Medeniyet İnşa Etmek mi Dediniz?
(Ama Felsefe Şûrası’nda yoktunuz!)
Medeniyet”, son yılların yükselen değerlerinden. “Kadim medeniyetimiz”den söz edildiği gibi, yeni bir medeniyet inşa etmek iddiası da sıkça dile getiriliyor…
Kadim medeniyetimizi hakkıyla bilmek, dünyanın bugünkü seyrinden, ilimde, fende gelinen noktadan haberdar olmak ve bütün bunları terkib ederek yön tayin etmek... Yeni bir medeniyet inşası tasavvuru böyle bir hamuleyi sırtlanmayı gerektirir. Dünya görüşü, fikir arka planı, felsefesi olmayan bir medeniyet olabilir mi?
Edebiyattan, estetikten yoksun bir medeniyet düşünülebilir mi? Kitaptan kaçarak, okumaktan imtina ederek, sözün güzeline kulak vermeyerek ve doğrusunu esas almayarak hangi medeniyeti inşa edeceksiniz?
Geçen hafta sonu Ankara’da yapılan “Felsefe Şûrası”na giderken zihnimden bunlar geçiyordu. Felsefe Şûrası Ankara’da üç günlük bir beyin fırtınası estirdi... Şûra’nın alt başlığı “Felsefe geleneğimiz ve günümüz bilim disiplinleri-İmkânlar sorunlar ve çözüm önerileri...”idi.
Toplantının tamamını takip edemedim, ama iki gün içinde dinlediklerim zihin tazelememe yardımcı oldu.
Fikir ve ilim nehrimiz akmaya devam ediyor, ancak suladığı topraklar çok sınırlı... Bunu toplantıya dinleyici olarak katılanlara bakarak söylemiyorum. Türkiye’de görünür-görünmez bir yüksek öğretim seferberliği var. Yüksek öğretim görenlerin sayısı sürekli artıyor, öğretim üyesi sayısı da aynı şekilde çoğalıyor. Bir geçiş dönemindeyiz, henüz üniversitenin yetişmiş kadrolarının verimleri topluma büyük ölçüde mal olamıyor. Daha önemlisi, yüksek tahsil görenler (de) kitap okumuyor... Hele fikir ve ilim eserlerine görünür bir rağbet yok.
1950’lere kadar üç üniversitesi olan Türkiye (İstanbul, İstanbul Teknik ve Ankara), 1960’lara doğru Erzurum, İzmir, Trabzon ve Ankara’da ODTÜ ile yüksek öğretimi yaygınlaştırmaya başladı. 1960’larda ve 70’lerde de yeni üniversiteler açıldı. Fakat asıl 1980’den sonra yüksek öğretim yaygınlaştı. “Daha önce yapılanlardan daha fazlası belki de son on yılda yapıldı” desek yanlış söylemiş olmayız.
Şimdi bunun ete kemiğe bürünme, görünürleşme zamanı… Bu nasıl olacak? Teknik alanlarda bilgi ve tecrübe birikimi piyasaya yansıyacak. Sanayimiz, ticaretimiz, iktisadımız bundan faydalanacak.
Sosyal ilimler alanında yayınlar, toplantılar, konuşmalar aydın kitleye birikimi ulaştıracak. Siyaset kulağını üniversiteyi dikecek. Şu anda güçlü talep yok ama eninde sonunda bu kadar emek, çaba, ürün boşa gitmeyecek diye düşünüyoruz.
Türkiye pozitif ilme, teknoloji ile ilgili alanlara uzun bir süre daha fazla ihtiyaç duydu. Mühendishaneler, tıbbiyeler baştacı edildi. 1960 sonrasında Türkiye’yi yönetenlerin (Demirel, Özal, Erbakan) mühendis olması tesadüf değil.
Manevî-kültürel-sosyal ilimler bu süreçte ihmal edildi. Artık bu dönemin sonuna gelmiş olmamız lâzım. Ankara’nın yeni devlet üniversitesi Yıldırım Bayezid’in İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Felsefe Bölümü’nün öncülük ettiği, Türk Felsefe Derneği ve Atatürk Kültür Merkezi’nin de destek olduğu Felsefe Şûrası bu düşüncemi pekiştirdi.
Felsefe bölümü başkanı, Musa Kâzım Arıcan, Felsefe Şûrası’nın çerçevesini çizdikten sonra yaşayan felsefe hocalarımızın piri Necati Öner hoca (doğumu: 1927) her biri profesör olan talebelerinin yardımı ile kürsüye çıktı ve yaşına rağmen berrak bir zihinle kısa bir değerlendirme yaptı. Hoca’nın “hoşgörü” kelimesini hoş görmediğini biliyoruz. Bu kelime tolerans veya dilimizdeki müsamaha yerine uydurulmuş, fakat hoş görmek bir şeyi “güzel görmek”tir. “Benim gibi düşünmeyen ve yaşamayanları güzel görmek zorunda değilim, ama onlara müsamaha ile yaklaşırım” diyor Hoca…
Dil Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Derya Örs “düşünce dilimiz, felsefe dilimiz ne olacak?” sorusunu sordu ki, belki de en mühim meselemize dikkat çekti. Bunun başlıbaşına bir şûra konusu olması gerektiğinden şüphe yok.
Beni asıl heyecanlandıran, sosyal ilimler dışından gelen bilim adamlarımızın kendi alanlarını aşarak sosyal ilimlere, düşünceye, felsefeye yönelik hamle yapmaları oldu. Yıldırım Bayezid Üniversitesi Rektörü Metin Doğan tıp sahasından, ama sosyal alana yakınlığı konuşmasından anlaşılıyordu. Kâğıttan konuşmadığı halde fikir silsilesi bozulmadan düşüncesini ortaya koydu: Fikir arka planı, felsefesi olmayan ilim olmaz!
Açılış oturumunda Mehmed Aydın hoca siyaset öncesi verimli günlerine dönmüş olarak “Yakın tarihimizde medeniyet meselesi” üzerine konuştu. Hoca’nın konuşmasının derinliği malûm, üslubunun ve dilinin mükemmelliği bu derinliği anlaşılır kılıyor. Tek noksanlık, her gün medeniyet yiyip içen, yeni bir medeniyet kurmaktan bahseden zevatın orada dinleyici olarak bulunmaması idi!
Zaman kıtlığı olmasa bütün bildirileri dinlemek, tartışmalara katılmak, konuşmacılarla uzun uzun sohbet etmek istiyor insan. Fakat kitap halinde yayınlanacağını düşünüp teselli bularak salondan ayrılıyoruz. Tabii Ankara’da olup da düşünen, ufkunu genişletmek isteyen ilgililerin neden burada olmadığına şaşırarak…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.