Özeleştiri
Tamam bizimkileri dışa karşı savunalım, ama kendi içimizde de bir özeleştiri yapmamız şart.
Ve kimse dışarıdan gelen baskı ve tehditleri kalkan yaparak, kendi yanlışlarını savunması. Sonra bu kötü örnek, yol olur..
“Dışarıdan gelen eleştirilere karşı savunalım” diyorum, çünkü karşı tarafın maksadı farklı.. Maksatları üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek.. İçimizden birilerinin yanlışından yola çıkarak İslâm’a ve Müslümanlara zarar vermek. Bunu bir iktidar hesaplaşmasının aracı yapmak..
Söyledikleri şeyler, bugün yeni ulaştıkları bilgiler değil. Zamanlaması da önemli ve dikkat çekici..
Bizim yanlışlarımızı kendi günahlarının bahanesi yapmak istiyorlar. “Yok aslında birbirimizden pek farkımız” demeye getiriyorlar. Bizim eleştirilerimize karşı kendilerini savunmak için “ama sen de” diye karşımıza çıkmaya çalışıyorlar..
Para ve iktidar ilişkileri bizi bozuyor..
Hani insanlardan gizlediğimiz şey yarın din gününde önümüze konulduğunda ne diyeceğiz?.
Aslında herkes işin farkında. Birçok kişi, birçok şeyi biliyor. Ama söylenmiyor işte..
Bazı şeyler vardır, şuyuu vukuundan beterdir derler ya!
Nereden geldik, nereye gidiyoruz?
Hangimiz tümü ile temiziz ki?.
Hangimizin yanlışları olmadı?. “İnni küntü minezzalimin”. Sonuçta biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek!
“Tevbe istiğfar” etmemiz gereken o kadar çok şey var ki!
Tamam, hatalarımız gizli kalsın istiyoruz da, hal böyle iken bir de çıkıp şecaat arzetmek, olmuyor işte o zaman..
Yarın bazı gerçekler önümüze konduğunda ne diyeceğiz, nasıl savunacağız kendimizi.
Değerlerimizden bu kadar kolay vazgeçmemeliydik, ama olmadı.
İlle de para, kadın ve iktidar hırsı.. Üstüne din, iman ahlak nutku!..
Ergenekoncuların her haltı yiyip, üstüne vatan-millet nutku atmalarına benziyor bu iş.
Sadece Tuncay dergaha girip kendine saygın bir yer bulmuyor, bizimkiler de yad ellere gidince sapıtıyor.. Çarşaf giyseler de, çarşafın altında artık sadece “mushaf” değil, makyaj takımı da saklıyorlar, pahalı purolar da!. Paraya kavuşunca altlarına jip çekip hava basıyorlar.. Yani dünyevileşiyoruz! Siyasi ve ideolojik olarak laikliği eleştirsek de giderek sekülerleşen bir “Kalvanist Müslüman(?!)” ya da Kayserili bir işadamının dediği gibi “Galvanizli Müslüman” tipi ile karşı karşıya kalıyoruz! Ilımlı İslâm diye aslında İslâm din olmaktan çıkartılıp, “religio” haline getiriliyor. Yani İncil’e benzer bir Kur’an, papaza benzer bir imam, kiliseye benzer bir cami, Hıristiyana benzer bir Müslüman!
Hacı efendilerin tekstil kataloglarına bakın bakalım, konfeksiyondan başka neler var orada..
Önce yaptıkları işi zihinlerinde meşrulaştırıyorlar. Arkasından önce iş yerlerinde çalışanlar, derken kızları, oğulları, gelinler, damatlar, torunlar.. Ve zamanla yaşadıkları gibi inanmaya başlıyorlar..
Ecyad Kalesi’nin yerine yapılan pahalı otellerin penceresinden ellerinde zemzem kadehleri ile Kabe’yi seyrediyorlar!
