Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Medine, Medeniyet ve Şehir

Medine, Medeniyet ve Şehir

                                                

Evvel emirde belirtelim ki, seküler ve sentezci olmayan Müslüman için 

medeniyet din ve Medine’den sâdır olmuştur. Yâni medeniyet İslâm’dır.  

Peygamber Efendimiz’in Medine’ye hicretiyle İslâm’dan şehir anlayışı tecessüm 

etmiş, dinin temelleri üzerine toplum ve şehir düzeni kurulmuştur. 

İslâm her şehre Medine demiyor. Âlimlerin yazdıklarına göre, Kur’an-ı 

Kerim’de “medîneti” şeklinde geçen kelime şehir mânasındadır. Peygamberler 

gönderilmeden önce şehirlere “karye” denildiğini, Yasin sûresinin 20. âyetinde 

‘Ey kavmim, (size) gönderilmiş olan resûllere tâbî olun!’…” buyruğu ile 

Medine’nin, Peygamber Efendimiz’in “risaletinin dâvetine açık kılınan belde” 

olarak tavsif edildiğini öğreniyoruz.  

Hicr sûresi, 67. âyetinde “Ve şehir halkı (medîneti) birbirini müjdeleyerek geldi” 

buyruğu ile Peygamber Efendimiz’in risaletine giren belde, karye değil, “ehlul 

medinetî” kelimesiyle ifade ediliyor. Dolayısıyla İslâm’ın şehir târifini ağyarını 

mâni, efrâdını câmi bir şekilde yapmak için “Medîne” ve “karye” farkını ortaya 

koymak şart.

Bu bilgilerden anladığımız şudur: Peygamber Efendimiz’in risaletini kabul eden, 

bu istikâmette toplum, hukuk ve devlet düzeni oluşan ilk şehir, dolayısıyla 

medeniyetin menşei ve modeli Medine’dir. Mekke, Peygamber Efendimiz’e ilk 

vahyin geldiği ve İslâm’ın ilk tebliğ edildiği belde olmasına rağmen, O’nun 

(s.a.v.) risaletinde ilk câmi, ilk Müslüman toplum, hukuk ve devlet düzeninin 

yürürlüğe girdiği şehir değildir. Çünkü o günün şartlarında Mekke’de İslâm’ın 

toplum, hukuk ve şehir düzeni ortaya çıkmamıştır. Bundandır ki 

medeniyetimizin menşei Medine’dir.

Bu mânada şehir, İslâm’ın yürürlükte olmasıyla ve Peygamber Efendimiz’in 

hicretiyle Medine’de muhtevasını kazanmıştır. Çağın ihtiyaçlarına göre 

değişerek devam etse de ana esaslarıyla Medine modelinden uzaklaşmış, onun 

toplum ve devlet düzeninin tesirinin olmadığı modern şehirlere Medine 

mânasında şehir demek mümkün değil.

Kitaplardan öğrendiğimiz üzere medeniyet, Arapça’da ‘şehir” mânasına gelen 

medine isminden türetilmiş ve “es- siyâse” (yönetmek) “malik olmak” 

mânalarını da olan bir kelimedir. Haki Demir’in ifadesiyle “İslâm şehri, İslâm’ın 

muhtevasındaki ‘yüksek nizam fikrinin’ mâhirane ve sanatkârane tecellisidir. 

‘Üstün nizam mefkûresinin’ şehir adı altındaki altyapısıdır. Şehir, fikrin 

tecessüm etmiş hâlidir. Fikir üç şeye nüfuz eder, insan, hayat, şehir… İnsanda 

şahsiyet inşa eder, hayatta ahlâk olur, şehirde tecessüm eder.” 

Öyle ki Müslümanlar şehir imkânlarına sahip Mekke’de ferdî olarak dinini 

yaşamayı gaye edinselerdi Medine’ye hicret etmezlerdi. Gaye, Peygamber 

Efendimiz’in risaletinde İslâm ahkâmının olduğu bir beldede toplum ve şehir 

düzeni içinde Müslümanlığın yaşandığı bir medeniyetti.

İSLÂM SÛRETİNİN HÂKİM OLDUĞU BİR ŞEHRİMİZ VAR MI?

Bir virüs gibi yayılan modernizme karşı duramayan Müslümanların bugün 

maddî ve ruhî cephesiyle yekpâre bir İslâm şehir kültürünü oluşturmaktan hayli 

uzak olduğu malûm. Yaşadıkları mekân ve şehirlerde İslâm medeniyetinin 

tezahürlerinin olduğu söylenemez. 

Bugün dahi muhafazakâr idarecilerimiz şehri teknik ve imardan ibaret görerek, 

Medine modelinin tezahürlerinden mahrum ve ruhsuz “Dikey şehirler” inşa 

etmek için yarışıyorlar. Müslümanların şehirleri Viyana, Paris ve Newyork’lara 

benzetiliyor.

Medeniyetin sûreti şehirdir. Bir şehre girdiğinizde câmilerin varlığının öne 

çıkmış olduğunu görüyor ve ezan sesini duyuyorsanız Müslümanların şehrinde 

olduğunuzu bilirsiniz. Fakat bugün İslâmî bu iki değer o şehirde İslâm 

medeniyetinin her bakımdan hâkim olduğunu ispat etmeye yetmiyor. 

ERDEMLİ İNSAN ERDEMLİ ŞEHİRDE ÇOĞALIR

İslâm şehirlerinin tamamında ulu câmi vardır ve şehir bu câmilerin etrafında 

şekillenir. İslâm şehrinin kalbi vardır. Medine’de Mescid-i Nebevî, ondan sonra 

kurulan şehirlerde de ulu câmiler, içinde bulundukları şehrin kalbi olmuştur.

Şehrin ruhu, içinde yaşayan Müslümanların ruhudur. Şehirler kentleşmeye 

başlayınca, içindeki insan ruhundan ve medeniyetine olan mensubiyetinden fire 

vermeye başlıyor. Erdemli insan erdemli şehirle çoğalır. Çünkü erdemli şehir 

İslâm sanatlarından ilimlerine, kültüründen eğitimine kadar her güzel hasletin 

merkezidir. 

Girdiğiniz bir İslâm şehrinde din, dil ve bütün değerlerimizin caddeden, sokağa, 

mağaza tabelalarından, park- bahçe tarzlarına ve meskenlerinin mimarilerine 

kadar kendi kimliğimizi haiz değilse o beldenin İslâm medeniyetine aidiyetinin 

olduğunu tam olarak kestiremeyiz.                                                                         

İslâm şehrinde câmilerin hemen ötesinde heykeller silsilesi yer alıyor, dev avm 

ve plazalar ulu câmileri, dinî ve tarihî mekânları gölgede bırakıyorsa o beldenin 

İslâm medeniyetine mensup olduğunu gönlümüze inandıramayız. İslâm şehrinin 

meydanlarında heykel değil, Kur’ân harflerinin anlamlandırdığı tezyinat ve 

âbideler olmalıdır.                                                                                                                             

Mukaddeslerimizden uzaklaştıran, yabancılaştıran, avm’lerinde vakit geçirilen, 

alışveriş ve tüketim egzersizleri yapılan lâ-dinî kapitalizmin mabetleriyle dolu 

kentten medeniyet olmaz. İslâm şehirlerinin medeniyet kimliğinden koptuğunu 

söylemeye en evvel mukaddesatçı idareciler başlamalıydı. Müslüman şehrin 

alâmet-i fârikası avm’ler midir sualinin cevabını verecek ehl-i medeniyet bir 

devlet ufukta görünmüyor. 

Şehir belediyelerinde salahiyet sahibi olan İslâmcıların medeniyet hamleleri 

kültür ve maarif sahasında görülmediği gibi, şehircilikte de hiçbir behreleri 

görülmedi. Daha fenası şehirlerde İslâm estetiği ve düzenlemesi istikametinde 

ciddî bir atılım yapılmadı. Batı’nın “uygarlık-civilisation”,  yâni laik sivilleşme 

kavramını medeniyet şeklinde anlayanların bıraktığı şehirleri parlatmaktan öte 

medeniyetimize dair alâmetler ortada yok henüz.

MÜTEKÂMİL ŞEHİRLER NE ZAMAN DOĞACAK?

