Korkma Aydın Bey, titre!
Önüne gelen gazeteciye dava açıyor... Kim kendisine değdiyse, mahkemeye koşuyor. Boşu yok...
Dün, Sabah gazetesinden aradılar, “Aydın Bey bizi davaya boğdu. Sizde durum nedir?” diye sordular.
Bizde de durum çok farklı değil.
Gazetecilere açılan davayı bir tür “susturma yöntemi” olarak değerlendiren Ertuğrul Özkök’e, patronunun da aynı yöntemini benimsediğini hatırlatmak lazım.
Üstelik Aydın Bey’in açtığı davalar, hakaret davası değil.
Kimse Aydın Bey’e küfretmiyor çünkü; “Mezarına işesinler” demiyor; “hırsız”, “diktatör”, “katil”, “Yezit”, “Firavun” ilan etmiyor; üçüncü köprüye harim-i ismetinden birinin (bir hanımefendinin) ismini vermiyor.
Şunu söylüyorlar: “Bavul içinde gelen 2 milyon doların sırrı nedir? POAŞ’ta ne oldu? Dışbank’ı hangi parayla satın aldın, sonra niçin elden çıkardın? Elektrik dağıtım ihalesinde işin neydi? Borsada manipülasyon yaptın mı? Yargıtay, elindeki basın yayın organlarını baskı aracı olarak kullandığına ilişkin bir karar vermişti; durumu düzelttin mi?”
Bu sorulardan hoşlanmıyor Aydın Bey... Hemen mahkemeye koşuyor.
Fakat hoşlanmayacağı, üzüntüyle karşılayacağı başka gelişmeler de yaşanabilir. Aklında bulunsun...
Önceki gün, gazetelerde, savcılığın Aydın Bey’in ifadesine başvuracağı yönünde bir haber okuduk.
Muhtemelen, 28 Şubat’taki rolünü soracaktır.
Bir ara (“Darbe soruşturmaları” çerçevesinde 28 Şubat’ın da mercek altına alındığı muhataralı günlerde) medyada, 28 Şubat darbesine can veren gazetecilerin sanık mevkiine oturtulacakları tartışılıyordu.
28 Şubat defteri yeniden açılır mı?
İş medyaya uzar mı?
Medyayı da kapsayacak bir soruşturmada “önceliği” kimler alır?
Manşetleriyle darbeye can veren genel yayın yönetmenleri mi?
Ecnebi yayın organlarına demeç verip, “Ordunun baskısı sonucu istifaya zorlanan İslamcı koalisyon hükümetine karşı benim medya organlarım savaş verdi” diyen gazete patronları mı?
Medya karteli oluşturup, darbe karşıtı yayın organlarını devre dışı bırakan dağıtım müdürleri mi?
Neredeyse her yazısı, “Paşa beni aradı, dedi ki...” cümlesiyle başlayan duayen köşe yazarları mı?
Darbeden hoşlanmayan ama generallerin gücü karşısında naçar darbe destekçisi bir pozisyon alan “bağımsız gazeteciler” de bu soruşturmaya dahil edilir mi?
Hasan Abi’nin durumu ne olur?
Fatih’lerden hangisi okka altına gider?
Ertuğrul Özkök andıç ayıbıyla baş başa mı bırakılır? Zafer Mutlu yine bu işten muaf mı tutulur?
Erol Özkasnak ve Çevik Bir’in bir dediğini iki etmeyen medya grup başkanları bu soruşturmanın neresinde yer alır?
Elinde mikrofon, omzunda kamera, “zina baskını” için karakollarda sabahlatılan televizyon muhabirleri ne tür bir külfetle baş başa bırakılır?
Bilmiyorum... Bilmiyoruz...
Fethullah Gülen’i işaretle, “Bu kupa Amerika’ya...” şeklinde tweet atan, sonra dönüp Fethullah Gülen’e yakın bir gazetede paralel yıkamacılığına soyunan bir gazeteci şöyle diyordu: “Hiçbir gazeteci, 28 Şubat’ta askere karşı pozisyon alamazdı. 28 Şubat döneminin tartışılmasında elbette sorun yok ama bu tartışma, bir kısım insanları yasal yaptırımla karşı karşıya bırakacaksa, karşıyım...”
Kimse yasıl yaptırımla karşı karşıya kalmasın, tamam da...
Karargâh karargâh dolaşan gazetecileri teşhir etmeyecek miyiz? Paşa’dan aldığı tüyolarla “habercilik” yapan Ankara temsilcilerini, “Bu defa geliyorlar Cem Bey, dayanın” diyen genel yayın yönetmenlerini, “Benim medya organlarım savaş verdi” diyen basın patronlarını, karargâh çıktılarını hiçbir denetime tabi tutmadan manşete çeken yazı işleri elemanlarını konuşmayacak mıyız?
Hem konuşacağız, teşhir edeceğiz!
Bir tür “susturma yöntemi” olarak gazetecilere dava açıp duran basın patronunu da bundan payını alacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.