Bedreddin Hasani’den Süleyman Efendi’ye
Sakarya’da bazı sahafları dolaşırken Şeyh Bedreddin Hasani’nin küçük bir risalesine denk geldim. Teberrüken hemen aldım ve almamla okumam bir oldu. Bedreddin Hasani tartışmasız son devirlerin Şam’ın en tanınmış muhaddisi. Hatta ‘muhaddis el ekber’ lakabıyla anılmaktadır. Yeri bugüne kadar da doldurulamamıştır. Bilahare Abdullah Habeşi/Hereri’nin yerini alması temennileri boş çıkmıştır. Şamlıların bugüne kadar tebcil ettikleri, unutmadıkları muhaddis. Adapazarı’nda aldığım risalesinin adı ‘ed Dürer el Behiyye Fi Şerhi’l Manzumeti’l Beykuniyye.’ Usulu-i hadise dair küçük bir risale. Onun dışında Ravdu’l Meani Lişerhi Akideti El Alleme Şeybani, El Budur el Celiyye Fi Şerhi Nazmi’s Senusiyye ayrıca Haşiyetün Ale Şerhi’r Rehibe Fi İlmi’l Faraiz, Gayetü’l Meram Ala Şerhi’l Katr Liibni Hişam gibi bazı eserleri daha vardır . Aynen dendiği gibidir: Hezar gıbta o devr-i kadim efendisine: Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine! Şeyh Bedreddin Hasani’nin bir takım eşsiz özellikleri vardır. Bunlardan birisi münzevi oluşudur.
Bediüzzaman’la ortak yönleri olduğu gibi Süleyman Efendi ile de ortak yönleri vardır. Bediüzzaman ile alakalı ortak yönlerinden birisi belki de sevenlerinin kendisine aşırı derecede düşkünlüğüdür. Hatta bu muhabbetin aşırılık (guluv) derecesine vardığı da müsellemdir. Bediüzzaman’la ortak yönlerinden bir diğeri de her ikisinin de Mısır’lı Şeyh Bahit Efendi’nin övgüsüne mazhar olmasıdır. Şeyh Bahit Efendi Bediüzzaman’la alakalı olarak onunla münazara edilemeyeceğini söylemiştir. Şam’ın Muhaddisi Bedreddin Hasani ile alakalı olarak da şunları söylemiştir: Mısır’da olsaydı baş üzerinde taşınırdı. Yusuf Decevi gibi Mısırlı alim ve mütefekkirler de kendisinden övgüyle söz etmişlerdir. Hatta Faslı Seyyid Kebir el Kettani onun gibisini yer kürenin 500 yıldan beri tanımadığını söylemiştir. İttihatçıların Şeyhülislamı Musa Kazım Efendi ile Muhammed Abduh da şeyh hakkında olumlu kanaat bildirenlerdendir.
***
Şeyhin tartışmalı yönleri de var. Bunlardan birisi Fransızlarla ilişkisi. Fransız işgaline karşı mukavemet liderlerine, devrimcilere daima arka çıktığı genel kabul gören bir husustur. Bununla birlikte oğlu Taceddin Hasani’nin Fransızlarla ilişkisi kimilerine göre Suriye lehine müdarat ilişkisi ise de kimilerine göre de bu boyutu aşmış ve babasını da Fransızlarla ilişkisine alet etmiştir. Taceddin Kral Faysal ile iyi münasebetler geliştirmiş ardından bir dönem Paris’te kalmış ve aydınlanma başkentindeki ikameti sırasında Fransızlarla iyi münasebetler geliştirmiştir. Bu ise Suriye’de tezkiye ile ilk cumhurbaşkanı olmasını sağlamış ve önünü açmıştır. İkinci defa cumhurbaşkanı olduğunda ise görev sırasında vefat etmiştir. Faris Huri ve benzerleri onun Fransızlarla iyi münasebetlerini Suriye lehine kullandığına kaildirler. Aksi düşününler de var. Ali Tantavi ile Sıddık Gumari bu hususta iki zıt kutbu temsil ederler. Ali Tantavi Suriyelilerin umumu gibi Muhaddis-i Ekber Şeyh Bedreddin Hasani hakkında olumlu kanaat sahibidir. Sıddık Gumari ise ters istikamettedir ve şeyhin faziletlerini inkar eder. Hatta müsellem olan muhaddisliğini bile kabul etmez. Oğlu Taceddin Hasani ise siyasette milli mutabakat taraftarı gayet ılımlı, uyumlu idi. Birçokları toplayıcı ve toparlayıcı özelliğinden dolayı Taceddin Hilali’nin görev sırasında zehirlenerek öldürüldüğüne inanır. Baş zanlı da majestelerinin İngiliz hükümetidir.
***
1908 yılında makarrı saltanat olan İstanbul’da anayasa yeniden yürürlüğe konulduğunda bir fısıltı yayılır. Buna göre Şamlılar halife olarak Bedreddin Hasani’ye biat edeceklerdir. Bunun üzerine endişeye kapılan İstanbul ve Kahire’deki siyasi çevreler, mahfiller derhal durumu tahkik etmek üzere Şam Valisi Nazım Paşa’yı görevlendirirler. Nazım Paya durumu yerinde tahkik eder ve Şeyh Bedreddin ile görüşür. Şu cevabı alır: Bizim dersin dışında boş vaktimiz yoktur (http://articles.islamweb.net/ media/index.php?page=article&lang=A&id=13212). Ya zikir ya da ders halindedir. Cuma günleri Cuma namazından ikindiye kadar Emevi Camii’nde umumi dersleri olur. Hayatı evi ile Medrese-i Hadisiye arasında geçmektedir.
Ed Dürer el Behiyye kitabından başka pek fazla eseri yoktur. Velut olmamasının ya da fazla eser kaleme almamasının nedeni bir yaklaşım ve tercih meselesidir. Süleyman Tunahan Efendi ile aynı yaklaşımı benimsedikleri söylenebilir. Sıddık Gumari bu hususta Hasani’nin yaklaşımını şöyle anlatır: “Dünya işlerine ve haberlerine mültefit değildi. Vera/takva gereği olarak fetva vermez belki bu yöndeki soruları başkalarına havale ederdi. Talebe ve dostlarından Ali Dakar gibiler de aynı yolu tutmuşlardır. Başkalarına imamette bulunmazdı. Neden telifte bulunmadığını soranlara veya eser yazmasını isteyenlere şu cevabı verirdi: Ulemanın elimizde bulunan eserleri, yazdıkları ve sözleri kafi ve yeterlidir (http://www.ahlalhdeeth. com/vb/showthread.php?t=23467 ).” Bu cevap aynı zamanda Süleyman Tunahan Efendinin de yaklaşımı ve onun ötesinde hayat tarzıdır. O da eser yazmak yerine okutmayı ve saklı hazineleri yüzeye çıkarmayı, geçmişle gelecek arasında köprü kurmayı, olmayı tercih etmiştir. Bir diğer yönü de Bediüzzaman gibi fazla ziyaretçi kabul etmemesidir. Yanında yarım saati dolduranların bu durum kerametine hamledilirdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.