Hepimizin hatıralarını yazması gerek.
Haşim Bayram, Dursun Uyar ve daha niceleri. Nereden geldik, nereye gidiyoruz. Şevki Yılmaz konuşuyor ama keşke o da yazsa anılarını.. Süleyman Arif Emre yazdı anılarının bir kısmını.. İslâmi kesimdeki siyasi mücadelenin içindeki en eski isimlerden biri o. Hasan Aksay da yazmalı. Ben yazmaya başladım bile..
Yazarken açık ve dürüst olmalıyız.. Övünmek ve savunmak değil sadece..
İktidarla ve parayla tanış olanların hayat çizgileri nasıl değişiyor, onu görmemiz gerekiyor ki bizden sonra gelenler aynı çukura düşmesinler..
Derdim kişilerin özel hayatlarını öğrenmek değil, bizim adımıza karar verenlerin yaptıkları şeyler..
Bize ait olan kimse, bizden çalmamalı.. Çalınan sadece mal değil, bilgi de, tarih de olmamalı..
Bizim hayatımız kayıt dışı.. Sadece mali kayıtlar değil, hayatımız büyük ölçüde kayıt dışı bizim..
Hayatımızı kayıt altına almak zorundayız.. Alırken bunun elbette devletle ilişkiler ve sosyal kontrat çerçevesinde olması gerekiyor. Yoksa fişlenmek ve izlenmek, büyük biraderin gözaltında tutulmak için değil!
Toplumsal hafızanın oluşması için yazı, kayıt altına alınmak önemli...
Bizim işletmelerimizin, kurumlarımızın hafızası yok.. Onun için de gelenek oluşmuyor!
Devletle ilişkimiz büyük ölçüde fiktif. Devlet milletin canına okuyor, millet de devletin.. Her ikisi de birbirinden çaldıkları ile ayakta duruyor.. Aslında devlet-millet değil sorun, devletin içinde birileri, milletin içinde birileri bunu yapıyor.. Ama devlet de millet de kendi içindeki yanlışları temizlemiyor.
Şu vergi meselesine baksanıza, saçma sapan bir durumla karşı karşıyayız.. Verginizi dürüstçe ödeseniz ne pazarda rekabet şansınız kalır, ne de ayakta durabilirsiniz.. Kamu mülküne karşı genellikle dürüst değil insanlar. Hatta kimi için “devletin malı deniz, yemeyen domuz”! Hani kamu mülkü yetim malı gibi idi.. Ama şimdi devir değişti: Bal tutan, parmağını yalar!
Suçlu üreten bir düzen bu düzen. Herkes devletle mahkemelik, herkes herkesle mahkemelik. Devletin yasama, yürütme, yargısı, ordusu birbiri ile sorunlu..
Sendikacısı kendi içindeki yamuk adamların zebunu; devlet içindeki kurumların mensupları, kurum milliyetçiliği yapıyor.. Din, mezhep, tarikat, siyasi grup, ideolojik topluluklar, etnik gruplar, futbol takımına varana kadar hepsinin içinde şoven bir çekirdek var..
Kol kırılıp yen içinde kalıyor ve sonunda herkes çolak! Öte yandan birileri bu durumu kutsuyor adeta..
Kendi içimizde bir yanlışlık varsa ona karşı çıkmalıyız, ötekilerin içinde bir doğruluk varsa onu da sahiplenmeliyiz.. Ama işte burada tıkanıyoruz.. Suçlu da olsa, kötü de olsa insanların hakları olabileceği gibi, iyi insanların da yanlışları olabilir..
Sözü dinleyip, işe bakıp, doğrusunu destekleyip, yanlışına karşı çıkabilsek. Adaletin gereğini yapabilsek, işi ehline verebilsek..
Hani bir topluluğa olan öfkemiz bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmeyecekti?.. “El emin” olacaktık?.. Adil şahidler olacaktık?..
Selam ve dua ile..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.