Hainler İstanbul’u Bu Hale Nasıl Getirdiler?
ALMANYA’nın nüfusu 82 milyondur. Başkent Berlin’in nüfusu ana şehir olarak 3,4 milyon, en geniş şekliyle 5 milyon... İtalya’nın nüfusu 60 milyon, başkenti Roma’nın nüfusu metropol olarak 2,7 etrafıyla birlikte 4 milyon...
Türkiye’nin nüfusu 72 milyon, en büyük şehri ve gerçek başkenti İstanbul’un nüfusu 20 milyondur!..
Çin’in nüfusu bir milyar 300 milyon, başkent Pekin’in nüfusu 16 milyon... (Çin idarecileri bundan çok rahatsız ve tedirginmiş.)
Türkiye iyi idare edilen bir ülke olsaydı, İstanbul’un nüfusu bu kadar fazla olmazdı.
1970 yılının başında Almanya’nın Aşağı Saksonya eyaleti başkenti Hannover’e yerleştim ve o şehirde beş seneye yakın bir müddet yaşadım. Geldiğimde şehrin nüfusu 500 bin idi, ayrıldığımda yine aynı rakam. Sanırım şimdi de rakam değişmemiştir.
Bir ülkenin iyi idare edilmesi için şu şartlar lazımdır:
(1) Vasıflı halk...
(2) Onların seçeceği vasıflı idareciler...
(3) Vasıflı halkı ve idarecileri yetiştirecek vasıflı bir eğitim, köklü bir aile yapısı, yine vasıflı toplum...
İdare edilenler ve edenler vasıflı olmazsa iyi bir idare olmaz.
1940’da yedi yaşında bir çocuk iken Galatasaray mektebine yatılı olarak kaydettirildiğimde şehrin nüfusu bir milyonun altındaydı.
Uzun yıllar boyunca nüfus patlaması olmadı. 1969’da Türkiye’yi terk ettiğimde bu rakam iki milyon civarında idi.
Sonra ani bir patlama oldu. Kötü politikacılar, kötü belediyeciler, kötü idareciler, rantçılar, arivistler, popülistler İstanbul’u anormal şekilde büyüttüler. Adeta Anadolu’dan nüfus ithal ettiler.
72 milyonluk bir ülkenin en büyük şehri 20 milyondan fazla nüfusa sahip... Bu, korkunç bir dengesizlik değil midir?
Almanya’nın nüfusu bizimkinden fazla ama o ülkenin başkentinin nüfusu 5 milyon...
İstanbul’u bu anormal hale kimler getirmiştir?
* Popülist, arivist, oportünist, ahlaksız, hain politikacılar.
* Ehliyetsiz, ufuksuz ve etiksiz belediyeciler.
* Dini imanı para, kazanç, servet olan rantçılar, nemacılar, altın buzağıya tapanlar.
*Bilcümle beyinsiz sorumlular.
Türkiye’nin başka hiçbir problemi, derdi olmasa, İstanbul’un şu hali bile dert ve sıkıntı olarak yeter de artar.
Haksız yere idam edilmiştir, kendisini rahmetle anarım ama İstanbul’un başına gelen felaketlerde Adnan Menderes’in büyük rolü olmuştur.Sur içi tarihî bölgenin korunması gerekirken; medeniyet, kültür, sanat ve şehircilik kurallarına aykırı olarak saçma sapan, vandalca bir imar hamlesi başlatmış ve tarihî bölgeyi mahv ve perişan etmiştir.
İstanbul hem çok büyük dev bir şehir olmuş ve hem de son derece çirkinleşmiştir. Son 50 yılda yapılan binaların büyük bir kısmında birtakım yüksek mimarların imzası bulunmaktadır. Keşke o binalara şöyle kitabeler konulsa:
“Ey yolcu!.. Önünden geçtiğin bu korkunç, iğrenç ve berbat binanın projesi yüksek mimar Falan oğlu Filan tarafından çizilmiştir.”
Mimarlık ve şehircilikle ahlakın ilgisi var mıdır? Hiç olmaz olur mu? Elbette vardır. Çirkin binalar yapmak, şehri anormal şekilde büyütmek, tarihî yapıyı tahrip etmek ahlaksızlıktır, hem de çok büyük bir ahlaksızlık. Hattâ vatan hainliğidir.
İstanbul’u 20 milyonluk (hattâ daha fazla) azman bir şehir haline getiren zihniyet, iki cihan imparatorluğunun başkentine 20 milyon kitaplık bir kütüphane kazandıramamıştır. Mısırlılar bizden daha medenî, çünkü onlar İskenderiye şehrine dünya çapında büyük bir kütüphane yaptılar.
