Hayat Bir Rüya mı?
Anne Marie Schimmel (1922-2003) ülkemizde özellikle sufi çevrelerin yakından tanıdıkları önemli bir Alman oryantalisti. 1954 yılında Ankara Üniversitesi'nde Dinler Tarihi Profesörü olarak görev yapmış. Beş sene boyunca orada Türkçe olarak ders vermiş. Üniversitede teoloji hocası olan ilk kadın ve ilk gayrimüslüm olarak tarihe geçmiş. Anadili olan Almanca'nın yanısıra, iyi derecede İngilizce, Türkçe, Arapça, Farsça ve Urduca bilirmiş. Derslerinde gözlerini kapatıp öğrencilerine ezberden eski sufi şiirlerini okumasıyla meşhurmuş.
Schimmel 1967'de Harvard üniversitesinde Hint-İslam Çalışmaları programının başına getirilmiş ve ömrünün 25 senesi boyunca dünyanın bu en meşhur üniversitesinde hocalık yapmış. İslam dünyasında, müslüman liderler nezdinde büyük bir şöhret kazanan Schimmel, İslam'a bütün sempatisine rağmen hiçbir zaman müslüman olmamış, bir protestan olarak ölmüş.
Schimmel'in mezar taşına Arapça ve Almanca olarak şu ifade yazılmış: “İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar”.
Bu ifade bizde sufi hareketi derinden etkileyen, üzerine “dünyalar” inşa edilen önemli bir ifade. Birçok İslam kaynağında “hadis” olarak geçiyor. Ancak bir yandan da tartışma var! İmam Gazzâlî, bu sözü, İhyâ, el-Munkızu Min'ed Dalâl gibi bazı kitaplarında senedsiz olarak Peygamberimizin sözü diye nakletmiş. El-Bânî, bu sözün Hadis olarak aslı olmadığını belirtmiş. Irâkî, bu sözün Hz. Ali'ye nispet edildiğini söylemiş. İbn-i Asâkir ise, bu sözü mevkûf olarak Hz. Ali'den rivâyet etmiş. Aynı söz peygamberimiz zamanından yaklaşık 550 sene sonra doğan İbn Arabi'nin el-Fütûhâtu'1-Mekkiyye adlı eserinde merfû hadis şeklinde rivayet edilmiş.
“Merfû” sıfatı doğrudan peygamberimizin söylediği sözleri nitelemek için kullanılırken, “mevkûf” sıfatı peygamberimize değil ama sahabelere ait sözler için kullanılıyor.
Yani bazı hadisçiler bu sözün hadis filan olmadığını söylerken bazıları bu sözün Hz. Ali'ye ait olduğunu iddia ediyorlar. Bir kısmı da bu sözün Hz. Muhammed'e ait olduğundan emin!
Peki bu “teknik” tartışmalardan ne çıkar? Neden bunlarla meşgul oluyoruz?
Bu tartışmalı “hadis”, dünyanın aslında bir rüya olduğu, yaşadıklarımızın bir hakikati olmadığı gibi teolojimizi kökünden değiştirecek bir iddianın temeli olarak ileri sürülüyor.
Bu iddia, ne yeni ne de bize mahsus. İzini eski Yunan filozoflarına kadar sürebiliyoruz. Decartes bu fikri sistematize edip meşhur “rüya argümanını” oluşturmuş. Kabaca şunu söylüyor: Rüyalarda hissedilenlerle “gerçek hayatta” hissedilenleri insan beyni birbirinden ayıramaz. Dolayısıyla gerçeği illüzyondan ayırmak için güvenilen “hisler” aslında hiç de güvenilir değildir. Tamamen hislerle algılanan bir hâlin “hakikat” olup olmadığını anlamak için insan çok dikkatlice hareket etmeli ve algısının doğruluğunu mümkün olduğunca test etmelidir. Bu bağlamda yaşadığımız hayatın da gerçek mi yoksa bir rüya mı olduğu konusu kesin olarak bilinemez. Şüpheci ve bir tarafıyla da insanları agnostisizme sürükleyen bir düşünce tarzı.
Modern dünyanın da merakla kovaladığı, romanlara, filmlere mevzu yaptığı bir düşünceden bahsediyoruz.
Mesela Lewis Carrol'un “Aynanın İçinden” isimli eserinde, Total Recall, Matrix, 13. Kat, Existenz, Inception, Dark City gibi pek çok sinema filminde ayrıntılı olarak işlenen bir argüman bu.
İşte bizim sufileri de, Annemarie Schimmel'i de cezbeden, kökleri ta Eflatun'a dayanan bu düşünce.
Fakat mesele şu ki, böyle bir varlık algısını, batıni-ezoterik yorumlar yapmadan ortodoks İslam inancıyla “uzlaştırmak” mümkün görünmüyor. Yukarıda bahsettiğim “hadis”, sanki böyle bir çabanın neticesi “üretilmiş” gibi.
New age inançlarda da, uzak doğu dinlerinde de izlerini yakaladığımız bu “neo-platonik” yorum bizi çok tehlikeli bir mecraya sürüklüyor: İnsanlar rüyalarında yaptıklarından mes'ul değillerdir. Rüyanızda adam öldürseniz sizi kimse cezalandırmaz. Bu yorumu benimseyince cennet, cehennem, ceza hepsi hükmünü yitiriyor.
Dünyanın aslında var olmadığı gibi bir “hakikati” (!) Allah'ın, kitabında açıkça bildirmemiş olmasında bir garabet görülmemesi ilginç. Öte yandan Allah'ın elçisi vasıtasıyla gönderdiği mesajı tamamen hükümsüzleştiren bu tür yorumların, bir grup müslümanca böylesine yürekten benimsenmesi hayret verici.
Kur'an mesajı ile çeliştiği halde sorgusuz sualsiz sarıldığımız birçok batıni yorumdan sadece birisine dikkat çekmeye çalıştım. Bu tartışmada şahsen hangi safta bulunduğumu da açıkça belirttim. Her ne kadar yukarıda bahsettiğim türden batıni argümanları yanlış bulsam da bu argümanların sahipleri ile sağlıklı bir diyalog içine girebilmeyi arzu ediyorum.
Tarih boyunca batıni yorumlara karşı çıkanlar, ham softalıkla, meselenin iç yüzünü (yani batınını) kavrayamamakla itham edilirken, batıni yorumların sahipleri de dinden çıkmakla itham edilmişler. Neticede “hayatın bir rüyadan ibaret olduğu” türünden iddialar birer entelektüel fantezi oldukları için, bu tür iddiaların sahipleri ve takipçileri azınlıkta kalmış. Zulme de uğramışlar. Zulüm gördükçe daha kriptik, daha sembolik, daha esrarlı bir dil geliştirmişler. “Sırlarını” taraftarlarına anlattıkları kitaplar yazmışlar.
İletişim imkânlarının son derece arttığı ve fikir hürriyetinin kanunlarla iyi kötü teminat altına alındığı günümüzde artık bu “desenin” değişmesi gerekiyor. Her iki tarafın da, herhangi bir tehdit hissetmeden eteklerindeki taşları ortaya döküp, açık yüreklilikle tartışabilmesi, meramını karşı tarafa anlatmaya çalışması gerekiyor. Bunu başaramazsak taraflar kendi sabit fikirli, at gözlüklü “askerlerini” yetiştirmeye devam edecekler ve bu “askerler” birgün kaçınılmaz olarak karşı karşıya geldiklerinde komşu coğrafyalarımızda endişeyle izlediğimiz acılar -Allah korusun- bizde de yaşanabilecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.