nutukları yerine motivasyona dayalı yılsonu primleri hesaplanacak. TSK’nın başarısı sınırdan içeri giren terörist sayısı gibi göstergeler ile ölçülebilecek. Görevini yapamayan Genel Kurmay Başkanları tıpkı zarar eden şirket patronları gibi değiştirilebilecek…” şeklindeki yeni askerlik teklifi önüne gelirse nasıl bir tavır alacak devlet ve hükümet sahipleri?
Hangi tarafı tercih edecek? Vatan hizmetinden kaytarmayı becerenlerin ve zenginliğini kullanarak askere gitmeyip bu ülkenin kremasını yiyenlerin safında mı yer almış olacak?
Anadolu’nun saf çocukları Mehmet ve Memişlere ne diyecek? “Vatan hizmeti kutsaldır şiarıyla size bedavadan, maişetinizi temin etmeden askerlik yaptırdım” deyip, özür mü dileyecek?
Şehit annelerinin yüzüne nasıl bakacak? Kemalist törenler için dünya kadar masraf eden devlet, askere giden oğlunun yol parasını cebinden veren, askerlik harçlığını zor gönderen babaların ezikliğini düşünmüş müdür hiç?
Askere gitmeyi Peygamber ocağına gitmek olarak bilen Anadolu insanının hakkını yiyen devlet iflah olur mu?
------------------------------------
GÖNLE ŞİFA, TÜRKÇE’YE HÜRMET “İYİ YAZI” NUMUNESİ
İkinci kuşak fikir ve gönül dostlarımdan Ferhat Ağca gönle şifa, Türkçe’ye hürmet “iyi yazı” numunesi bir yazı yazmış ki, Ahmet Cevdet Paşa’dan Necip Fazıl’a, âmâ üstad Cemil Meriç’ten Ali Yurtgezen hocaya Türkçe’nin üslûpkârlarını bilenlerle paylaşmayı vazife addettim:
“…Bendenize İsmail Bayramı erken geldi. İsmail hocamı, Kırgızistan dönüşü İstanbul'da görmek, beraber çay içmek ve bir kaç saatte olsa sohbetinden faydalanmak nasip oldu. Hocam, Memduh ile Kırgızistan'a gitmeden önceki telefon görüşmemizde Perşembe günü İstanbul'da olacağını söylemişti. Bugün bahçeden çıkar çıkmaz hocamı aradım, Beyazıt'ta İstanbul'un meşhur Sahaflar Çarşısı'nda ki sahafların pîri Muzaffer Ozak Efendi'nin dükkânında olduğunu söyledi. Oraya gittim ama nasıl gittim!
Çölde su görenin heyecanı ve kalabalığa alışmış birinin kıvraklığıyla kalabalıkları yararak koşar vaziyette gittim ve hocamı buldum. Hemen hocamla selamlaşıp kucaklaştık. Daha sonra Beyazıt camiinde ikindiyi kılıp, Sultan 2. Mahmut ve Ulu Hakan Abdulhamid Han'ın türbesinin yan tarafındaki İstanbul Türk Ocağında çay ve sigara eşliğinde sohbet ettik. Yanımızda hocama İstanbul'daki geçirdiği zaman içerisinde yârenlik yapan Mehmet Bayrak ağabey de vardı. Uzun lafın kısası ağabey, gurbetteki bu garibin bir günü Bayram oldu. Ben de bu bayramı "önümüzdeki İsmail bayramı bana erken geldi" diye yorumladım ki, bu da şükür gerektirir…”
------------------------------------
FİKİR TEKNESİ YAYINLARININ KİTAPLARI KÜLTÜR BAKANLIĞI’NDA…
Haki Demir’in kurucusu olduğu Fikir Teknesi Yayınları'ndan Kültür Bakanlığı kitap satın almış ki bu fikirli yayınevi nâmına sevindim. Şehr-i Maraş’ta dokuz ayda 93 kitap yayınlayan velut bir yayınevinin kitaplarının Kültür Bakanlığı’nca alınıp kütüphânelere dağıtılacak olmasının sevindirici tarafı kemmiyeti değil, keyfiyeti, yâni bu kitapların mesajının kütüphane müdavimlerine de ulaşmasıdır. Bu kitapların adını kitaplarla dost olanlara, kitapseverlere duyurmadan edemedim:
1-Anlayış ve Tefekkür / Haki Demir, 2-Zamana Mekan Varoluş / Haki Demir, 3-Akıl Nedir / Haki Demir, 4-Şahsiyet / Haki demir, 5-Medyada Tefekkür Krizi / İbrahim Sancak, 6-Dünya Hâli (şiir) / Memduh Atalay, 7-Halce /şiir) / Memduh Atalay, 8-Türkiye'nin Manzarası / Fatih Mehmet Kaya, 9-Düşünür Kimdir / Abdullah Tatlı, 10-Medeniyetimizin Büyük Dehası Necip Fazıl / Metin Acıpayam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.