Öcalan, Perinçek ve Küçük
Şemdin Sakık’tan yeni bir mektup geldi. 22 Eylül günü kaleme alınan bu mektupta çok çarpıcı iddialar var. Abdullah Öcalan ile Şemdin Sakık arasındaki ihtilafı bilerek bu iddialara ihtiyatlı yaklaşıyorum.
Ancak Ergenekon sanığı Doğu Perinçek ve Prof. Dr. Yalçın Küçük ile ilgili öyle iddiaları var ki; Ergenekon ile PKK arasındaki bağın tartışıldığı ve terörün yeniden tırmanışa geçtiği bu günlerde sözkonusu iddiaları gözden geçirmenin yararlı olacağını umuyorum.
Artık herkes meseleye ‘ak-kara’ perspektifinden bakmamayı öğrenmeli, at gözlüklerini fırlatıp atmalıdır. ‘Vatan’, ‘millet’, ‘toprak’, ‘bayrak’ gibi kutsal değerlerin nasıl istismar edildiğini anlamalıdır.
Gerçi, bugün şehit cenazelerinde boy gösterenlerin yıllarca tapındığı ve hala tapınmaya devam ettikleri liderlerin, akademisyenlerin PKK kamplarındaki güler yüzlü boy fotoğraflarına aşinayız ama PKK’lı gözüyle nasıl algılanıyorlar, bir de ona bakalım.
Apo - Perinçek kardeşliği
Şemdin Sakık diyor ki: ‘Doğu Perinçek, 1980’lerde gazetecilik adı altında Beka Kampı’na kadar gelip Öcalan’ı ziyaret etti, askeri törenle ve silah atışlarıyla karşılandı. Öcalan onu kucakladı, öptü, günlerce konuk etti. Kaldıkları odaya militanlar yüz metreden fazla yaklaşamadı, sabahlara kadar baş başa kaldılar.’
Aslında bu açıklamada, ‘100 metreden fazla yaklaşmayın’ talimatı ve ‘baş başa görüşme’ dışında yeni bir hadise yok. Diğer iddiaları zaten fotoğraflarla tescillidir.
Sakık’ın en çok merak ettiği bölüm de burasıdır: ‘Öcalan’ın Perinçek’le günlerce bir odada baş başa kalarak neler konuştuklarını ya da planladıklarını, neden yanlarına üçüncü bir kişiyi almadıklarını ve ‘militanlar kaldığımız yere yüz metreden fazla yaklaşmasınlar’ talimatı verdiğini hala merak ediyorum.’
Sakık’ın cevap aradığı bir diğer soru ise şu: ‘Öcalan’ın savaş kışkırtıcılığı yaptığı dönemde yanında olan Perinçek, İmralı’ya düştüğünde ‘silahlara veda ediyoruz’ dediği anda Öcalan’a mesafeli durmaya başladı. Neden savaşan Öcalan’a ‘kardeşim’, barış çağrısı yapan Öcalan’a ‘hain’ dedi?’
İlginç bir cümlesi daha var: ‘Öcalan Kürtçü görünür... Perinçek Orducu görünür... Öcalan ve Perinçek kardeşliğinin Kürt-Türk savaşı çıkarma fikrine dayandığından kuşkum yoktur.’
APO ölseydi Küçük lider olabilirdi
Şemdin Sakık’ın Yalçın Küçük’le ilgili olarak da çok ağır ithamları var. Şöyle yazıyor: ‘Yalçın Küçük 1990’larda aranır duruma düşme bahanesiyle Avrupa’ya çıktı, bizzat Öcalan’ın sunduğu örgüt imkanlarıyla Fransa’ya yerleşti. Bazen Öcalan’ın daveti bazen kendi isteğiyle Şam’a geliyordu. Bizzat oradaydım. Her seferinde Öcalan tarafından askeri törenle, süslü püslü sözcüklerle, kucaklaşmalarla, öpücüklerle karşılanırdı. İkisi baş başa verip örgütü ve savaşı düzenliyorlardı.’
İddiasına göre; Öcalan ile Küçük arasındaki ilişkiler o kadar büyümüş ki, PKK’daki kimi üst düzey atamalarda Küçük’ün önerileri önemli rol oynamış!