Dindar ve mukaddesatçı iktidarlar, modernite ve kentleşme karşısında mağlup 

düşmüşlerdir. “Şehir ahlâkın, sanatın, felsefenin ve tefekkürün geliştiği, insanın 

en üst seviyede varlığının anlamını tamamladığı ortamdır” diyen İslâmî şehir 

mimarisinin mütefekkiri Turgut Cansever’in dediklerini kaç dindar-

mukaddesatçı hükümet erkânı dikkate almıştır?                                                                                                                              

Kimliksiz hâle gelen şehirlerimiz bugün İslâm’ı değil, herhangi bir medeniyeti 

dahi çağrıştırmıyor. Batı şehirlerinin kötü ve gülünç taklitleridir. Bir yanda 

heykeller, bir yanda câmi ve İngilizce isimli dev avm’ler şehirlerimizi utanç 

verici bir kimliğe sokmuştur. Sûret ve sîretiyle iftihar edeceğimiz bir İslâm 

şehrimiz var mı bugün? 

Kıblegâhımız Mekke-i Mükerreme de dahil olmak üzere, Şam, Halep, Bağdat, 

İstanbul, Bursa, Konya gibi bir zamanlar medeniyetimizin numunesi olan 

medenî beldelerde İslâm şehir kimliğinin devam ettiğini söylemek mümkün mü? 

Şehir tasavvurumuzu kaybettiğimiz bozgun dönemlerinden bu yana ucube birer 

sentez şehir sûretinin hâkimiyetinin devam ettiğini görmek izzetimize 

dokunuyor.

Müslümanlar kente karşı çıkmalı. Allah’a asi duran ruhsuz gökdelenlerin, 

apartmanların, metroların istilâ ettiği şehirler kalbimizi yaslayacağımız, 

huzurumuzu bulacağımız şehir değil, kenttir. Ruhu olmayan kentten şehre 

zaman döneceğiz?  

                                                                                                                  

Şehri ulvî saadetlere ulaşmanın merkezi olarak gönüle benzeten Hacı Bayram-ı 

Veli Hz.lerinin “Nâgehân ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm / Ben dahi bile 

yapıldım taş u toprak arasında” dediği mânada, mütekâmil kimliğe sahip 

şehirleri özlüyoruz. 

Şehrini arayanlara, yâni şehrini kaybettiğinin farkına varanlara, acısını çekenlere 

ihtiyacımız var.

-------------------------------------

MEDENİYET DERGİSİ TERKİP VE İNŞA 11. SAYIYA ULAŞTI

İslâm medeniyet anlayışı üstünde fikir tâlimi ettiren, her sayısıyla medeniyetimizin bir 

veçhesi ve tezahürü hakkında dosyalar yapan TERKİP VE İNŞA dergisi 

([email protected]) Haki Demir, Metin Acıpayam ve Adnan Köksöken’in gayretleriyle 

2016 / 11. Sayısını “ ŞEHİR VE MEDENİYET” mevzuuna ayıran derginin bu sayısının 

mündericatı şöyle:

Takdim / Adnan Köksöken

Şehir ve Medeniyet /Haki Demir 

Modernite Açlığı ve Şehir idraksizliği / Yahya Düzenli 

Fikirsiz Şehir ve Şehirsiz Fikir / İbrahim Sancak

Medine, Medeniyet ve Şehir / Ahmet Doğan İlbey

Medeniyet Mefkuresi ve Şehir Fikri / Nurettin Saraylı

İslam Şehir-Medeniyet Düzeni – Bedevilerin “İslam’ı” ve Köylü-Kasabalı 

Kafa / Atilla Fikri Ergun

Nerede Bizim Şehrimiz / Necip FAZIL Kısakürek (İktibas 1944 Büyük Doğu 

Dergisi)

Medeni Mahalle / Şevki Karabekiroğlu

Şehir İnsan Hayat / Ebubekir Sıddık Karataş

Sanatkarane inşa edilen şehir  / Selahattin Adanalı

Şehir Anlayışı / Metin Acıpayam

İslam şehir anlayışı /  Osman Gazneli

Ölüm ve hayat aynasında şehir tasavvuru / A. Bülent Civan

Şehir cemiyetin teşkilatlanmış halidir / Faruk Adil

Şehir cemiyetin müesses nizamıdır / Abdullah Tatlı

Yahya Düzenli ile mülakat / Metin Acıpayam

Modern Bedeviler, Gökdelen Ormanları ve TOKİ Kümesleri / Hayyam Ömer 

(Ömer Yılmaz)

İslam cemiyetinin mekan haritası /  Alihan Haydar

Yıllık muhasebe ve tenkit talebi / Ahmet Selçuki

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi