Bu Halk Salak mıdır?
MİLLET salak mıdır?.. Ortada gerçekten bir millet varsa, o salak olmaz. Çünkü salaksa zaten millet değildir.
Bu halk salak mıdır? Bir kısmının böyle olduğunda hiç şüphe yok.
Siyasî ve toplumsal hadiselerde devamlı şekilde aldanmak, aldatılmak, aldanmaya yatkın olmak salaklığın önemli özelliklerindendir.
Bir salağı on kere aldatırlar, yine akıllanmaz, yüz kere aldatsalar yine aklını başına toplamaz. Salağın ömrü aldanmakla, aldatılmakla geçer.
Salaklıktan kurtuluşun birinci şartı aldanmak statüsünden, aldanmamak statüsüne geçmektir.
Salak, siyasetin s’sinden anlamaz, bütün gün siyasetten bahs eder, aklınca siyasî yorumlar yapar.
Salak, siyasî seçimlerde yanlış tercihler yapar ve sonra “Ah elim kırılsaydı da onlara oy vermeseydim...” demeye başlar. Yeni bir seçim daha gelir. Yine aldanır. İlâ nihâye (Sonuna kadar hep böyle...)
Bu ülkede 70 senedir yeni nesillerin beyinlerini yıkadılar.
Akıllı, mantıklı, sağduyulu, vicdanlı, ahlâklı, karakterli, kültürlü, dengeli insanlar yetiştirmek için çalışmadılar.
Bir ara en galiz, en bayağı, en aşağı, en rezil şekilde ecdada, atalara, büyüklere hakaret ettiler, onları yerin dibine batırdılar. Atalarına sövüp sayan kimdir? Soysuzun teki değil midir?
Bu milleti ayakta tutan dine, mukaddesata, imana çattılar... Dinini yıkan kendini, halkı, vatanı yıkmış olur.
Halk salak ve beyinsiz olsun diye dilini kestiler. Yeni nesiller dedelerinin ve ninelerinin mezar taşlarını okuyamayacak kadar kör cahil bırakıldı.
Türkiye’yi güçlü kılan bütün kurumları karaladılar.
Batılılaşacağız, ilerleyeceğiz, uygar olacağız diye diye bizi geri bıraktılar.
İşte Japonya, işte Güney Kore ve işte Paşam Türkiye... Onlar zirvelerde, onlar şahikalarda, biz ise çukurlarda debeleniyoruz.
İki yüz kelimelik günlük çarşı pazar Türkçesi ile bu toplum elbette medenî bir toplum olamazdı. Medenî olmak için onbinlerce kelimelik yazılı, edebî, zengin Türkçe bilmek gerek.
İngiltere Soho İngilizcesiyle değil, Shakespeare’in İngilizcesiyle yükselmiş, güçlenmiş, medenî ve vasıflı olmuştur.
Bizim maarifimiz (millî eğitim), bizim üniversitelerimiz yeni nesillere, Türk lisan ve edebiyatının en büyük klasik şair ve edibi olan Fuzulî’nin divanını okumayı, bu kıraatten zevk ve haz almayı öğretebiliyor mu?
Mâziye ait ne kadar değerimiz varsa yıktık, enkazın altında kaldık.
Zengin lisanımızı yıktık, yerine birkaç bin kelimelik sade suya tirit, uyduruk yeni öz Türkçe getirdik. Mektep yerine okul, muallim yerine öğretmen, tayyare yerine uçak, hakim yerine yargıç... Aman ne marifet ne marifet...
Tarihimizi yıktık, yerine mitler, efsaneler, yalanlar, hayaller, mavallar koyduk.
Millî mimarîmizi dışladık, yerine beton ucubeler sergiledik.
Lonca, ahîlik, fütüvvet teşkilatını yıktık, yerine bugünkü iş hayatını getirdik.
Halkın bir kısmı cahil kaldı... Yabancılaştı... Dengesini yitirdi... Salaklaştı.
Önüne gelen halkı aldatıyor, kandırıyor, çarpıp çırpıyor.
Bundan sonra halk, memleket, devlet, toplum düzelir mi dersiniz?
İnşaallah düzelir.
Bu Ne Biçim Basın Hürriyetidir?
ÜLKE çapında büyük bir gazete yayınlamak için bir milyar dolarlık sermaye gerekiyor ve siz buna basın hürriyeti diyorsunuz. Böyle pahalı bir hürriyetten bu ülkede kaç kişi yararlanabilir? Bilemediniz birkaç düzine kişi. Peki 72 milyonluk halk için basın özgürlüğü nedir?.. Bu birkaç düzine dolar milyarderinin basın özgürlüğüne mâruz kalmaktır.
Eskiden bu memlekette, bir ev veya daire fiyatına günlük gazete çıkartılabiliyormuş. Cağaloğlu’nda veya Ebussuud caddesinde mütevazı bir idarehane. Dört, altı veya sekiz sayfalık gazeteyi ya kendi mürettiphanenizde, yahut dışarıda dizdiriyorsunuz, civardaki matbaalardan birinin rotatifinde bastırıyorsunuz, bir dağıtım şirketine veriyorsunuz... Bir baş muharrir, birkaç fıkra yazarı, bir röportaj, roman ve pehlivan tefrikaları...
Şimdi öyle mi? On beş katlı dev binalar. Ülkenin çeşitli yerlerinde rotatifler... Dünya çapında muhabirler ağı... Medya devlet içinde devlet.
Fikrin var, ufkun var, kabiliyetin var... Paran, sermayen yoksa gazete çıkartamazsın.
Bazı büyük gazeteler Pazar günleri çeşitli ekleriyle birlikte 100 sayfayı geçen bir hacme sahip. Onlarla rekabet etmek mümkün değil.
Medya büyük bir endüstri sektörü olmuştur.
Medya tekelleşmiş, kartelleşmiş, çeteleşmiş, mafyalaşmıştır.
Şu medya babasına bakınız: Yüz kadar büyük holdingi, uluslar arası şirketi, bankası var. Milyar dolarla oynuyor.
Doğru mu yanlış mı bilmem; bundan on yıl kadar önce bir Başbakan bir medya babasının evine gitmiş. Baba onu pijama ile karşılamış. Bu ne saltanat. Eski Padişahlar, vezir kullarına böyle bir saygısızlık yapmazdı.
Basın hürriyetini halka yaymak için:
1. Dört veya sekiz sayfalık az hacimli, kaliteli gazeteler çıkmasına imkan tanınmalıdır.
2. Dağıtım tekeli kırılmalıdır.
3. Yüz kızartıcı suçlardan kesin şekilde mahkum olmuşların gazetecilik yapması önlenmelidir. (Doktorlar, avukatlar, başka meslekler için böyle kısıtlamalar var...)
4. Caddelerde, meydanlarda seyyar gazete satıcılarına (müvezzilere) izin verilmelidir.
5. Basın ve medya konusundaki bütün tekeller kırılmalıdır.
1950 ile 1960 arasında Demokrat Parti-Adnan Menderes iktidarı sırasında İstanbul’daki günlük gazeteler sadece 6 sayfa olarak yayınlanıyordu. Bu konuda hükümet kararnamesi vardı. Bu altı sayfaya haberler, yorumlar, makaleler, fıkralar (köşe yazıları), röportajlar, roman tefrikaları, iç ve dış havadisler, spor ve iktisat haberleri, ilanlar sığdırılıyordu.
Lâfta, teoride mevcut; hayatta, uygulamada nâ-mevcut basın hürriyeti...