Ne kadar doğrudur bilemem ama Sakık’ın şu cümlesi hayli dikkat çekici: ‘Öcalan’ın yaklaşımları sonucunda bu zat (Küçük’ü kast ediyor) gözümüzde o kadar büyümüştü ki, Allah göstersin Öcalan’a bir şey olsaydı Yalçın Küçük’ü lider olarak kabul etmeye hazırdık.’
Yani, günümüzün sıkı kuvvacısı, Sakarya muharibi (!) Küçük Hoca PKK’lıların gözünde bir zamanlar Öcalan’ın yerine geçecek kadar önemli biriymiş!
İnanması bir hayli zor.
Ama Küçük Hoca’nın ‘Kürtler Üzerine Tezler’ kitabının 233-253. sayfaları arasında yer alan Öcalan’la röportajında kullandığı ‘değerli başkan, Apo arkadaşım, Apo kardeşim, Öcalan kardeşim, genel sekreter kardeşim’ ifadeleri, ‘Kemal Paşa ve Kemalist hareket başlarken daha radikal ve sosyalist hareketleri temizleme gereği duydu. Çerkez Ethem’i ve güçleri tasfiye etti. Sizin için bir benzerlik çıkarılabilir mi?’ sorusuyla Atatürk’e hakaret fırsatı yaratması karşısında, insanın içinden ‘hiç de zor değil’ diyesi geliyor.
Operasyon nasıl engellendi?
Sakık’ın Küçük’le ilgili bir ağır ithamı ise ‘istihbaratçı gibi davrandığı’ iddiasıydı. Mektubunun dördüncü sayfasında şöyle diyor: ‘Özellikle devlet işleyişi ve politikaları hakkında Öcalan’a istihbarat getiriyordu. Avrupa’daki Kürtler arasında Öcalan’a muhalif olan Kürtleri tespit edip Öcalan’a bildiriyordu.’
Hele mektuptaki şu iddia, yenir yutulur gibi değil. Sakık, 1996 yılı bahar döneminde Zap karargahındayken Şam’da bulunan Öcalan’la görüşüyormuş, o esnada büyük gürültü olmuş, Öcalan kısa bir sessizlikten sonra ‘Türkçe eğitim okuluna bombalı saldırıda bulundular’ demiş!
Daha sonra kampta Öcalan, o bombalı eylemle ilgili militanlara şöyle demiş: ‘Tansu Çiller bana bombalı suikast planladı. Mesut Yılmaz bu bilgiyi Avrupa’da bulunan Yalçın Küçük vasıtasıyla bana ulaştırdı, biz de tedbirimizi aldık.’
Kanlı bir terör örgütünün başı durumundaki Öcalan’ın sözleriyle bu ülkede bir dönem başbakanlık yapmış Mesut Yılmaz’ı ve tüm siyasi atraksiyonlarına rağmen Yalçın Küçük’ü böylesine ağır bir ithamın tarafı haline getirmeyi doğru bulmam.
Ancak...
Tansu Çiller’in 12 Mayıs 1995 günü onay verdiği MİT patentli ‘Mercedes’ isimli operasyonun 24 Aralık 1995 seçimleri nedeniyle askıya alınmasının ardından Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde (ANAYOL-1996 Nisan-Mayıs) sahneye konarken başarısızlıkla sonuçlanmasının mutlaka, ama mutlaka izah edilmesi gerekir.
Soru bir: Operasyon büyük bir gizlilik içinde yürütülürken bir yüksek tirajlı gazetede operasyonun tüm ayrıntılarının yer aldığı haber ‘Türkiye Apo’nun Ensesinde’ manşetiyle neden verildi? O haberin kaynağı kimdi? Hangi amaçla operasyon basına sızdırıldı?
Soru iki: MİT’e operasyon için Şam’da yardım eden ‘101-288’ kodlu Suriyeli ajan son anda neden vazgeçti?
Soru üç: 1 ton C-4 patlayıcı yüklü ve içinde ‘Yeşil’ lakaplı Mahmut Yıldırım’ın da bulunduğu beyaz Mazda minibüs, Öcalan’ın kaldığı Mahsun Korkmaz Akademisi’ne neden yüz metre mesafede park edilerek patlatıldı?
Soru dört: Siyasi partiler veya kurumlar (MİT-Emniyet gibi) arası acımasız rekabet, operasyonu ne ölçüde etkiledi?