D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Paradigma ve Değişim

Paradigma ve Değişim

Paradigma”yı eskiler numune, örnek, misal, emsal olarak çevirmişler. Mustafa Nihat Özön’ün Türkçe Yabancı Kelimeler Sözlüğü’nde ise “örnek, model” açıklaması var.  Bu durumda paradigma değişikliği, “örneğin, modelin” değişmesi olarak anlaşılabilir. 

Denklem, 1941 tarihli Türkçe Terimler Cep Kılavuzu’nda “muadele” karşılığı olarak yer alıyor.  Sözlüklerimizde “denklem” matematik ve kimya terimi olarak tarif ediliyor. Yerine konulduğu “muadele” kelimesinin daha geniş bir anlam alanı olduğu anlaşılıyor ve bu anlamlar karşılık olarak bulunan kelimeye tamamıyla taşınamamış. Buna rağmen günlük hayatta kullanılan, yeni sözlüklerin tarif etmediği bir “denklem” var.

Sosyal hayatta denklem ne anlama gelebilir? “İki şey arasındaki denklik, eşitlik, eşdeğerlik” olabilir mi? Çünkü muadelenin bu anlamı verecek şekilde kullanıldığını biliyoruz. Bir de muadele “içinden çıkılmaz, anlaşılmaz şey” olarak anlaşılıyor.  Paradigma kelimesini Fikret Başkaya’nın kemalist sistem eleştirisi kitabı Paradigmanın İflası gündemimize soktu diyebiliriz. Bu başlıkta, kemalist sistemin, tek parti ideolojisinin iflası demek yerine, daha dolaylı bir ifade tercih edilmiş olmalıydı. Bunun Fikret Başkaya’yı hapisten kurtarmadığını biliyoruz.  Evet, kemalist modelin iflası, CHP’nin tek parti ideolojisinin yol açtığı kırılmalar, birçok kitabın konusu oldu. Türkiye 1950’lerden beri işte bu modelin, örneğin (paradigmanın) değiştirilmesi için mücadele edilen bir ülke. Bir taraftan kemalist ideolojiyi etkisizleştirme, bu ideolojinin dogmalarını bertaraf ederek demokrasi ve kalkınma eksenli siyaset üretme mücadelesi verilirken, öte yandan kemalist modelin emsalsizliğini savunan güç merkezlerinin darbeye kadar varan müdahaleleri...

Türkiye’de kelimeler ve kavramlar hususundaki belirsizlikler zihin teşevvüşlerine kolaylıkla yol açabiliyor. Madem ki paradigma iflas etmiş değiştirilmesi için çalışmak gerekir. Milletin kendini rahat hissedeceği, idare edenlerin kurumlarla çatışmadan hükmünü yürüteceği ve elbette kalkınmanın, ekonomik ve sosyal gelişmenin sağlanacağı bir sistem arayışıdır bu.  Türkiye’deki farklı tezler öne süren bütün değişim taleplerinin bu hedefe yöneldiğini söyleyebiliriz. Bugün başkanlık sistemi ile ilgili tezler de bu temel hedefi gözetiyor olmalıdır.  Yine de neyi hedeflediğimiz ve hangi araçlarla bu hedefe varacağımız konusu çok da açıklığa kavuşmuş değil.  Bayram öncesi Star gazetesinde yayınlanan bir yazı bu kafa karışıklığının hangi boyutlara varabileceğinin göstergesi idi. (“Denklem ve paradigma değişiyor”, 4.7.2016)

Bir savunma metninin sınırları içinde bazı kulağa hoş gelecek ve fakat kavram alanı tayin edilememiş ifadeler ağır basıyor yazıda.   Sistem değişikliği savunması ister isemez tarihle hesaplaşmayı gerektiriyor. Bu yazıda da böyle bir temayül kuvvetle hissediliyor. Evet paradigma değişecek, yeni paradigma hangi tarihî temele istinat edecek?  Yazıda 1946-2003 döneminin keskin eleştirisi dikkat çekiyor. 1946 Türkiye’nin çok partili seçimli demokratik sisteme geçiş sürecinin başlangıcı. 1946 seçimlerinde CHP geleneksel müdahaleci tavrını sürdürdü ve tam serbest seçimler yapılamadı, yine de muhalefet ilk defa Meclis’te temsil edildi. Bu hazırlık döneminden sonra Türkiye 1950 seçimleriyle birlikte çok partili demokratik hayata geçti. Bu geçişten sonra kurumları, bürokrasiyi kontrol eden CHP zihniyeti seçilmiş iktidarlara 1946 öncesinin biricikliğini, vazgeçilmezliğini kabul ettirmeye çalıştı. Onun gücünün yetmediği yerde darbeler ve müdahaleler devreye girdi. Son 28 Şubat müdahalesinde de 1946 sonrasını mahkûm eden ifadeler bu kesimin dilinden düşmedi.  Bu acayip benzeşme ciddi bir zihin karışıklığına işaret ediyor. İlk defa seçilmiş bir iktidarın sistem değişikliği talebi çok partili demokratik dönemi ret üzerine kuruluyor. Bugünkü iktidar, 1950’de milletin reyi ile Türkiye’yi yönetmeye başlayan geleneğin bir devamı. Partinin ismindeki “adalet” ve “kalkınma” kelimeleri bu dönemin özetini bize verebilir. Bu gelenekte farklılaşmalar olsa da, Menderes, bir yere kadar Demirel, Özal ve Erbakan üretim-bilgi-vizyonu temsil ettiler. Bugünkü gelişmişlik seviyesinin temelinde bu liderlerin olduğu genel kabul görmüştür.

Şimdi, güç merkezlerine, vesayet kurumlarına karşı 60 küsur yıllık mücadele bir kenara bırakılarak, 1946 öncesine dönmek doğru bir paradigma değişikliği olarak savunulabilir mi?

  1946 sonrası kötüyse, iyi olan 1946 öncesi demektir. Tek partili kemalist ideolojinin baskın olduğu dönem hiçbir şekilde yeni bir modelin zeminini oluşturamaz. Türkiye’de iktisadi gelişmenin tek parti döneminde değil, 1950 sonrasında gerçekleştiğini bilmek için çok fazla zahmete girmeye gerek yok. 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi