‘Coğrafyanın mahkumları’
Kitabın adı benim için oldukça cazipti. The Revenge of Geography: Coğrafyanın İntikamı… Robert D. Kaplan.
New York’taydım. 2012 sonlarıydı.
Coğrafyanın, ulusların mukadderatı üzerindeki etkisi anlaşılır ve çekici bir şeydi. Ayrıca, coğrafyanın ‘intikam alması’ durumu daha da heyecanlı kılıyordu. Aldım, okumaya başladım.
Sonra sıkılıp bıraktım.
Geçen ay Londra’da başka bir kitap buldum. ‘Prizoners of Geography: Coğrafyanın mahkumları.”
‘Dur bakalım bu ne diyor’ diye merak ettim, onu da aldım.
Yazarı bir İngiliz gazeteci: Tim Marshall.
Marshall, Kaplan’dan esinlenmiş midir bilemem. Ama, kitabını görünce ben bile ‘Coğrafyanın İntikamı’nı hatırladım.
Kaplan kitabını 2012’de, Arap baharı denilen siyasi ayaklanmalar serisinin henüz taze olduğu günlerde yayınlamış. Marshall’ın kitabıysa yeni. Bu sene basılmış.
Tam ‘Musul’a operasyon’ manşetlerinin atıldığı günlerde, kitabı okuma ihtiyacı hissettim.
O da Kaplan gibi, coğrafyanın belirleyici etkisi üzerinde duruyor. Kitabın başlarında ilginç örnekler veriyor.
Hindistan’la Çin, iki büyük komşu ülke. Ama, ‘1962’de bir ay süren bir muharebe dışında, tarihlerinde hiç savaşmamışlar.’
Neden?
‘Aralarında, aşılması imkansız bir dağ silsilesi, Himalayalar var da ondan.’
Baştan sona okumayı ileriki bir tarihe erteleyerek, ‘kitabın ortası’nı açtım. Ortadoğu bölümünü.
Bizim çok yazıp çizdiğimiz, fakat batılıların konuşmaktan hoşlanmadığını düşündüğümüz şu mesele.
İngilizler ve Fransızlar, Ortadoğu’da sınırları, insanları hesaba katmadan kafalarına göre çizmişler.
Tam bu kelimeleri kullanmıyor.
“Sir mark Sykes kalemi aldı ve Ortadoğu boyunca bir çizgi çizdi” diyor.
Yine bizim iyi bildiğimiz ‘Ortadoğu adını sorgulayan’ sorular sormuş: Neyin ortası? Nerenin doğusu? Ve “Ortadoğu isminin Avrupai dünya görüşünü yansıttığı”itirafıyla devam etmiş.
Osmanlılar’ın şimdi bir sürü parçaya bölünmüş olan Ortadoğu’yu, kabileleri ve mezhepleri de dikkate alarak vilayetler şeklinde yönettiğini hatırlatıyor.
“Fransızlar, Suriye’de azınlık olan Nusayriler’i iktidara getirdiler” diyor.
Güzel. İngiliz, mevzuyu Amerikalı’dan daha iyi kavramış.
Güncel meselelerle ilgili de başka yerlerde rastlamadığım ayrıntılar var.
DaişI’çiler kendilerine ‘Daiş’ denmesinden rahatsızmış. Çünkü ‘Daiş’ günahkar anlamına gelen ‘Fahiş’ kelimesiyle ve daha kötü bir argo anlamı olan ‘Cahiş’kelimesiyle aynı vezindeymiş.
Marshall, Irak’ta Saddam sonrası yönetimlerin Sünni Arapları dışlamasıyla oluşan ve Daiş’i doğuran boşluğu da görmüş.
Bölgenin geleceği konusundaki öngörüleri iç açıcı değil.
Gidişatın uzun sürecek çatışmalara gebe olduğunu söylüyor ve bizim medyada bugünlerde ara sıra işittiğim ‘Otuz yıl savaşları’ benzetmesini kullanıyor.
‘Coğrafyanın Mahkumları’nı okuyunca, ‘Kaplan’ın hakkını yemiş olmayayım, Coğrafyanın İntikamı’nı da okuyayım’ dedim ve şimdilik, ‘kitabın ortası’ndan biraz ileriye rastgelen ‘Eski Osmanlı İmparatorluğu’ bölümünü okudum.
Kaplan’ın kitabı, biraz ‘tarihin kurbanı’ olmuş.
‘Esad’ın iktidarının, bu kitabın basıldığı tarihte mevcut olmayabileceğini’ yazmış mesela.
Olur o kadar. Biz de yanılıyoruz.
Mamafih, bölgenin sınırlarının insanları dikkate almadan çizildiğini –Marshall gibi- o da teslim ediyor.
Bölgenin geleceği konusunda o da kötümser. Hele Irak ve Suriye’yi, tarihle ve coğrafyayla başı belada olan iki ülke gibi görüyor.
Her iki kitapta da, batılı bir gözle bakmanın zaafları var. Ancak bana bu zaaf, Kaplan’da biraz daha fazla gibi geldi.
İkisinin de işi, bize göre kolay.
Sonuçta ‘başkasının coğrafyası’nı, ‘başkasının ölümü’nü anlatıyorlar.
Bir başka ilginç nokta da şu:
Adamlar o kadar uzaktan bakmalarına rağmen, bazı temel gerçekleri bizim buradaki –affedersiniz- at gözlüklülerden daha iyi anlamışlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.