Halep üzerinden Brüksel
H2O. İki Hidrojen atomu, bir de oksijen atomu. Oldu su.
Okulda kimya okuyoruz, fizik okuyoruz.
Talebe kafası, pataküt sorular soruyor. Hayatta ne işimize yarayacak kimya?
Hayatta ne işimize yarayacak bu geometri?
Cebir?
Biyoloji?
Bakın, şimdi ben bu dersleri okuyalı 40 sene oldu. 40 sene sonra, bir yazımın başına H2O yazdım.
Ne vardı bir de? H2SO4. Kükürtlü, hidrojenli, oksijenli.
Hoca ‘sülfürik asit’ diyor ama, talebenin kafasında ‘hasanikisalakosmandört’.
Fizikte de yaparsın deneyler. Suyu ısıtırsın, kaynar. Kaynarken buharlaşır. Buhar yükselirken soğuk bir tencere kapağı tutarsın, buhar damlaya dönüşür. Hoca ciddi ciddi anlatır, ‘İşte, yağmur, böyle yağıyor.’
Demek ki, bir şey olunca başka bir şey oluyor.
Bir şey öyle olursa, başka bir şey, zorunlu olarak böyle oluyor.
İki hidrojen atomu oksijenle bir araya gelince su oluyor.
Her şey ne kadar harika!
Bunlardan daha harika bir şey var.
İnsan söz konusu olduğunda, hadiseler, fizikteki, kimyadaki, geometrideki gibi mükemmelen kontrol edilemiyor.
Ben buna bayılıyorum.
Eğer her şey kontrol edilebilir olsaydı, büyük güçler, devletler, kapitalistler, bize kendi keyfimizle veya kendi irademizle kımıldayabileceğimiz hiç bir alan bırakmazlardı.
***
Ahh! Dersimiz kimya değil. Siyaset. Dersimize dönelim.
İnsanın alanındayız, formüllerin, senaryoların tam işledi derken, tam tuttu derken çuvalladığı alanda.
Farkında mısınız? Daralıyoruz.
Birkaç yıl önce işler iyi sayılırdı. ‘Model ülke’ diyorlardı Türkiye’ye.
Dünyadaki Müslümanlar çok seviyordu bizi.
Dünyadaki Müslümanlar sevdikçe dünyadaki rejimler sevmedi.
Kimi açıktan, kimi gizliden, bize zıt gitmeye başladılar.
Biz, çoğu durumda haklıydık ve bizim haklı olmamız, başkaları için son derece can sıkıcıydı.
‘Komşularla sıfır sorun’ güzeldi, fakat olmadı, sıfırın soluna rakam koymaya başladılar.
Şimdi, garip bir kuşatılmışlık hissiyle başbaşayız.
(Söz buraya gelmişken, İbrahim Kiras’ın ‘Dış politikada düşman azaltma zamanı geldi’ sözüne bir atıf yapmakta fayda var. Bunun hangi diplomatik vasıtalarla başarılacağını düşünmek siyasilerin işi elbette.)
‘Herkes, bize oyun oynuyor.’ Böyle hissediyoruz.
Suriye, malum, berbat. Rusya’yla bozuğuz. İran’la limoniyiz. Mısır zaten ‘ilişki’ haritamızdan çıktı. Amerika’ya laf anlatamıyoruz...
Tabii ki Türkiye, o kadar kolay kuşatılacak bir ülke değil. Elbette kendi potansiyeli, kendi çıkış yolları, yöntemleri var. Yani, karamsarlığa gerek yok.
Şu anda, sözünü ettiğim potansiyelin bir örneğine tanık oluyoruz.
Benim hoşuma giden, planları, oyunları bozduğunu söylediğim insani gerçeklikle de irtibatlı bir örneğine.
Suriyeliler.
Evimizde konuk ettiğimiz, acılarını, yokluklarını paylaştığımız, hani şu birtakım solcuları, ulusalcıları varlıklarıyla gıcık eden Suriyeliler.
Türkiye, bir ince hesap yapmadan, başka ülkelerin ilgisine, ilgisizliğine bakmadan dostluk gösterdi Suriyeli mazlumlara.
Bu dostluğun bereketiyle bir kapı, bir diplomatik hareket alanı açıldı Türkiye’ye.
Bir bakıma, Halep’ten Brüksel’e bir yol açıldı.
Şu anda sahip olduğumuz en geniş kapı bu, diplomasimiz oradan temiz hava alıyor.
Belki, bu vesileyle Avrupa’ya vize kaldırılacak, senelerdir buzdolabında buz kesen bazı fasıllar açılacak.
Fasıllar ister açılsın, ister açılmasın, şundan eminim:
İyilik yapmak, iyidir.
Hele de, kötülüğün azdığı şu zamanda...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.