Akademisyenin recüliyeti var mı?
Türkiye aleyhine imza toplayan vatan haini bir yığın fosilleşmiş sözde akademisyenlerin cibilliyetsizlik ve şarlatanlıklarını târif ve tesbit etmek üzerimize bir daha vacip oldu.
Daha önce yazdığım üzere vatan hainliği türlü türlüdür. Türkiye'nin zararını kendi grup, dernek, vâkıf, cemaat, siyasî parti ve ticarî kuruluş emellerine kâr görenler haindirler. Hainliği siyasî yoldan yapanlar ve sözde edebiyat yoluyla yapanlar vardı. Hainlik kervanına şimdide içeride ve dışarıda bir kısım akademisyenler katıldı ki tarihten bu yana nice hain güruhunun akıbeti gibi bu son hain güruhunun da akıbeti aynı olacaktır.
Recüliyeti, yani erginliği, bağımsız ilmî ve fikrî şahsiyeti, sahasında cesaret ve ilmî iktidarı var mıdır? Âlim şahsiyetiyle, bilgisiyle amel edebilir mi? Sahasında doğruyu konuşup yazabilir mi?
Bilgilerini derste ve konferans salonlarında, mensubu olduğu milletin ihtiyacına göre yorumlayabilir mi? Sahasında kanaat önderi olabilir mi? Yeri geldiğinde bir mürşid gibi insanları sohbet, konferans ve sınıflarda irşad edebilir mi? Bu milletin vicdanı olabilir mi?
Recüliyeti, bir başka mânasıyla adamlığı var mıdır akademisyenin? Bu ülkede akademisyenin kafası yabancı enstitülerin yönlendirmesiyle, kışla zihniyeti ve nizamıyla işler. Millete ağyar olan rejimin polisi gibi vazife yapar. İlim ve irfan sahibi olamaz. Yani fâzıl ve erdemli şahsiyeti yoktur.
Çünkü dimağları Kemalist ideolojiyi savunan üniversitenin, yâni Avrupa’nın “izm”, felsefe ve bilim lağımından akan atıklarla kirlidir. Zihnî ve idrak kotları Batı’nın seküler ve rasyonel bilim manastırlarından mülhem üniversitelerde iğdiş edilmiş, basireti ve aidiyet şuuru kaybolmuştur. Bu silik karakterli akademisyenlerden bu millete kılavuz olmaz.
TAM BİR ŞAHSİYETİ YOKTUR VE KANAATİNİ SÖYLEYEMEZ
Tam bir şahsiyeti, kelâmı ve kanaati yoktur akademisyenin. Sahasında hiçbir kanaati tam olarak sahiplenemez. Çünkü fikir adamı değildir; tefekkürü yoktur. Batı’nın filozoflarına ve “bilimine” hayrandırlar. Bu muazzez medeniyet ve milleti kaldığı yerden ileriye götürecek inşa edici bir fonksiyonu olmadığı gibi niyeti de yoktur. Kırıntı ve “kes-yapıştır” bilgilerle geviş getiren mahlûklar gibi vakit doldurma vazifesi verilmiştir.
Anlattıkları ve yazdıkları baştan aşağı Garbın sözde bilimi ve bu intihal ederek ikinci elden geveledikleri bir işe yaramayan “bilimsel parametreleriyle” doludur. Ekmeğini yediği medeniyetine dair bir düşüncesi olmaz kuramaz. Kopya çeker ve tekrarlayıcıdır. Bir üst benzerinden istinsah eder.
Akademisyenin soy ağacı bu muazzez medeniyete ve asil millete dayanmaz. Kökü dışarıdadır. Yani Batı’nın laik-aydınlanmacı mekteplerine uzanır soy ağacı. Kemalist rejimin yayıcısı ve bilim fetvacısıdır.
SUYA SABUNA DOKUNMAYAN KURU BİLGİ HAMALIDIR
Suya sabuna dokunmayan kuru bilgi hamalıdır akademisyen. Üniversitenin ve Ankara rejiminin kâtibi ve sözcüsüdür. Bu ülkenin asırlardır oluşturduğu değerlerin sahibi âlim ve fâzıl, ilim ve irfan erbabından tek satır, tek kelime bulunmaz anlattıklarında ve yazdıklarında.
Bu milletin bin yıllık ruh ve maddesini yoğuran âbide şahıslardan asla bahsetmez. Çünkü yasaktır ona. O, eline tutuşturulanı, kendine öğretileni aktarmakla vazifeli “laik bilimsel” mabedin bekçisidir. Milletin haklı bir dâvası için bir kavgaya katıldığı görülmemiştir. Milletine ve devletine yapılan haksızlığa dur diyecek recüliyete sahip değildir.
Akademisyenin Batıdaki temsilcileri daima kendi toplumu, devleti ve değerleri adına tavır koyar. Dürüst ve kişiliklidirler. Akademik şahsiyetlerine mensup olduğu millete rağmen belli merkezlere peşkeş çekmezler.
Bu ülkede akademisyen resmî ideolojinin kalıplarına uygun “bilimsel bilgileri” dipnotlar yığını içinde sunar. Kaynakları çokça Batı’dır. “Ne” yi kendince anlatır, “niçin” ve “nasıl” meselesine asla girmez. Çünkü sancısı ve cesareti yoktur. Kuru bilgileri dipnotlar yığını ve bol kitap adı vererek anlatır. Anlattığı konuyla hayata gelemez.
“Hâl” ehline ve halka söyleyeceği bir şey yok. Çünkü “kâl” ehlidir akademisyen. Millete ne demek istediğini bir türlü söyleyemez. Bu kısırlığına, işe yaramazlığına rağmen bir mucize gibi sunar konusunu. Kıymetli bir mücevhermiş gibi anlaşılmaz terimlerle süsler.
Akademisyenler yekpâre olarak millî (millî kavramının İslâm’dan neşet ettiğini, etmesi gerektiğini hatırlatalım) zihniyete sahip kılınmadıkça, vatana ve millete faydalı üniversiteler ve ilim erbabı zümresi beklemek ham hayâldir.
-------------------------------------------------
VAKT-İ SÜKÛT DERGİSİ 6. SAYISI
Hatay mahreçli bir kültür ve edebiyat dergisi olarak kıdemli şairlerin de bulunduğu iki neslin yazı ve şiirleriyle dopdolu çıkan Vakt-i Sükût “Yıkın Duvarları” mesajıyla 2016 Ocak-Şubat, 6.sayısıyla okuyucu huzuruna çıktı. İki ayda bir neşredilen kültür ve edebiyat dergisi Vakt-i Sükut’un bu sayıdaki mündericatı şöyle:
Bestami Yazgan (Dağlar Gibi Susarım), Mahmut Topbaşlı (Sabrım Kor Ateşlerde), Bayram Zıvalı (Sartre ve Duvar’ı), Ahmet Menteş (bir oyunDUVARlığımız), Yasin Mortaş (Aşk Şerhi),Tayyib Atmaca (İçimden Geçenler Söze Gelmiyor), Nedim Yılmaz (Damladan Ummana), Ejder Turan (Savruk Ürperti), Dilan Altunay (Sonbahar Terennümleri), Selim Baki (Cahilin Zekâsı), Mehmet Gözükara (Saçların), Deniz Kuday (Kırlangıç Nöbeti), Muhammet İbrahim Balcı (Gönlüm yaşlanıyor), Yusuf Gökbakan (Aşkınla yaktığın şehir), Hasan Fahri Tan (Antika), Abdulkadir Şahin (Düşüncenin Şiirini Yazan Düşünür: Cemil Meriç), Kevser Klnç (Aşka İnkılap Devşiren Adam), Münteha Baran (Rüzgâr Çağı), Mehmet Yıkılmaz (Orient, doğunun neresindedir), Tuğba Çelikkaya (Hayrı Umursamak), Burak Çakır (Akis), Emine Gündüz (Pazar Ola İnsanoğlu), Ali Parlak (Ağla Gülüm), Fatih Memiş (Duvarların kıyısında), Talat Özer (Kaplumbağa Zamanı), Suat Savur (Duman),Ayşe Yazıcı (Duvar),Hasret Biner (Bulanık Seda), Yılmaz Sait Bölükbaş (Köylü Hasan), Seda Kuru (Dünya(lık)ın Günlüğü), Süleyman Güngör (Ceviz Ağacım), Nida Gülen (Aziz), Ali Can Fidan (Ellerim ve Dalların), Muhammed Ali Akkuş (Şüheyda), Rasim Demirtaş (İşçi), Hızır İrfan Önder (Üçlemeler 11), Ziya Başak (Kalem Benim Kale’m), Hasan Konç (Âleme Kalbimle Sesleniyorum), İbrahim Türkhan (Çeviri şiir: Ana, Ana!),
------------------------------------
GELENEKLİ ŞİİRİN HÂMİSİ HECE TAŞLARI DERGİSİ’NİN 11. SAYISI
Şair Tayyib Atmaca’nın Yayın Müdürlüğünde Eskişehir’de çıkan Hece Taşları Dergisi’nin (hecetaş[email protected]) 11. sayısı (Ocak 2016) sayısı ulaştı adresimize. Bu sayının dosyası Âşık Reyhanî’ye ayrılmış. Bu sayıda yazanlar şöyle:
âşık reyhanî, seyit kılıç, mehmet gözükara, bestami yazgan, musa serin, mustafa oğuz, rabia barış, ekrem yalbuz, fikret görgün, lütfi kılıç, tacettin şimşek, talat ülker, hasan konç, hikmet elitaş, ömer kara (kul seymani), köksal cengiz (niyazkâr), nuri peksöz, tahir görenli, mecid teymurifar sefa, ekrem kaftan, ahmet yalçınkaya
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.