Kuruluş Döneminde En Çok Lâzım Olan Şeyler: Akıl, Mantık ve Adalet
Menfur ve merdut darbe teşebbüsü milleti derinden sarstı. Zihinlerimizi asıl allak bullak eden, darbe teşebbüsünün arka planındaki yarım asırlık tarihin yeniden yorumlanma mecburiyeti. Şimdi darbeci olanlar, bir zamanlar darbe karşıtı cephenin içindeydi.
Tâbiri caizse, bir zamanlar o yollarda onlarla beraber yürüyorduk, ayrı gayrı yoktu. Bu tavrı şimdi “darbe ben yaparsam meşrudur” şeklinde yorumlamak durumundayız. Bir irşad, eğitim öğretim, “hizmet” faaliyeti olarak başlayan hareket, sonunda bütün yaptıklarının siyasî bir sonuç için olduğunu en keskin şekilde ortaya koydu. İktidar için her şeyi mübah gören bir ihtirasla karşı karşıya olduğumuzu net olarak anladık. Yarım asırlık parlak sözler, saptırmaca hedefler çöp sepetine gitti. Görünen tarafından çok örtülü tarafı olan örgüt, görünmeyen kirli yüzünü darbe ile kısmen açık etti. Kendi gücü sanılanın ne kadarı özünün, ne kadarı onu operasyonel olarak kullananların henüz bilemiyoruz. Şu anda kendinden çok, arka plandaki gücün/güçlerin konum belirlemesi problemi ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Gelelim asıl mevzumuza: Bu musibet devletin yeniden yapılanması için altın bir fırsat önümüze koydu. Millet, liderine güveniyor; lider milletinin ruhunu okuyor ve dönüştürücü adımlar atılıyor
İşte böyle bir zamanda, yani bir yeniden kuruluş döneminde en çok lâzım olan şeyler akıl, mantık ve adalettir. Fevrilikten kaçınmak, tepki üzerine sistem kurmaktan uzak durmak ve ülkenin geleceği için aklı, mantığı kılavuz edinerek her halükârda adaleti gözetmek... Ortalığın tozdan dumandan geçilmediği, at izinin it izine fena halde karıştığı bir dönemde elbette zor olanı tercih etmeliyiz. Darbeci örgütün puslu hava oluşturma yeteneğini de asla akıldan çıkarmamalıyız. Kamu kesiminde açığa almalar, görevden uzaklaştırmalar ne ölçüde bu örgütün saptırmasından masum kalmış olabilir? Kulağımıza çalınan bazı isimler, bu örgütün C planının “büyük bir mağdur kitlesi türetmek” olabileceğini gösteriyor.
Örgütle ilişkisi olanlar konusunda tasarrufa kimsenin söyleyeceği bir şey olamaz. Fakat görünen o ki, hiç alâkasız bir çok kamu görevlisinin de mağdur edilme ihtimali var. Başbakan’ın bu hususla ilgili “cadı avına dönüşmesin” ihtarı ciddiyetle gözetilmeli. Palarel örgüt, devlet gibi teşkilatlanmıştı. Bütün kurumlaşması ona göreydi. Kendine göre sivil toplum kurumu görünümlü kuruluşlar da oluşturmuştu. İsmiyle alâkası olmayan faaliyetler yürüten bir çok derneği, vakfı vardı. Bizi en çok ilgilendireni, isim benzerliğinin sıkıntısını en çok çektiğimiz Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı idi. Bu Vakıf’ın bir yazar kurumu veya gazetecilik kuruluşu olduğuna bin şahit isterdi. Tantanalı toplantılar, masrafına güç yetmez iftarlar, gösterişli faaliyetler düzenleyen bu kuruluş, bir süre kamu yararına çalışan bir kurum olan Türkiye Yazarlar Birliği ile karışıtırılmaktan nemalandı. Tabiî zamanla anlayan anladı, anlamayanlar da varolmaya devam etti. Önceki yıllarda, bu karışıklığın devlet bürokrasisinin kültürel alan hakkında bilgisizliğinden kaynaklandığını gördük ve gerekli teşebbüslerde bulunduk. Şimdi bunun bilgisizliği aşan bir “hinlik” tarafı olabileceğini de düşünmeden edemiyoruz.
İlk yayınlanan kapatılacak dernekler listesinde Türkiye Yazarlar Birliği’nin Kahramanmaraş Şubesi’nin olması nasıl izah edilebilir? Darbe karşıtı ilk bildiriyi yayınlayan Genel Merkez yerli yerinde, diğer 13 şubede bir şey yok; Kahramanmaraş şubesi nasıl olduğu da listeye girdi? Neyse ki, uyarılar dikkate alındı ve yarım saat içinde TYB Kahramanmaraş şubesi açıldı. Bürokraside, öğretim kurumlarında, üniversitelerde çok sayıda açığa alma veya uzaklaştırma var. Bunların büyük bir kısmının isabetli olduğunu tahmin edebiliriz. Ya isabetsiz olanlar? Ya kasıtla bu listelere dahil edilmiş bulunanlar? Bu konu üzerinde hassasiyetle durmak gerekiyor. Bu aşamada kirli örgütün mağduriyetten beslenme eğiliminin önüne mutlaka geçilmeli. Şu sıralar öncelik, mağduriyet hissi dalga dalga yayılarak bütün ülkeyi kaplayacak bir hâl almadan teenni ile hareket etmeye verilmeli. Cenazede bile reklam! Halil İnalcık Hoca’nın Ankara’daki ve İstanbul’daki cenaze resimlerini Hüseyin Emiroğlu gönderdi. Bir süredir Ankara’da değilim, olsa idim, Halil Hoca’nın cenazesinde katılacaktım ve oracıkta gereken tepkiyi gösterecektim. Birinci resim Ankara’dan. Önde tabut, arkada saf tutan devlet erkânı, ilim ve fikir adamları...
Tabut kapağında bayrağımız var...Kapaktan aşağısı açık bırakılmış. Tahtanın görünmesi için değil elbette...Tabutun üzerinde kocaman “Ankara Büyükşehir Belediyesi” yazıyor... Pes artık! Cenazede bile reklam yapmak ancak şeytanî bir buluş olabilir! Tamam, elli yıldır asfalt bir caddeyi yeniden asfaltlıyorsun, kaldırımları söküp yeniden yapıyorsun ve kocaman kocaman belediye başkanının ismini yazıyorsun. Hatta, güya cadde halkının teşekkürü mahiyetinde dövizler astırıyorsun. Bunlara gülüp geçelim. Fakat bu cenaze reklamı neyin nesi? Yazıktır, günahtır! Gelelim ikinci resme: İstanbul’daki cenazede bayrağımız bütün tabutu saracak şekilde konulmuş. Ankara belediye yönetiminin İstanbul’dan öğreneceği çok şey var!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.