Almanya’nın 120 bin nüfuslu şehri Göttingen’in üniversitesinde 4 milyon kitap vardır. İstanbul’un en büyük resmî kütüphanesi ise sadece 450 bin kitaba ve belgeye sahiptir ve bakımsızlık, yetersiz kadro, ilgisizlik içinde sürünmektedir.
İstanbul’u nefes alınmaz bir şehir haline getirdiler. Sahil şeridi Tekirdağ’a kadar uzandı, kümes gibi yazlıklarla dolduruldu.
Uğursuz zihniyetin bastığı yerde ot bitmiyor. Bu şehirde on binlerce kuyu ve kaynak suyu vardı. Hepsi kurutuldu.
Dünyada eşi olmayan Boğaziçi’ni bitirdik. Bitirme işi devam ediyor... Boğaziçi köprüsünün Avrupa tarafından Üsküdar ile Kuzguncuk arasındaki koruya bakınız. İğrenç binalar koruyu kanser gibi yemeye başlamış...
Bundan on yıl kadar önce, mimar ve şehirci üstad Turgut Cansever’e sormuştum:
“- Bundan sonra İstanbul’un düzelme imkanı var mıdır?”
Acı bir tebessümden sonra “Büyük bir zelzeleden sonra...” cevabını vermişti.
Nüfusu bir milyon olan büyük semtlere, bölgelere gidiyorum. Bir tek sahaf dükkanı, antikacı, geleneksel sanat eşyası satan dükkan yok.
Şimdiye kadar çok yazdım, bir kere daha tekrarlayayım:
İstanbul dünyanın en büyük ve muazzam köyü haline getirilmiştir.
Bu bir vatan hainliğidir.
(İstanbul’da hummalı ve dehşetli meskenleşme, yapılaşma, betonlaşma, çirkinleştirme faaliyeti gece gündüz devam ettirilmektedir. Bu gidişle şehrin nüfusu kısa zamanda 30 milyonu geçer... Anadolu’nun boşalan yerlerine Avrupa kriterlerine uygun olarak gelecekte Ermeni ve Rum nüfus mu ithal edilecektir acaba?..)
Almanya’daki Dâvâ
ALMANYA’da görülen mahkemeden alınacak çok dersler var. Birincisi: Mahkeme başladı ve iki haftada bitti. Bizde öyle mi? Seneler sürer büyük bir dava.
İkincisi orada hür, bağımsız ve tarafsız mahkemelere ne cumhurbaşkanı, ne başbakan, ne genelkurmay başkanı karışabilir. Hele bir karışmaya kalksınlar, yer yerinden oynar ve böyle bir şeye yeltenen kişi bir daha hiç doğrulmamak şartıyla tepetaklak olur.
Bu davanın Türkiye’de büyük tesiri olacaktır.
On milyonlarca Müslüman derin bir üzüntü ve infial içindedir.
Birilerinin kendilerini toparlaması gerekmektedir.
Hiçbir şahsı, topluluğu, kesimi, partiyi, derneği, vakfı suçlamıyorum. Bendeniz savcı, hakim, infaz memuru veya cellat değilim.
Lakin ortada şu gerçek vardır ve onu kimse inkar edemez:
Türkiye, çok kirlenmiş, çok kirletilmiş bir ülkedir. Bunun mutlaka temizlenmesi lazımdır.
Ülkemin, halkımın, idarecilerimin temiz ve şeffaf olmalarını istiyorum.
Sayın Başbakan bundan bir iki ay önce “Saçı bitmedik yetimlerin haklarını yedirmeyeceğim...” demişti. Kendisini alkışlıyorum ve Türkiye’de, saçı bitmedik yetimlerin haklarının yenilmemesi için ne gibi tedbirler alınması gerekiyorsa onların alınmasını istiyorum.
Bendeniz kötülükleri duymaktan, onların dedikodusunu yapmaktan zevk alan bir kimse değilim. Değilim ama bunları duymamak, öğrenmemek mümkün değil. Sigara dumanı, içmeyene doğru gelirmiş, bütün yolsuzluk haberi de bana doğru geliyor sanki...
Kulaklarımı tıkasam bile yine işitiyorum ve kederler, esefler, kahırlar, kırıklıklar içinde perişan oluyorum.
Beni üzen bir husus da şudur:
Bazıları ülkedeki yolsuzluklardan çok şikayetçi, onlar da kızıp köpürüyor, bağırıp çağırıyor, hattâ ağlıyor. Niçin kızıp ağlıyorlar? Kendileri bunlardan pay alamadıkları için...
Dileğim şudur:
Hukuka, kanunlara, ahlaka, vicdana, aykırı ne gibi parasal yolsuzluklar yapıyorlarsa inşaallah ayakları dolaşsın, bir yerde bir hatâ yapsınlar ve yakayı ele versinler.
Ya Rabbi!.. Şu Türkiye temiz ve şeffaf bir ülke olabilecek mi? Bunu görebilecek miyim?